Gerçekten de yaptım: Cumhurbaşkanı Tatar’a dedim ki “Eğer Kıbrıs sorununu çözerseniz sizin Nobel Barış Ödülü’nü almanız için kampanya yapacağım.”
Dün UNITED Medya ekibi olarak Tatar’ın davetlisiydik. Öğle yemeğinde bolca sohbet etme, soru sorma fırsatımız oldu ama cevaplar çok tatmin edici olmadı.
Birincisi Tatar çok az konuşmayı tercih etti. Ağzından çıkanın ‘aleyhine delil’ olarak kullanılmasını istemiyor, belli. Onun yerine daha çok Sözcüsü Berna hanım cevap verdi sorularımıza… Özellikle de Kıbrıs sorunuyla ilgili hukuki meselelere…
Cumhurbaşkanı’nın davetiyle gerçekleşen yemekli sohbet büyük oranda ‘on the record’du, yalnızca birkaç söz ‘sohbet amaçlı’ sayıldı.
Kıbrıs sorununun yanı sıra iç konuları, özellikle aşı meselesini de konuştuk, hükümetin durumundan da söz açıldı, arada şakalaştık, güldük, hatta eleştirilerimizi söyledik, bazı öneriler de yaptık.
Özetle Ersin Tatar, eşi Sibel hanım ve ekibiyle çok rahat bir ortamdaydık.
Bu küçük toplumun en güzel özelliklerinden biri bu zaten… Görüşler çok farklı olsa da, en sert eleştiriler yapılıyor olsa da insanlar bir araya gelebiliyor, aynı masada oturabiliyor.
İşte bu ortamda söz verdim Tatar’a…
**
Tatar’ın ve ekibinin Kıbrıs sorunu hakkında söyledikleri arasında öyle çok da ‘yeni’ ve ‘haber değeri’ taşıyan unsurlar bulmak zor.
Belki “5’li konferansın Şubat ayında muhtemelen İsviçre’de yapılmasının düşünüldüğü” bilgisi ‘yeni’ sayılabilir. Aslında Londra düşünülmüş ama Covid salgını ve yeni mutasyon sonrası bu seçenek azaldı gibi. Bizimkiler ‘AB ülkesi olmasın, zira AB Kıbrıs sorununda taraftır’ gerekçesiyle önermişler İngiltere’yi. Ama o olmazsa İsviçre’nin bir kentinde olmasını istiyorlar. Zira İsviçre de AB dışında bir ülke…
Bunun dışında genelde ‘bildiğimiz’ cümleler tekrarlandı masada… Israr ve defalarca ‘İki ayrı devlet’ ve ‘egemen eşitlik’ kavramlarının detaylarını sorduk.
‘Hangi iki devlet’ten söz edildiğini öğrenmek istedik. Öyle ya, bir tarafta KKTC olacaksa ‘iki devletli çözüm’de, diğer taraftaki ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ mi olacak?
Kesinlikle adını koymuyor Tatar da sözcüsü de bunun…
“Önce egemen eşitliğimizi kabul etsinler” diyorlar.
Peki ‘egemen eşitlik’ nedir? Onu soruyoruz.
Özetle söyledikleri şu: “Kendi tarafımızda kendimizi yönetmek.”
İyi de bu zaten ‘kurucu devlet’te de vardı.
‘Ortak yönetim’ olacak mı peki?
Ona da cevap yok.
Peki kim kabul etmeli ‘egemen eşitliğimizi’?
Rumlar da BM de…
İyi de bunun adı taksim!..
1950’lerin politikası…
Açıkça söylüyoruz bunu Tatar’a…
Bir şey demiyor.
“KKTC’yi mi tanıtacaksınız? Böyle bir siyaset mi var?” sorusu da cevapsız kalıyor.
Ve sohbet bu minvalde sürüp gidiyor…
**
Belki tekrara girecek ama asıl mevzu şudur: Kıbrıs sorunu artık ‘Doğu Akdeniz gazından Türkiye’ye ne pay verileceği’ sorusuna birebir bağlı hale geldi.
Daha açık ifadeyle Doğu Akdeniz’in paylaşımına göre şekillenecek Kıbrıs müzakere süreci…
Tatar’ın BM Genel Sekreteri’ne yazdığı son mektupta da bu ‘talep’ ve ‘bağlantı’ zaten açıkça ifade ediliyor.
Dolayısıyla 5’li konferansın gidişatı da, sonraki süreç de muhtemelen ‘paralel Doğu Akdeniz masası’nda yaşanacak gelişmelere bağlı olacak.
‘İki ayrı devlet’ ya da ‘egemen eşitlik’ söylemleri olsa olsa bir ‘taktik’tir ve de altı dolu değildir. Dahası gerçekçi değildir. Hatta Kıbrıslı Türkler açısından ‘mülkiyet’ nedeniyle bir ‘felaket senaryosu’ dahi olabilir.
Müzakere edilecek formül ise ancak ‘federal Kıbrıs’tır.
Akdeniz gazı-Kıbrıs korelasyonundaki ‘al-ver’ sürecinden bir çözüm çıkar mı?
İşte Tatar’a bu noktada söz verdim: Eğer çözüm olursa kendisinin Nobel almasını destekleyeceğim.
Tek derdimiz artık bu adaya huzur gelmesi…
Çocuklarımız için…