Tatilciler...

Tamer Öncül

Üç haftalık ömrü kalmış hükümetten memnuniyet getirenler çoğunlukta da olsa, şikayetçiler de az değil… En büyük eleştiri de “Meclis’i neden tatile çıkardığı” konusuna yapılıyor…
Üstelik bu eleştiriyi yapanlar, seçim yasaklarının ne demek olduğunu; bir ikisi dışında mevcut milletvekillerinin tümünün de aday olduğunu (bu yüzden meclise uğramak yerine seçmen peşinde koşacaklarını) çok iyi bilen insanlar…
Eğer seçimden sonra kurulacak yeni hükümet, bu uzun tatili kısa kesip; görev çağrısı yapmazsa o zaman eleştiriyi hak edecek; en büyük eleştiriyi de benim gibi “Kötü Tatilciler”den alacaktır… Bundan kimsenin kuşkusu olmasın…
“Kötülük” bir virüs gibi yüreğinize yerleşmeye görsün; ömür boyu terk etmez sizi…
Nasıl, kötü bir siyasetçinin, düzeleceğini ummak, ölü gözünden yaş gelmesini beklemek kadar olanaksızdır; kötü bir tatilcinin gün gele düzeleceğini beklemek de o kadar umutsuz vakadır…
Bunun en güzel kanıtı aşağıda okuyacağınız yazıdır, sanırım… (Bir de, yıllar geçtikçe aşağıdaki tatili bile mumla arayışım…)
 

KÖTÜ TATİLCİ…
Sizi bilmem ama, benim ciddi bir tatilci olamayacağım gün gibi ortada…
“İyi tatilci nasıl olur?” diye sormaya kalkmayın… Buna yanıt vermek, “iyi şiir nasıl yazılır?”ı anlatmak kadar zor…
Ben size “kötü tatilci” nasıl olur, onu anlatayım en iyisi. Öncelikle şunun altını çizelim: kötü tatilci ile anlatmak istediğim kötü turist değil. Kötü tatilci , tatil işini “ciddiye” almayan; kafasında bin bir türlü plan kurmasına karşın hiçbir zaman dört başı mamur bir tatil yapamayanlardır.
Bu tiplerin en iyi örneklerinden biri de, benim sanırım… Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum… On yıldır bu köşede bir şeyler yazıp duruyorum… Bir kez olsun, YAZARIMIZ TATİLDE OLDUĞU İÇİN YAZILARINA BİR SÜRE ARA VERMİŞTİR… gibi bir ibareyle karşılaşmak hiçbir okuyucuma nasip olmamıştır… Üç-dört günlük mesleki kongreler ya da “İstanbul Kitap Fuarı” ziyaretleri, “haftalık” olan köşemi pek etkilememiştir…
Bu gerçeği bilmeyen kimi okurlarım, bu kesintisizliği çağdaş teknolojiye bağlamışlardır eminim… Öyle ya Dünya Küçüldü!.. Nerede olursanız olun, düğmeye bastınız mı, “e- mail” denen postacınız anında yazınızı yerine ulaştırıyor! Eğer benim gibi “teknoloji özürlü” iseniz ve “word’de yazılmış bir yazıyı e-mail’e aktarmayı bir türlü beceremiyorsanız, “Fax” diye daha basit bir işlemle yaparsınız bunu. Ama, itiraf etmeliyim ki, yazılarımın “kesintisizliği” bundan ötürü değil; benim, su katılmamış kötü tatilci  olmamdan kaynaklanıyor…
Sözü uzatmaya gerek yok… Geçen ay, bu “makus talih”imi yenip ciddi bir tatile çıkmaya karar vermiş, ancak yine başarısız olmuştum… Sıcaklar ve çoluk çocuğun baskıları gittikçe yoğunlaşıyor; ben kafamı kitaplara, yazılarıma gömüp (Okur-yazar bir devekuşu ayaklarına yatıyordum aklımca); bu saldırıları defetmeye çalışıyordum… Sonunda başardım da… Ciddi bir tatil  tehlikesini ustalıkla savuşturup; iki-üç günlük bir iç turizmle durumu kurtardım…
Oğlumu, “Bak oğlum, seni nesli tükenmekte olan KIBRISLILAR’ın yaşadığı diyarlara götüreceğim… Bir daha eline böyle bir fırsat geçmeyebilir… Maazallah bir KIBRISLI göremeden göçüp gidersin bu diyardan…vb…” baba laflarla ikna ettikten sonra (gerçi bu sözleri dinlerken suratında yarı acıyan, yarı dalga geçen bir ifade vardı ama olsun, sesini çıkarmamıştı ya, ikna olmuş demekti…); hanımı da “gelecek yıl gideceğimiz en uzak batı gezisi ile ikna edip; (onun jest ve mimiklerini anlatmayacağım; çünkü tam olarak ben bile anlamış değilim!) tuttuk Karpaz’ın yolunu… (Bu senaryo üç yıldır ayni şekilde yaşanıyor.)
Arabadan oltalarımı ve balık malzemelerimi indirir indirmez doğru avlak kayama indim… (Bu kayanın nerede olduğunu yazacağımı boşuna bekleyip durmayın; yazmam… Bu adayı yalnızca Kıbrıslılar değil balıklar da terk ediyor hızla… Kalan üç beş balığı da size kaptıracak değilim… Seneye onları da bulamam sonra… Nasıl olsa seneye de başka yere gideceğim yok. Pardon, -Sevgili editörüm bu cümleyi can güvenliğim için sansür eder umarım. Yoksa haftaya yazısız kalabilir.-)
Sonrasını anlatmaya gerek yok dolu dolu(hem de bir lenger dolusu) bir hafta sonu tatili geçirdik ailecek… Oğlum da yeni oltasıyla beş-altı balık yakalayınca saf değiştirerek benim yanıma geçti… Bu tatilden en büyük kazancım da bu oldu doğrusu… Bu müthiş tatili haftaya tekrarlamak için,  ikimiz baş başa verip yeni senaryolar yazıyoruz… Oğlum,  annesine Karpaz’da yok olmaya yüz tutmuş freskleri çok geç olmadan görmesi gerektiğini; kaya mezarlarını falan anlatıyor… Ben, uzun mesafe yolculuklarının ve uzun tatillerin   manik depresif  durumlar yarattığını anlatıyorum “bilimsel verilerle”…
Eşim şimdilik kararlı ve ısrarlı görünüyor… “Senden iyi bir tatilci olmaz!” deyip duruyor…
Siz ne dersiniz, olmaz mı?    (5-8- 1999, Referandum isimli kitabımdan, sayfa 37)