Türkiye’deki vahşi tecavüz ve cinayetin yankıları sürerken, bu konuda genç bir kaleme, medya eğitimini İngiltere’de sürdüren sevgili Çağın Özsoy’un verdiği sese kulak verelim bugün...
Aslında Çağın bu yazıyı 16 Şubat’ta, yani olaydan hemen sonra göndermişti ama ancak bugüne yayımlayabiliyorum.
Çağın “Tecavüzün suçlu(ları)nı sorguluyor ve bu konuda herkesi düşünmeye, kendini sorgulamaya ve en önemlisi harekete geçmeye davet ediyor.
Böylesi duyarlı gençlerin varlığı, şiddetin her türlüsünün gelecekte daha az olacağının işareti de aynı zamanda...
İşte Çağın Özsoy’un yazdıkları...
--
Facebook Özgecan Aslan tecavüzü ile ilgili patlama yaşıyor. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği, öğretmeni, öğrencisi, her kesimden insanlar facebook hesapları üstünden çeşitli paylaşımlar yapıyor. Kimisi Özgecan’ın ne kadar hayat dolu bir genç kız olduğunu, kimisi tecavüzü yapan ve Özgecan’ı öldüren Suphi Altındoken’i insan olmamakla suçluyor, kimisi de tüm bu olanlardan AKP hükümetini sorumlu tutuyor. Kimbilir destek ve farkındalık yaratmak için siyah giyenler de vardır belki de. Evet, güzel işler yapıyoruz, güzel düşüncelerimiz var. Baktığımızda hepimiz eşitlikten yanayız, hepimiz solcuyuz, hepimiz tecavüze, cinsiyet ayrımına, eşitsizliğe karşıyız. Hepimiz devrimciyiz aslında, sanal ortamlarda... Facebook ve daha birçok sosyal medya hesaplarımız aracılığıyla nefretimizi, kinimizi kusuyoruz bu olaya, sorumlularına ve suçlusuna...
Peki, bunu yaparken sosyal medya haricinde de tepkimizi koyuyor muyuz? Günlük yaşantımız sırasında kullandığımız kelimelere dikkat ediyor muyuz? Eşitliği evde sağlıyor muyuz? Sokakta yürürken bağıran bir kadın duysak, ‘bir sorun mu var acaba’ diye düşünüyor muyuz? Düşünuyorsak yardıma koşuyor muyuz?
Zordur yardım etmek, kendini tehlikeye atmak tabii ki... Belki de biz de zarar göreceğiz, belki de biz de kurban gideceğiz, yardım etmeye kalkışırsak. Ama biz yapmadıkça, başkasının yardım etmesini bekledikçe, “nasıl olsa biter, zaten benim karışamaya hakkım yok ki” dedikç, iş işten geçemeyecek mi? O kadın tecavüze uğrayacak, belki istenilmeyen bir rahatsızlık, belki karnında istenmeyen bir bebek, belki de bununla da kalmayacak o kadın toplum tarafından, özellikle de ailesi tarafından dışlanacak. Tecavüz eden de işini bitirip gittiği için kadın kalacak ortada: Ne bir kanıt, ne bir suç, ne bir suçlu…
Geriye kalan kadın ve bebek... Kadın ve utanç... Kadın ve dışlanma... Kadın ve dehşet... Kadın ve mahvolmuş bir hayat…
Hatta kadın suçlanacak bu durumdan: “Etek giymeseymiş, naz yapmasaymış, tahrik olmuş adamcağız n’apsın?”
Tecavüzün suçlusu kadınlar çünkü, değil mi? Çünkü etek giymemeliydi, babasını, ağabeyini dinleyeydi de evinde oturup dışarı çıkmayaydı. Erkektir ne de olsa, tutamaz kendini, değil mi?
Hepimiz suçluyuz baktığımızda... Kadını da suçlu, erkeği de... Öğretmeni de suçlu, öğrencisi de... Okullarda cinsiyet eşitliğinden yana eğitimler verileceğine öğretmen hala “Evde babanız sözünü geçiremiyor mu?” diye soruyorsa, öğrenci gencecik kafası hic durmayan, düşünen beyniyle bu eşitsizliği sorgulamıyorsa, kadın şiddet görüyor, cinsel istismara uğruyor da sesini çıkarmıyorsa, erkek kadını bir seks objesi olarak görüyor, karısını/sevgilisini bir ‘mal’mış gibi kullanıp işi bitince bir köşeye atıyorsa, anneler-babalar çocuklarına cinsiyetlerinin getirdiği avantajlardan/ dezavantajlardan yola çıkarak birşeyler öğretmeye çalışıyorsa; anne kızına ‘güzel olması gerektiğini, böylece erkeklerin dikkatini çekebileceğini’, baba da oğlunu 15-16’sında elinden tutup gece kulübüne götürüyorsa, Facebook’ta bu kadar paylaşım yapılırken böyle bir günde bile cinsiyetçi paylaşımlar yapılıyorsa, yarı çıplak kadın fotoğrafları paylaşılıp ‘işte benimki, yerim yalarım yutarım’ deniliyorsa bunun suçlusu sadece Suphi Altındöken değildir. Bunun suçlusu AKP hükümeti de değildir.
Bunun suçlusu biziz: Anneler-babalar, öğretmenler- öğrenciler. Hepimiziz!
Ses çıkaralım!
Çağın Özsoy