Hükümetimizin acizliği karşısında, Beşir Atalay’ın ziyareti esnasında farklı toplum kesimleri kendisine, “Sizin muhatabınız biz olalım; sorunların çözümünde bizimle istişare edin, işbirliği yapalım” mesajını verdiler...
Tehlike çanları çalıyor. Amacı üzüm yemek olan toplum kesimleri ayakta kalabilmenin telaşıyla Kıbrıs Türk siyasetine kırmızı kart gösteriyor. Bu, yok olma senaryosunun son perdesi olsa gerek...
Beşir Bey’in aksine, Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu bu ülkede istikrar olmadığının, tamamen işlevini yitirmiş zavallı bir idare ile karşı karşıya olduğumuzun bilincindedir. Esas istikrar, değişim vizyonunu net olarak halkla paylaştıktan sonra iş başına gelecek bir partinin iktidarıyla gündeme gelebilecektir...
Kıbrıs Türk siyaseti gerçekten ister ve gerekeni yaparsa, bir fonksiyon kazanabilir ve halkımız zümresel değil toplumsal düzeyde kendi geleceğini etkileme şansını yakalayabilir. Aksi bir durumda somut gerçeklik odur ki artan düzeylerde Türkiye yetkilileri muhatap alınacak ve Türkiye’nin ağırlığı artarak devam edecektir.
Kıbrıs Türk solu, ülke yönetiminde Türkiye’nin pozisyonunun olması gerektiği noktaya çekilmesi için gerekeni yaparken aynı zamanda Türkiye ve Güney Kıbrıs’tan demokrasimizi yok sayan unsurların buradaki toplum mühendisliği operasyonlarına karşı halkı bilinçlendirmek ve demokratik enstrümanları en iyi şekilde kullanarak mevcut iktidarın kapasite sorununu ve halktan kopuk icraatlarını deşifre etmek gibi çok boyutlu bir siyasi mücadeleye hazır mıdır gerçekten?
Burada sıkıntılarımızın başında, “ben ne söylerim tamburam ne çalar” hesabı, bağımsız sol entelektüel çevrelerin yürüttüğü siyaset gelmektedir! Özellikle CTP üzerinden yürütülmeye çalışılan bu siyaset, siyasetin kendisine işlev kazandırmasına mani olurken toplumsal kesimlerin doğrudan Türkiye’yi muhatap alan yaklaşımlarına da kapı aralamaktadır.
Tufan Erhürman’ın dün Gaile’de çıkan yazısı bu açıdan dikkat çekiciydi. Erhürman, son derece keskin bir üslupla içinden geçmekte olduğumuz değişim sürecinde CTP tabanının oldukça hassaslaştığı konularda CTP’ye dair bana göre çok haksız tespitlerde bulundu.
Bölgesel gelişmeler ışığında değişimin kaçınılmaz olduğu noktada her bünyede hassasiyetlerin yüksek sesle ifade edilmeye başlanmasından daha doğal bir şey olamaz. CTP de “başkalaşmadan değişebilme” amacıyla yoğun çalışmaların sürdüğü bir süreçten geçiyor şimdilerde. Erhürman’ın yazısıyla siyaseten oluşan algı, CTP’nin neredeyse bütün değerlerinden vazgeçtiği şeklinde... Bu doğru değil ve değişimi de başkalaşmaymış gibi sunan bir içeriğe sahiptir. Erhürman’a göre CTP, iktidara gelmek için Türkiye’yi eleştirmeyen, kuzeyden esen rüzgârla sağa kaymış bir gemiye benziyor ve bu gemiyi düşünmek artık kendisine göre gereksiz. Bu şairane ama hakarete varan yargılar, siyasal yaşamın pratiğinde CTP’nin değişime odaklanmasına değil tam aksine değerlerini geleceğe taşımanın tek yöntemi olarak muhafazakârlaşmayı öngörmesine sebep olabilir. Eski çamlar bardak oldu Tufan Hocam. Toplumsal kesimler Beşir Bey ile görüşmek için sıraya girdiler. Halk davranışlarıyla sana cevap verirken aynı zamanda UBP ile birlikte CTP’yi de tasfiye ediyor! E, yeter hocam, artık yeter...
1990’lardan bile çok farklı bir dünyada, bambaşka bölgesel koşullarda siyasi partilerin fikir kulübü olmaktan çıkıp gerçekten siyaset üretecekleri bir yapıya bürünmelerini gerektiren bir aşamadayız. Başkalaşmadan değişmeyi başarma vaktidir şimdi CTP için. Halk olarak irademize sahip çıkmak, el ele ve gönül gönüle kendi gerçekçi programımızı hazırlayıp iktidara talip olmak zorundayız! Bunun için CTP organları düğmeye bastı; işler fena gitmiyor. CTP toparlanıp bu mücadeleyi toplumla da bütünleşerek zaferle taçlandırabilir. Sol değerlere sahip her birey de siyaseti çam devirmenin dayanılmaz hafifliği ile değil bir kamu hizmeti gibi algılayabilmeli artık. Hedef, gerçek istikrar için değişim vizyonunu içselleştirmiş, yol haritası net bir iktidar yapılanmasıdır...