Talat-Hristofyas Kıbrıs müzakere sürecinde altına imza atılan iki önemli prensip var; biri 23 Mayıs uzlaşısı, diğer 1 Temmuz uzlaşısı.
Neydi bu uzlaşılar, hatırlayalım.
Liderler 23 Mayıs 2008 tarihinde yaptıkları görüşmede iki kesimli, iki toplumlu ve ilgili Güvenlik Konseyi kararlarında tanımlandığı şekliyle siyasi eşitlik temelinde bir federasyona bağlı olduklarını teyit ettiler.
Liderler ayrıca bu ortaklığın, tek uluslararası kimliğe sahip bir ‘Federal Hükümeti’nin yanı sıra eşit statüye sahip bir Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ile bir Kıbrıs Rum Kurucu Devleti’nin olacağının altına imza attılar.
Bir diğer anlaşmanın yapıldığı 1 Temmuz görüşmesinde ise liderler, 23 Mayıs’ta tanımlanan devletin, tek egemenlik ve tek vatandaşlığının olacağı üzerinde mutabakata vardılar.
Talat ve Hristofyas, Eylül 2008’de başlayan ve 18 ay boyunca yürütülen müzakere sürecini 23 Mayıs’ta ve 1 Temmuz’da üzerinde uzlaşılan bu temel prensipler üzerine bina ettiler.
Talat’ın seçimi kaybedip de Eroğlu’nun Cumhurbaşkanı olmasını takiben, bu kez Eroğlu ile Hristofyas arasında kaldığı yerden devam eden süreç de, Eroğlu bundan çok memnun olmasa da 23 Mayıs ve 1 Temmuz üzerine inşa edildi.
Peki bu prensipler; yani iki toplumlu, iki kesimli, siyasi eşitliğe dayalı bir federasyon ile bu federal devletin tek uluslararası kimlik, tek egemenlik ve tek vatandaşlığının olacağı, Talat-Hristofyas döneminde mi ortaya çıkmıştı?
Hayır bunların hepsi zaten, 1977-1979 Doruk antlaşmalarında kabul edilen ‘federasyon’ tezinin gerekleriydi. Tek uluslararası kimlik, tek egemenlik ve tek vatandaşlık, federal bir devletin doğal gerekleriydi, olmazsa olmazlarıydı.
23 Mayıs-1 Temmuz, zaten var olan bu prensipleri daha açık ifadelerle gündeme taşıyordu, o kadar.
Eroğlu, istemeye istemeye tek uluslararası kimlik, tek egemenlik ve tek vatandaşlık ilkelerini kabul ettiğini BM nezdinde teyit etti etmesine ama kendi de UBP geleneği de bu prensiplere hep muhalif oldu.
Hatta bu, UBP ve CTP’nin yıllar boyunca Kıbrıs sorunuyla ilgili temel ihtilaf noktalarından birini oluşturdu; CTP Eroğlu ile UBP’yi hep bu noktadan hareketle eleştirdi.
Ama dediğimiz gibi Eroğlu’nun, gönlünden geçen farklı olsa da bu prensipleri kabul etmekten başka bir şansı yoktu; federal bir devletin olmazsa olmaz unsurlarından olan tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslararası kimliğin tartışmaya açılacağı bir müzakere masasına, bırakın Hristofyas’ı, BM’yi bile getirtmek mümkün olamazdı.
***
Bugün gelinen aşamada, müzakere sürecinin yeniden başlaması bekleniyor ve taraflar ortak bir açıklama metni üzerinde çalışıyor.
Dışişleri Bakanı Özdil Nami’den öğrendiğimize göre şu anda yaşanan temel sıkıntı, Temmuz 2008’de liderler arasında ilke mutabakatına varılan ‘Tek Egemenlik-Tek Vatandaşlık’ konusunun Rumlar tarafından ortak açıklama metnine de konulmaya çalışılması.
Nami, “Rum tarafı, kendi önceliği olan tek egemenlik ve tek vatandaşlık konusunu derhal ortak açıklama metnine yazdırmak istiyor” diyor.
Bizim, Nami’nin bu açıklamasından çıkarmamız gereken sonuç, Kıbrıs Rum tarafının aksine, ‘Tek Egemenlik ve Tek Vatandaşlık’ konusunun, Kıbrıs Türk tarafının önceliği olmadığı mı?
Rum tarafı iç vatandaşlık ve artık yetkiler konusunu yeniden müzakere etmek istiyor diye, biz de bunun karşılığında tek egemenlik ve tek vatandaşlığı mı yeniden müzakereye açacağız?
Eroğlu’nun bunu talep etmesi anlaşılabilir, çünkü Eroğlu’nun temsil ettiği siyasi geleneğin federasyonla ilgili rahatsızlıkları var.
Ama ya CTP’nin?
Şu anda tek vatandaşlık ve tek egemenlik meselesine böylesi bir tavırla yaklaşmak, Kıbrıs Türk tarafının gerçek bir federasyon değil, federasyon kisvesi altında bir konfederasyon peşinde olduğu imajını yaratmaktan başka ne işe yarar?
Aman dikkat!