OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
Bir okurumuz, çocukken ve Tekke Bahçesi’nde oynarken, 1974 sonrasında Tekke Bahçesi’nın dış duvar kenarlarından sürekli insan kemiklerinin çıktığını, çocukken ve oynarken bunlarla karşılaştıklarını anlattı.
Okurumuz, 1974 sonrası Tekke Bahçesi civarından çok keskin bir ceset kokusunun yükseldiğini, 1975’lerde bu bölgede oynarken sürekli olarak kemiklerle karşılaştıklarını aktardı.
Bir yakınlarının “1974 savaşında önce yalnızca Kıbrıslıtürkler’i gömerlerdi buraya ama savaşın sonlarına doğru, Kıbrıslıtürk, Kıbrıslırum kamyonlarda karışık olarak Tekke Bahçesi’ne gömülmeye getirdiklerini görürdük” diye anlattığını belirtti.
Okurumuz bize ve Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Asistanı Mine Balman’a, geçtiğimiz günlerde Tekke Bahçesi dışında insan kemiklerine hangi noktada rastladıklarını da gösterdi. Nitekim bu yerle ilgili iki farklı şahit, en az iki kez bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bilgi vermiş ve aynı yeri göstermişti ancak Tekke Bahçesi dışında yürütülen kazılarda, okurlarımızın ve şahitlerin göstermiş olduğu sözkonusu alan kazılmamış bulunuyor. Buna gerekçe olarak da bize bu bölgede yapılacak kazı nedeniyle istenmekte olan tazminatların yüksek olması gösterilmiş ve bu bölgeye yakın noktalarda kazı yapılmış olduğu halde, okurlarımızın göstermiş olduğu alan bir türlü kazılmamış bulunuyor.
Geçtiğimiz Cumartesi günü bir kez daha aynı bölgeyi bu kez bir başka okurumuz bize ve Kayıplar Komitesi yetkilisi Mine Balman’a göstermiş bulunuyor. Bakalım bu konuda Kayıplar Komitesi yetkilileri ne tür araştırmalar yürütecekler ve burasıyla ilgili ne tür bilgilere ulaşacaklar…
Hüseyin Ali Arabacı defnedildi…
Geçtiğimiz Cumartesi günü Tekke Bahçesi’nde yeniden bir cenaze törenindeydik… 1974’te savaşta öldürülmüş olan ve Tekke Bahçesi kazılarında beş kişilik bir mezarda kalıntıları bulunan Hüseyin Ali Arabacı defnedildi. Cenaze törenine Cumhurbaşkanlığı yetkilileri, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Kayıplar Komitesi’nin bazı yetkilileri, Hüseyin Ali Arabacı’nın kızkardeşleri, biricik oğlu ve diğer aile bireyler katıldı.
Ailesinin acısını paylaşıyoruz… Işıklarda uyusun…
Chris Voniati:
“Kıbrıslırum toplumunun bir üyesi olarak, Kıbrıslıtürk vatandaşlarımızdan özür diliyorum”
Kıbrıslırum Chris Voniati, Kıbrıslıtürk toplumundan özür diledi. Kişisel sosyal medya hesabından paylaşım yapan Voniati, “kendi etnik tarafımdaki faşist suçluların 1974’teki TC işgalinden önce on yıllarca sizi öldürüp, yakıp, tecavüz ederek cezasız kalmalarından, dokunulmazlıklarından utanç duyuyor ve özür diliyorum” dedi.
Voniati’nin açıklaması şöyle:
“Kıbrıslırum toplumunun bir üyesi olarak, Kıbrıslıtürk vatandaşlarımızdan özür dilemem gerektiğini hissediyorum.
Ana akım medyamızın tek taraflılığı ve zehrinden utanıyor ve özür diliyorum. Hristiyan Ortodoks eğitim sistemimizin etnik-merkezliliğinden, yarattığı dışlamalardan, hoşgörüsüzlükten, Kıbrıslırum öğrencilerin kalplerine ve zihnine aşıladığı milliyetçi zehirden utanıyor ve özür diliyorum.
Kendi etnik tarafımdaki faşist suçluların 1974’teki TC işgalinden önce on yıllarca sizi öldürüp, yakıp, tecavüz ederek cezasız kalmalarından, dokunulmazlıklarından utanç duyuyor ve özür diliyorum.
Bunca yıldır siz Türkiye’nin boğucu uygulamaları (asimilasyon politikaları, ekonomik bağımlılık vb.) karşısında direnirken benim toplumum sizi yalnız bıraktığı için, Türkiye’den bağımsızlık ve yeniden birleşme için yapılan kitlesel protesto ve direnişlerinize katılmadığımız için utanıyor ve özür diliyorum.
Çoğunun kirli kariyerleri bölünmüşlüğü araçlaştırarak nefret saçan, bizi ayrı tutmaya dayalı bir manipülasyona dayanan, yoz ve ikiyüzlü hükümet ve siyasi liderliğimizden utanıyor ve özür diliyorum.
Bunlar ve daha niceleri için, içtenlikle özür dilerim.”
(GAZEDDA KIBRIS – 2.3.2020)
BİR KİTAP…
“Adile Naşit, ne sadece Türk'tü, ne sadece Ermeni'ydi, ne de sadece Rum'du. Adile Naşit hepsiydi, bu yüzden çok güzeldi…”
Babası, annesi, büyükannesi, dedesi, dayıları, kardeşi... Sahne sanatları ve müziğin farklı alanlarında dönemin isim yapmış önemli kişilleri. Yani aileden sanatçı Adile Naşit. Tiyatroyu, oyunculuğu seçme nedeni de sadece bir tutkudan, sevdadan değil, kaçınılmazdı da.
O, seyirciyle bağ kurarak "ünlü" oldu. Hiç başrol oynamamasına rağmen büyük kitleler tarafından tanınıp sevildi.
Sibel Öz de yakın zaman önce İletişim Yayınları'ndan çıkan araştırma-inceleme kitabı "Oyuncu- Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti Yıldız: Adile Naşit"te sanatçının bu "anti-yıldız" durumunu ele alıyor. Kitap başta derinlemesine bir Adile Naşit portresi çizse de bir yanıyla da sanatçı Naşit Ailesi üzerinden bir zamanların Direklerarası'nı, tuluat tiyatrosunu, eski İstanbul'u, geleneksel Türk tiyatrosunu mercek altına alıyor.
Yazar Öz kitabını ve Adile Naşit'i bianet'e anlattı:
*** Üç günde ikinci baskıyı yaptı kitabınız. Bunu neye bağlıyorsunuz? Adile Naşit ile ilgili bir kitap aslında beklenen, eksik kalan bir kitap mıymış?
Evet, öyle görünüyor. İnsanlar çok büyük bir ilgiyle yaklaştı, kitabı "Nihayet!" diye karşılayan okurlar oldu. Bu durum tabi ki, Adile Naşit'e duyduğumuz derin sevginin göstergesi. Ancak öte taraftan Adile Naşit henüz uzak olmayan bir tarihte yitirdiğimiz bir değer olmasına karşın, pek çokları gibi hakkında çalışma yapılmamış olması bizi sinema tarihi ve yazını alanındaki boşluklarla da yüzleştiriyor.
*** "Uykudan Önce" çocuklarından biri olarak "kuzucuklar" kimliğinden sıyrılıp bu kitabı nasıl kaleme aldınız? Sıyrılmayı istediniz mi?
Açıkçası duygularımdan pek sıyrılabildiğimi düşünmüyorum. Ancak sonuçta bu bir akademik çalışma, yazmak ve araştırmak mesafe gerektiren bir iş. Zaten başlarda ne kadar ürksem ve korksam da sonradan bu durum ciddi bir anlama çabasına, meraka ve neredeyse dedektifliğe dönüştü. İşin içine girdikçe, mutlaka yazmak gerektiği, daha fazla bilgiye ulaşmak, daha iyi anlamak gerekliliğiyle bu sürecin acılı bir sorumluluğa da dönüştüğü söylenebilir.
*** Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm özellikle Adile Naşit'e odaklanmadan önce uzunca bir Naşit Ailesi portresi çiziyor. Bu portreyi çizerken okura Direklerarası, tuluat tiyatrosu, eski İstanbul, geleneksel Türk tiyatrosu, kanto nedir gibi soruların da yanıtını veriyor. Naşit Ailesi gibi her yönüyle sanatçı bir aile ile ilgili de literatürde eksiklikler var mıydı?
Kitabın ilk bölümünün Direklerarası ile başlayan kısmı benim en çok eğlendiğim kısım oldu. Özlediğim bir şeyler vardı orada. İstanbul tutkunu birisi olarak, o sularda daha uzun vakitler harcayabilirdim. "Bu hikaye Direklerarası'nda başladı" cümlesi, beni hem heyecanlandırdı, hem de başka dünyalara götürdü. Eski İstanbul'un aslında sadeliği içinde canlı bir sosyal hayatı da barındırıyor olması, çok renkliliği, Müslüman kesimlerin de gece hayatıyla içli dışlı oluşları, onca yoksulluğa rağmen insanların salonları doldurması, sahneyle kurdukları sahici bağlar, bizden farklı olarak bir tuluat gösterisini izlerken Sait Faik'in deyimiyle "patiskayı ıslatacak" kadar gülebilmeleri, kantocular... Bu dünyanın, özellikle geleneksel tiyatronun kültürel geçmişimiz olarak korunamamış olması, Direklerarası gibi özel mekânlarıyla birlikte kaybedilmiş olması beni çok düşündürdü. Naşit Ailesi ile ilgili bilgiler bölük pörçük, sinema ya da tiyatro alanından derli toplu çalışmalar yapılması, bilgi kirliliğinin giderilmesi gibi sorunlar var. Naşit Ailesiyle ilgili birtakım bilgiler olsa da, geleneksel tiyatromuzdan modern tiyatroya uzanan geçiş kavşağında çok önemli bir rol oynamış bu aileye dönük ciddi çalışmalar yapılmış olduğunu söylemek zor.
*** Naşit Özcan döneminin önemli, usta oyuncusuydu. Genelde böylesi bir babanın çocuğu olarak sanatı seçmek -hele ki aynı dalı- risklidir. Adile Naşit -abisi Selim Naşit de belki babasının sanatının altında ezilmemeyi nasıl başardı sizce, nasıl sıyrıldı ve fark yarattı?
Aslında ailenin tümü sanatçı; babaları Naşit Bey, anneleri Amelya Hanım, anneanneleri Küçük Verjin, dede Yorgi Efendi, dayıları Niko... Soydan sanatçı olmak diye tanımlayabileceğimiz bir durum. Belki de bu yüzden Adile ve Selim Naşit için "sanatı seçmek" gibi bir durum söz konusu olmaz; onlar tiyatrosuyla, kantosuyla, sazıyla, sözüyle canlı bir sanat ortamının içine doğarlar. Çocukların oyunlarında tiyatro hep vardır; babalarının meşhur Sürpik-Haçik tiplemelerini taklit ederler. Naşit Bey de bu mükemmel taklitleri nedeniyle onlara Sürpik ve Haçik adlarıyla seslenir. Çocukluk oyunlarında dahi karakter canlandırma vardır. Öyle ki bu canlandırmalarda Adile Naşit, William Shakespeare'in "Hamlet" adlı oyunundan Ophelia karakterine hayat verir.
Kısacası iki kardeş, Şehzadebaşı'nda bulunan Millet Tiyatrosu'nun üst katındaki evleri ile kulis arasında sahnenin tozunu yutarak büyür, tiyatroyu, sahneyi iliklerine kadar yaşarlar. Babaları Naşit Bey aslında onlara küçükken pek çok şeyi öğretir, ancak sonradan, biraz da yaşanılan sorunlar nedeniyle, "Gözüm arkada kalmayacak. Beni unutturmayacaksınız. Fakat ne diye bu işe merak saldınız? Ne diye sizler de benim gibi olacaksınız" der. Anlaşılıyor ki, Adile ile Selim'in tiyatro hevesleri Naşit Bey'in hoşuna gitse de, geleneksel tiyatronun geleceğinden endişe duymaktadır. Tıp mesleğini seçmesi konusunda direten babası ve amcası gibi, çocuklarını tiyatrodan alıkoymak istemez, ama öte taraftan kendisinin yaşadığı zorlukları yaşamalarını da istemez. Tuluatın ve geleneksel tiyatronun parlayan yıldızı sönmüşken ve bir dönem kapanıyorken, geçim yüküyle yorgun düşmüş Naşit Bey'in böyle düşünmesi tabi ki doğaldır. Yani Naşit Bey'in kızı Adile Naşit –ve tabi Selim Naşit- için tiyatroyu seçmek, baba, anne ve anneannelerinin yolundan yürümek, bir tutku olduğu kadar kaçınılmazdır da.
*** Belirttiğiniz gibi aslında babanın dışında ailenin kadınları da dikkat çekici. Annesi kantocu Amelya Hanım, büyükannesi kantocu Verjin. Döneminin iki önemli kantocusu olmasına rağmen neden isimlerini daha az duyduk?
Türkiye'nin Batı tiyatrosuyla tanışmasında (Müslümanların, özellikle de Müslüman Türk kadınlarının sahneye çıkmaları yasak olduğundan) gayrimüslimler önemli bir rol oynamış. Pek çok Ermeni ve Rum sanatçının İstanbul'un eğlence hayatında olmazsa olmaz bir yeri var. Nitekim vodvillerde düet yapan Adile Naşit'in annesi Amelya Hanım gibi, anneannesi Verjin Hanım da dönemin sahne hayatında popüler bir kantocu. Verjin Hanım hakkında, Naşit Bey'e kıyasla bilgi yetersizliği olsa da, Amelya Hanım'dan daha fazla bilgiye rastlıyoruz.
*** Hiç başrol oynamayıp büyük kitlelerce tanınması, genel güzellik ölçülerine uymaması gibi nedenlerle bir anti yıldız Adile Naşit. Siz anti yıldız kavramına nasıl ulaştınız? Yıldız sistemi içinde bir anti yıldız oluşu Adile Naşit'in kendi tercihi miydi?
Yıldız, sinema endüstrisinde vazgeçilmez bir öğe olarak, kolektif arzunun sosyolojik, psikolojik, kültürel ve cinsel temsilini sağlayabildiği oranda zirvede kalır. Bu süreci aslında her zaman sanatsal yetenekler belirlemez. Popülerliği besleyen temel etken, seyirci beğenisini ve beklentisini gözeten yapımcıların manipüle ederek oluşturdukları bir "imaj" üretimidir. Yani yıldızların varlık nedeni popüler sinema ve onun tüketici kitlesidir. Anti-yıldız tanımlaması ise yıldız sisteminin ortadan kalkmadığı ve popüler kültürün hâkim olduğu mevcut koşullarda, endüstriyel işleyişin parçası olan yıldızın dışında ya da karşısında konumlanmış olmayı ifade eder.
*** Çok az filmde anne rolü dışına çıkabilmiş bir sanatçı Adile Naşit. Aklıma ilk gelen Tarık Akan'a aşık olan şıpsevdi bir karakter geliyor sadece: "Ah Nerede?" Oysaki Ertem Eğilmez, "Adile Naşit'in oyunculuk yeteneğinin yüzde yirmisini kullanabildik" diyor. Adile Naşit kitabı için alt başlık "anti yıldız" olsa da ana başlık olarak "Oyuncu" ismini seçmenizdeki neden neydi?
Adile Naşit'in yaşamıyla sahnede oynadığı rol arasında çok az mesafe olduğunu görüyoruz. Onu tanıma şansı bulmuş olanların anlatımlarına göre; Balmumcu'daki evinin kapısı çalındığında o kapıyı açan Adile, sahnedeki Adile'yle davranış, üslup, kılık kıyafet vs açısından örtüşüyor. Canlandırdığı roller, kendisinden pek çok şey taşıyor. Zaten bundan dolayıdır ki, kitabın sonunda yer alan filmografisinde de görüleceği gibi, bir süre sonra tüm filmlerinde kendi adını, Adile'yi kullanmaya başlıyor. O, bir oyuncu. Babası gibi komik, ama bu "komik" kavramı çok katmanlı bir kavram. O ülkenin komiği, toplumun tümünün duygularını ifade edebilen, toplumun tümünü sarıp sarmalayabilen, bu toplumu (onu tanıyanların deyimiyle) güldürmeyi vazife edinmiş bir sanatçı. O, gerçek anlamda oyuncu. Perdenin asla, hiçbir şart altında kapanmaması gerektiğini düşünen, "oyun"u kişisel yaşamının önüne koyan bir "oyuncu". O bir oyun kurar ve hepimiz ona inanırız. Daha iyi bir dünya olacağına, güzel günler göreceğimize, birlikte güzel olduğumuza, biz'e...
*** Gerçek isminin Adela olduğunu ve anne tarafından Rum-Ermeni olduğunu biliyoruz Adile Naşit'in. Kitapta, "Adile Naşit Türkiye gibi çoğul, tek başına herhangi bir etnik kökene indirgenemeyecek kadar da çok. O ne sadece Türk, ne sadece Rum, ne sadece Ermeni." diyorsunuz. Kitapta da Ermeni kimliğine özellikle mi çok vurgu yapmayı tercih etmediniz?
Ben Adile Naşit'i incelerken ve anlatırken, objektif tutumu yitirmemeye gayret ettim. Herhangi bir şeyi öne çıkarma ya da geri itme tutumuna uzak durmaya, sadece olanı/gerçeği anlamaya çalıştım. Adile Naşit'in neredeyse soy ağacını çıkardım. Gördüğüm şey şu oldu; Adile Naşit, tıpkı hayattaki duruşu gibi, ne sadece Türk'tü, ne sadece Ermeni'ydi, ne de sadece Rum'du. Adile Naşit hepsiydi, bu yüzden hepimizdi. Bu yüzden çok güzeldi.
(BİANET.ORG – Ayşegül ÖZBEK – 29.2.2020)