Teknokrat hükümet çare olur mu?

Ongun Talat

KKTC koşullarında adına “siyaset” denilen şey bugünlerde bir tiyatrodan farksız.

Sahnelenen oyunun hükümet krizleri/pazarlıkları sahnesini izlerken elimizde olmadan siyasilere –tabi ki içimizden- saydırıyor, bencil siyasi çıkarların bu kadar aşikar kılınması karşısında haklı bir öfkeye kapılıyoruz.

Bu ortamda, daha önce de çeşitli vesilelerle gündeme gelen hükümetin siyasetçilerden değil de, alanında yetkin, teknik veya bilimsel bilgiye sahip kişilerden oluşturulması yönündeki “teknokrat hükümet” önerisinin, yeniden popüler hale gelmesi pek de şaşırtıcı olmasa gerek.

Bu öneri temel olarak siyasetin toptan olarak irade göstermekten mahrum olduğu yargısına dayanıyor. “Seçim kaygıları” kavramı, bu yaklaşımda bir nevi simgesellik kazanarak siyasi yozlaşmayı işaret eden bir konuma geliyor.

Bakanların önünde sonunda seçilme kaygısı taşıyan ve toplumsal çıkarlar yerine parti çıkarlarını gözeten birer siyasetçi oldukları kanaati güçlendikçe, özellikle bu kriz döneminde yönetimin siyasetten kurtarılması gerektiği görüşü giderek güçleniyor.

Peki gerçekten de krizden çıkışın yöntemi, alanında uzman kişilerin ilgili bakanlıklara getirilerek, geçici bir süre için dahi olsa, siyasi kaygılardan arınmış bir icraat ortamına varmak olabilir mi? Daha doğrusu, böyle bir siyasetten arınmış icraat ortamı yaratmak gerçekten mümkün mü?

Teknokrat bir yönetim arzusunun kökleri yönetme işini bilen, ehil insanların yönetici olmaları gerektiği yönündeki görüşe dayanır. Bu yönüyle bu görüş demokrasi karşıtı bir nitelik taşır. Çünkü halk yönetim alanında en yetkin insanların kimler olduğunu bilemez. Dolayısıyla yöneticileri halkın seçmesi söz konusu olamaz.

Temellerini bu savdan alarak modern dönemlere kadar uzanan ehil insanlar yönetimi fikri, bilimselliğe dayanan dünya görüş ve kavrayışlarının gelişmesi ile birlikte bugünkü anlamına yakın teknokrasi kavramına ulaştı. Bilimciliğin gittikçe güçlendiği dönemlerde, toplumsal yaşamı belirleyenin insanların kendileri olmadığı, toplumun dışında nesnel, bilimsel olgular/kuralların belirleyici olduğu anlayışı, teknokrasi fikrinin iyice serpilmesi sonucunu doğurdu.

Teorik olarak ideal betimlemelerle oldukça işlevsel gösterilebilecek teknokrat yönetim modelinin, pratikte yaşayabileceği en önemli sorun farklı disiplinlerin vardığı sonuçların nasıl ortaklaştırılacağı meselesidir. 

Bir örnekle ekonomi alanından sorumlu olacak teknik kişiyi ele alalım. Böyle bir teknokrat yönetici belirleyici konumu iktisadi bilimselliğin nesnel kurallarına verecektir. Onun anlayışına göre, uygulanacak politikalar “nesnel gerçeklik düzeyindeki ekonomik aklın” kurallarına göre belirlenecektir.

Böyle bir teknik anlayışla, siyasi irade devreye girmeden toplumun daha çok ezilen kesimlerin haklarını ve ihtiyaçlarını gözetemezsiniz. Çünkü bilimsel olduğu iddiasındaki “ekonomik akıl” size etik olarak doğru olanın ne olduğunu değil, mevcut ekonomik düzen dahilinde krizden en az zararla nasıl çıkılabileceğinin yöntemlerini uygulamanızı emreder.

İşletmelerin en az zararla krizi atlatabilmesi için bir miktar emekçinin işsiz kalması ödenebilecek bir bedeldir. Bunun toplumsal yapıdaki diğer muhtemel etkilerini hesaba katmak ya da politik bir tercih yaparak ezilenin yanında durmak gibi şeyler ihtimal dışıdır.

Öte yandan sağlık alanından sorumlu teknokrat bakan, diğer toplumsal alanların dinamiklerini ikincil konuma getirecektir. Belirleyici olan ekonomi ya da siyaset değil, tıp bilimi olmalıdır.

Teknik veya bilimsel düzeydeki bu yaklaşımlar toplumsal dinamiklerin tüm boyutlarını, toplumsallığın oluşmasında rol oynayan değişkenleri hesaba katmadan hareket edeceği için, eğer siyasi iradeden yoksunsa toplum yararına bir sonuca varması mümkün olamaz.

Çünkü toplum yaşamında birbirinden farklı birçok hedef söz konusudur. Çoğu zaman çatışan bu çoğul hedeflerin ortaklaştırılabilmesi, daha doğru bir ifadeyle bunlar arasında denge kurulabilmesi, siyasetin işidir.

Şüphesiz siyasi bir iktidar belli alanlarda teknokrat nitelikte bakanlar atayabilir. Ancak böyle bir durumda da son kertede belirleyici olanın siyasi irade olması yine kaçınılmazdır.

Teknokrat ağırlıklı bir hükümet modelinde bile uygulanacak politikalar, öyle olduğu gizlenmeye çalışılsa bile, sonuçta birer siyasi tercihtirler. Başka bir deyişle, yönetim alanından siyaseti kovmak gerçekte pek de mümkün değildir.

Bu yüzden özellikle muhalif kesimler, geçici bir umut kapısı olarak teknokrat nitelikteki bir seçim ya da geçiş hükümeti fikrine kapılmak yerine, halka karşı sorumlu, bilimsel verilere dayanan ama mutlaka siyasi irade sahibi politikalar talebini inatla yükseltmelidirler.

Bu talebi yükseltirken çatışma ve mücadele alanının her koşulda siyaset olduğu gerçeği asla gözden kaçırılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki teknokrasiyi yüceltmenin sonu istemeden de olsa siyasetin gereksizliği algısının yerleşmesine varabilir. 

Bu ise her hâlükârda politik mücadele vermek zorundaki muhaliflerin, asla işine gelecek bir şey değildir.