'Tele kulak'… Hatırladınız mı?

Mert Özdağ

 

2013'ün ilk ayları…
Cumhurbaşkanı makamında Derviş Eroğlu…
Telefonlarının dinlendiğini ima etmişti.
Eroğlu’nun bu açıklaması o dönemde 'kurultay tantanası'nın içinde kaynadı gitti, unutuldu.
Ne meclis, ne hükümet ne de güvenlikten sorumlu birimler girişimde bulundu.
Derviş Bey şunları söylüyordu TAK’taki 'yazılı' açıklamasında:

• “Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı’na geçmişte ‘dinleme yapılması mümkün mü’ diye sordum; ’olmaz’ dedi. Ama böyle bir endişe ile bazı tedbirler aldığımız, gelen gidenlerin bize ‘dinleniyorsunuz, dinleniyoruz, dikkatli olunuz’ dedikleri de bir gerçektir. Özellikle bazı yerlerle görüşen vatandaşlarımız daha sonra bize gelerek, ’dikkatli olunuz, dinleniyorsunuz’ diyorlarsa ve özellikle Cumhurbaşkanı olarak beni uyarmak durumunda kalıyorlarsa hayli ilginç bir dönem yaşıyoruz demektir”

• “Çok yazık. Böyle olmamalı. Kim dinliyor? Kime karşı önlem alınmalı; onu da bilemiyoruz? Sadece Cumhurbaşkanlığı değil, benim bildiğim kadarıyla Meclis Başkanı ve bazı diğer makamlar da endişeli ve tedbirli davranmaya çalışıyorlar. Konu önemli bir noktaya gelmiştir ve umarım ilgililerimiz, güvenlik güçlerimiz en kısa zamanda bu konu ile ilgili olarak bizi aydınlatırlar, gereken tedbirleri alırlar”
                                                                        
  ***

Burada durup düşünmek gerekiyor.
Ne olmuştu da Derviş Bey aniden 'telefonlarım dinleniyor' demişti?
Bunun bir nedeni, bir anlamı olmalıydı…
Aradan zaman geçti tabii…
Konunun takibini ne yazık ki dönemin hükümeti yerine dönemin ana muhalefet partisinin vekilleri yaptı.
Meclis genel kurulundaki konuşmalarda zaman zaman dile getirildi konu.
Lakin, sonuca ulaşmak pek tabii ki mümkün olmadı.
CTP Milletvekili Ferdi Sabit Soyer konuyu Mayıs 2013'te yine meclis gündemine taşıdı.
Soyer daha önceki meclis birleşiminde Polis Genel Müdürlüğü’ne sorduğu soruya gelen yanıtı okudu meclis kürsüsünden…

Ne sormuştu Soyer?
Kuzey Kıbrıs’ta telefon dinleme cihazı ya da böyle bir teknoloji var mı?
Polis Genel Müdürlüğü yanıtında “polis bünyesinde” böyle bir teknoloji olmadığını, Kuzey Kıbrıs’ta telefonların dinlenmediğini iddia etti.
Kısacık bir açıklama ile konu geçiştirildi.
Yasalarımız polise “MAHKEME KARARI İLE” kimi şahısların telefonlarının dinlenebileceğini söylüyor.
Yani bu konuda yasal alt yapı var.
Ama durum yasaldan çok 'gayrı yasal' uygulamalarla ilgili…

Hatırlayınız, eski Cumhurbaşkanı Talat ile TC Başbakanı Erdoğan’ın telefon kayıtları bile Türkiye medyasında yayınlanmıştı bir dönem…
Hatta Erdoğan’ın evinde de bu tarzda bir cihaz tespit edilmişti.
Hemen hemen herkes Kıbrıs’ın kuzeyinde de bu tarz bir yöntem olduğunu tahmin ediyor.
Elde net veriler olmasa da, zaman zaman istihbaratın hareketlerinden dinleme olduğunu çıkarmak mümkün…
Gelelim esas iddiaya…
Çeşitli kaynaklar 'tele kulak' konusunda 3 araçtan bahsediyordu.
Kıbrıs’ın kuzeyinde kullanılan bu 3 aracın içindeki 'dinleme cihazları' sayesinde bulunduğu ortamdaki 1 millik alandaki tüm telefonların dinleyebileceği iddia ediliyordu.

• Merak edilen şu, bu araçlar (eğer varsa) hangi kurumun bünyesinde kayıtlıdır?
• Bu araçlar aracılığı ile kim, kimleri neden dinlemektedir?
• Polis Genel Müdürlüğü dışında kimler bu tarz istihbarat işleri ile ilgilenmektedir?
• Yasadışı olduğu aşikâr bu yöntem ne amaçlar doğrultusunda kullanılmaktadır?

Mecliste konuşan Ferdi Sabit Soyer konu hakkındaki görüşlerini daha da ileriye taşıyarak bu soruları sıraladı meclis salonunda…
Duyan oldu mu dersiniz?
Olmadı…
Unutuldu, gitti…
Toplum da uyudu, siyaset de…
Ancak ‘dinleyenler’ dinlemeye devam etti.
Bize de hatırlatmak düştü.

-----------------------------------------------------------------

Hangimiz yoksul?

Ne yazık ki bu memlekette hep kamu emekçilerinin 'sorunları' konuşulur.
Kamudaki maaşlar ne kadar eridi?
Memur ne kadar artış alacak?
Maaşların döviz karşısındaki durumu ne olacak?
Falan filan…
Ancak örgütsüz olarak çalışan binlerce özel sektör çalışanı da var.
Onların maaşını kimse konuşmaz!
Kimse “Sizin maaşınız döviz karşısında ne kadar eridi?” diye sormaz onlara.
Ve kimse demez “Siz nasıl geçiniyorsunuz a dostlar…”
Zaman zaman “asgari ücret” konusu gündeme gelince konuşulan bu kesim, ciddi sorunlar yaşıyor son yıllarda…
Hemen hemen her şeyin zamlandığı son 3 yılda evlerinde ısınacak yakıt yakamayacak kadar yoksullaşan insanlarımız var.
Sağımızda-solumuzda olanları izliyoruz.
Tek maaşlar geçinmeye çalışanların çektiklerini…
Geciken maaş ödemelerini…
Tasarruf olsun diye iki gecede bir yakılan sobaları…
Annede-kaynanada yenilen yemekleri.
Kimi zaman hiç tütmeyen ocakları…
Yakıtsız garajda duran arabaları…
Bu liste uzayıp gider…
Yaşam koşulları o kadar ağırlaştı ki.
Yoksulluğun hiç uğramadığı çok lüks-keyif içinde yaşayanlar da var tabii…
Ancak “seçilmiş” olan bu grup ya bir şekilde iş dünyasına bağlı, ya da devlet olanaklarına…
Yoksa bu ülkede “lüks” kavramı artık yavaş yavaş uzaklaşıyor.
Orta sınıf yoksullaşıyor.
Görünen manzara ne yazık ki bu.

-------------------------------------------------------------

YÜZ YÜZE (!)

Öyle uzman filan olmaya da gerek yok…
Her “ölümlü kaza” haberinde yazılan cümleler bile aynı…
“Direksiyon hakimiyetini kaybetti, karşı şeride geçti, diğer araçla yüz yüze çarpıştı”…
Plaka ve ölenlerin isimleri değişiyor sadece…
Ancak ölümlü trafik kazalarının şekli değişmiyor!
Önce direksiyon hakimiyeti kaybediyor.
Sonra karşı şeride geçiyor.
Son olarak da karşı şeritten gelen başka bir araçla yüz yüze çarpışıyoruz!
Peki önlem ne?
Yok mu bunun bir çözümü?
Var!..
Yolların sağına ve soluna konan çelik bariyerler, artık orta refüjlere de konsa ne olur sanki…
Bu “karşı şeride geçme” meselesi halledilmez mi?
Kaybedilen canlar geri gelmez belki ama…
Bundan sonrası için bir adım olur…
Yanlış mıyım?

------------------------------------------------------------

Demek ki neymiş?

Demek ki neymiş?
Bir şekilde kamuya-belediyeye kapak atmak lazımmış!
Demek ki neymiş?
Öyle ya da böyle devlette işe başlamak lazımmış!
Demek ki neymiş?
Fazla atıp- tutmamak lazımmış!
Demek ki neymiş?
Bağıran haklı, sessiz kalanlar haksızmış.
Demek ki neymiş?
Siyaset böyle bir şeymiş…