Ne kadar alıştık desek de alışamıyoruz işte bu ölümlere.
Hele hele tanıdık; bir dostluğu, yakınlığı, akrabalığı paylaşmışsanız, çelik gibi yürek bile eğilir günü geldiğinde.
Telefon çalışlarından dört yıldır nefret ediyorum, özellikle gece çalanlardan.
Bundandır ki artık babam da rahmetli olunca tüm cep telefonlarımı geceleyin kapatıyorum, iki acı haberden sonra üçüncü bir acıyı duymamak adına.
Dünya başaşağa gelse haberim olur nasıl olsa.
Ama acı insanın peşini bırakmıyor işte.
Duvardaki en küçük yarıktan içeriye sızan su gibi sızmakta yüreğimize.
Nerde olursak olalım bulur bizi mutlaka.
Ve telefonun ucuna bağlı acıyla düğümlenir, yüreğin yeniden sıkışmaya başlar.
Böyle bir haberdi yine yüreğimi acıtan, sabahın buğulu, kapalı havasında.
Şevket Öznur dostum vermişti acı haberi, sesi düğümlü, ağlamaklı, sözcüklerin birbirine dolaşmışlığıyla.
Ali Nesim hocamızı kaybetmişiz Cuma’nın yağmurlu havasında, hayata tutunmaya çalıştığı devletin yoğun bakımında.
Daha dün konuşmuştuk Şevket’le Ali hocamızın durumunu.
Allah kolaylık versin demiştim ailesine sevenlerine, tüm bu evreleri geçirmiş biri olarak.
Ani ölümler de, gözünün önünde sevdiğininin yavaşça kayıp gitmesinde de acının bin beteri sarar sarmalar seni.
Kendisiyle birçok televizyon programı yapmıştım, her defasında bana anlattıklarıyla beni zenginleştiren, her defasında Templos’tan bahsederken beni bir o kadar daha toprağıma bağlayan sohbetleriyle.
İnsan bu kadar mı sever zeytin ağaçlarını diye düşünmüştüm, yazdığı kitaplarını okuduğumda.
İnsan bu kadar mı sever köyünü demiştim; kendisiyle Templos’ta efsaneler ve yatırlar üzerine belgesel yaptığımızda.
Severmiş ya...
Toprağına kültürüne inanına aşık bir yüce ağaçtı Ali Nesim hocamız, zeytinin kutsallığında, kutsal bir ağaç...
Huzur içinde uyu hocam...