Adalet temelli bir siyasette kazanımlar toplumsaldır...
Toplumsal koşullar ortaya çıkarılır,
ve bölüşüm ilkeleri ile örtüştürülür...
Böylelikle üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutanlar diğerlerini sömüremez...
Bunun önüne geçilir...
Neticede insanlar, araçlarla amaçlar etrafında eşitlik tartışması yapar...
Ortak kaygılarda birleşir ve yüzleşir...
Siyasetin kamuoyundaki toplumsal rolü bu!
Diğer bir deyişle,
bu bilince varılması gerekiyor.
Yani, siyaset sıradan ve basit bir yandaş becayişi,
insan kaynağındaki yer değiştirme değildir!
İdeolojiktir...
Politik ve entelektüel bir mukavemettir.
Ortaya koyduğun "akıl",
kuramsal bir temele dayanır,
ve "hayal gücü" ile doyurulmaz!
Hayatta "donmuş kalmış" hiçbir şey yok!
Var mı?
Fakat yıllardır bu KKTC denen coğrafyada "donma" siyaseti güdenler,
hayatımızın her alanına bulaşarak, insanlarımıza dayanılmaz bir dünya yarattılar.
Siyaseti de insanları da "dondurdular"!
Çünkü bu tür bir siyaseti yürütenler,
sadece “donarak”,
kendi tempoları ve sınırları içinde var olabilirler...
Bu sebepledir ki,
Kıbrıslı Türklerin sirkülâsyona girmesini ve kendi kendini ifade edebilmesini hiç istemediler,
istemiyorlar da.
Aslında sosyal uzlaşının peşinde de değiller!
Peki donup kaldıkları yer neresi?
Peşkeş deresi...!
Bulundukları ortamdan azami pay ve fayda elde etmek isteyenlere rehberlik meselesi...
Uzun yıllar bu bilinçsizliğin cezasını ve yıkımını paylaştık.
Kendi değer ve hedeflerimizi seçemedik.
İnsanlara saygı gösterecek bağımsız haklar çerçevesi sunamadık.
Yurttaşımıza,
politik düzeyde bir "söz hakkı" veremedik!
Henüz çözüm olmadı diye AB'ye de giremedik.
Bu fırsattan yararlananlar ise,
topluma vesayet eden bir "kafa" örgütledi...
Bize ait "değer" ne varsa,
bu “kafa” ile egale ediyorlar şimdi!
Bizlerde vaziyeti "iddiasız" bir şekilde, sadece izlemekle yetiniyoruz!
Çünkü hayatımızda sahici ilkeler yok!
Temel mekanizmamız,
şu veya bu gerekçelerle,
ne yazık ki irrasyonalite...