Temel yoldaşın ardından

Serhat İncirli

“Emekçinin vatanı, ekmeğini kazandığı yerdir” demişti...
Ve eklemişti: “... İngiltere’deki kavgadan uzak durmamalıyız, duramayız...”

-*-*-

Neden bunu konuşma gereği duymuştuk?
Çünkü, o günlerde yaşadığım Londra’da Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’taki çekişmelerin, Türkiyeliler ise Türkiye’deki kavgaların derdindeydi!
Ve yaşadıkları yeri ihmal ediyorlardı... 

-*-*-

Haaa elbette Türkiye ve Kıbrıs da bizim derdimiz olmalıydı!

-*-*-

Evet, Temel yoldaşı kaybettik...
Yıllarca adını hep “Temel” olarak bildim...
Oysa Zeka Mustafa’ydı gerçek adı...

-*-*-

Rıza Yörükoğlu önderliğindeki Türkiye Komünist Partisi İşçinin Sesi adlı oluşumun önemli elemanlarından biriydi...

-*-*-

Aynı köylü sayılırdık; tanışma şeklimiz de buydu...
Ben Yeşilırmaklı bir babanın oğluydum; O ise Yeşilırmak’a göç etmek zorunda kalan bir Vroişalıydı...
Sonuçta iki Dilliro...

-*-*-

“Bizim toplantılara katıl” demişti...
Yıllarca her Pazartesi akşamı, gelip beni evden ya da işten aldı; birlikte bir kaç bira içip, o toplantılara katıldık...
Üniversitede öğrendiklerimin belki de bin katını o muhteşem insanların Pazartesi toplantılarında öğrendim.
Rıza Yörükoğlu diye bir efsaneyi saatlerce dinledim; birlikte içki içtim, yemek yedim...
Büyük şerefti benim için... 

-*-*-

Yörükoğlu kansere yakalanmıştı...
“Tedavisi yok” dendiğinde, ağrı kesici ilaç almayı dahi reddetmişti!
Çünkü, o ilaçların bedelini emekçi vergi mükellefleri ödeyecekti ve yazıktı!

-*-*-

Yörükoğlu ölmeden önce tek bir vasiyeti vardı; “Cesedimi yakın, küllerimi İstanbul Boğazı’na serpiştirin”... 
Öyle de yaptı yoldaşları...
Yörükoğlu, on yıllarca girmesi yasak olan Türkiye’ye, bir kavanozun içerisindeki küller olarak dönmüş ve Boğaz’a yerleşmişti...

-*-*-

Temel yoldaş da benzer bir vasiyet bıraktı...
“Cesedimi yakacaksınız ve küllerimi köyümün dağlarına serpiştireceksiniz...”

-*-*-

Kendisi de kardeşi de akrabaları da Vroişa için çok mücadele ettiler...
AB’de, AİHM’de köylerinin ve köylülerinin uğradığı haksızlık ya da göçe zorlanmaya karşı davalar açtılar...

-*-*-

Temel yoldaş ve arkadaşları ile siyaseten çatıştığımız durumlar yok muydu?
Vardı elbette...
Ama asla kavga etmeden, çok sert bağrışmalarla da olsa bu konuları konuşurduk...
Mesela onlara göre Kürt halkının Türkiye’de kendi kaderini tayin hakkı, vazgeçilmez bir haktı...
Ama yine onlara göre, Kıbrıs Türk halkı da benzer bir hakka sahip olmalıydı... Hatta aynı hakka...
Yani, Kıbrıslı Türklerin de kendi kaderini tayin hakkı; ayrı devlet hakkı mutlaka kabul edilmeliydi...

-*-*-

Bu nedenle, Güney’deki AKEL ile sıkıntılıydılar...
Zaten AKEL, her zaman “öteki TKP” ile veya “gerçek TKP” ile iyi ilişki içerisindeydi. 
Bu arada ekleyeyim, TKP İşçinin Sesi ile Türkiye Komünist Partisi’nin kökleri aynı yere dayanır ama fraksiyonel farklar onları ayırmıştı.
Neyse!

-*-*-

Zeka Mustafa veya Temel yoldaş ile arkadaşlarının “ayrılma hakkı” benim gibi düşünen bir kaç kişinin o eğitim çalışmalarından hafiften uzaklaşmasına sebep oldu dersem, yalan söylemiş olmam... 
Hayatımın hiç bir döneminde, Türkiye’nin de Kıbrıs’ın da bölünmesini hiç istemedim...
Ki burada ilginç bir ironi söz konusudur...
Milliyetçiler, Türkiye’yi bölünmez, Kıbrıs’ı ise “bölünür” kabul etmektedir...
İddialarının zayıflığının temel sebeplerinden biridir bu...

-*-*-

Ama bizim konumuz bunlar değil...
Bugün bizim konumuz, Zeka Mustafa’nın ölümü...
Ülkesini asla unutmayan...
Doğduktan bir kaç yıl sonra terke zorlandıkları köyüne, toprağına aşık...
Bir Vroişalı...
“Öldüğümde küllerimi serpin” diyecek kadar aşık...

-*-*-

Ve düşünün, Zeka Mustafa’lar ölüp giderken; anlamsız ve gereksiz, son derece salakça ve aptalca vatandaşlık dağıtılması nedeniyle; KKTC’deki seçimlerde propagandaya gelen Türkiyeli ülkücülerle haşır neşiriz...
Sorsanız “Vroişa nerede?” diye!
Sadece boş boş bakacaklar!
İçim acıyor!

-*-*-

Zeka Mustafa yaşamını yitirdi...
1956 Vroişa doğumluydu... 
Eşine, evlatlarına, annesine, kardeşlerine ve ülkemize başsağlığı diliyorum...
Uzun zamandır çok rahatsızdı; belki de ölüm O’nun için bir kurtuluştu... Ama yine de kendisini sevenler için büyük acı... 
Unutmayacağız... 
 


Bazı güncel siyasi notlar ve yorumlar

Faiz Sucuoğlu, hayatındaki en büyük siyasi sınavı yaşıyor...
Sıkıntılı kurultaylar, seçimler yaşadı...
Ama şu andaki sınav, bunların hepsinden daha zor...
UBP’de kendisi dışında 23 vekil bulunuyor...
23’te 23 bakan adayı demektir bu...
İstisnasız hepsi istiyor o makamı...
Doğrusu sınavın sonucunu çok merak ediyorum...

-*-*-

Neden mi?
Çünkü UBP’de, “bakanlık alamayan ağır abilerin nisap tehdit geleneği” var da ondan!

-*-*-

İkili koalisyon 27 sandalye demek... 
Üçlü koalisyon, en az bir UBP’li bakan daha az demek...
Zor sınav be Faiz abi!

-*-*-

Plansız, hedefsiz, programsız, sırf kızgınlıktan yapılan seçim boykotu, TDP’yi bitirdi.
Sol adına, merkez sol adına, sosyal demokrasi adına, federal çözüm adına, dürüst siyaset, temiz siyasetçiler adına büyük kayıp...
Benzer saçmalıklar umarım devam etmez....
Çünkü, bu tür ego içeren acayiplikler, kesinlikle Mehmet Harmancı’ya da seçim kaybettirir...

-*-*-

İstanbul’a kar yağdı...
Erdoğan yanlısı gazeteleri okuduğumda, kar yağışının dahi sorumlusunun Ekrem İmamoğlu olduğu sonucuna varmamak elde değil!
İnsanlara yardım edip, sorunlarını çözmeye çalışmak yerine,  sadece Ekrem İmamoğlu’nu yıpratmak için çaba harcıyorlar...
Bu nasıl bir hırstır anlamak çok zor!

-*-*-

Hentbol konusu; KKTC’nin var olmadığının açık ispatıydı...
Bir TC Milli sporcusunun Kıbrıs’tan alınması için yarım asrı aşkın süreden beri, İstanbul’dan Larnaka’ya “insani sebeple” de olsa resmi uçuş izni verilmesi; Ersin Tatar’ın uykusunu kaçırmalı!
Federal çözüm yeniden masaya doğru gelmektedir...
Bir yığın sebep sayarım ama en net budur...

-*-*-

Türkiye’de gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanması, Sezen Aksu gibi bir büyük sanatçının sanal ortamda linç ediliyor olması; Erdoğan’a seçim kazandırır ama Türkiye’ye sadece çok ciddi anlamda itibar kaybettirmektedir.
Yazıklar olsun diyorum!
 


Baf’taki Pomos Barajı taştı (Fotoğraf)... 1974 sonrası Rum toplumuna karşı en büyük yenilgimiz “su” konusundadır... Bizim tarafta su kaynaklarını kuruttuk, bir tek doğru dürüst kullanabildiğimiz baraj yapmayı bırakın, derelerde, İngiliz döneminden kalan bentleri bile yıktık... 1980’de Türkiye Derevasyon Projesi yaptı, çalışmadı... Balonla su getirmeye çalıştık, patladı... Tek su kaynağımız, Geçitköy’e Türkiye’den boruyla gelen barajda tutulandır... O da bir kazaya uğradı, az kalsın ülke kuruyacaktı!.. Ama neymişiz? Eşit ve egemenmişiz! Hade be oyanı!