Yaklaşık bir aydır, sosyal sigorta reçetelerine yönelik yürütülen polis soruşturmaları ve Mahkemeye yansıyan tutuklamalar gündemi meşgul ediyor. Öncelikle ceza hukukunun en temel prensiplerinden biri olan masumiyet karinesi gereği, kimsenin yargılama neticesinde işlediği iddia edilen suçtan mahkûm olmadıkça suçlu ilan edilemeyeceğini hatırlatmak isterim. Gerek anayasamız gerekse uluslararası hukuk kuralları bunu emretmektedir. Aksi uygulamalar, özellikle sosyal medya aracılığıyla yürütülen linç kampanyaları, ilgili zanlıların savunmalarına gerek duymadan verilen peşin hükümler, orta çağ zihniyetinin yargılama pratiğine denk düşer.
Hepimizin gailesi, kamunun menfaatini çarçur edip haksız kazanç elde edenler varsa gereken cezayı almaları ve bir daha aynı olayların yaşanmasının önüne geçilmesidir. Bunu yerine getirecek yetkiye sahip olan kuvvet de mahkemelerdir. O yüzden biraz daha sabırlı olmalı, aksi bir yola girilirse takibini yapıp kamusal baskıyı oluşturmalıyız. Ötesi, cadı avı ve sosyal linçe girer ki bu kabul edilebilir değildir.
Tabi ki tüm bunlar olurken, denetleme görevine sahip idare ne yapıyordu? Onu pek konuşmuyoruz. Basına yansıyan bilgilerden edindiğimiz kadarıyla, suç unsuru barındırdığı iddia edilen reçeteler için Ocak 2023- Temmuz/Ağustos 2023 arasındaki zaman işaret ediliyor. Yani yaklaşık 8 ay boyunca bu başvurular yapıldı ve ödemeler gerçekleştirildi. Bunca zaman eğer idare farkındaysa (ki daha önceki bakanlara bilgi verildiği söyleniyor), suçun ortaya çıkarılmasında idarenin ihmalinden söz edemez miyiz?
Keza ilgili dairenin yöneticilerinin verdiği röportajlara göre, 2021 yılında da benzer şikâyetlerin yapıldığı ama işlemin ileri götürülmediği aktarılıyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Soruşturma süresince doktor ve eczacılar dışındaki idari personel, 2021 yılında soruşturmayı ilerletmeyenler veya süreci durduranlar hakkında da işlem yapılacak mı? Yoksa başka bahara mı kalacak?
***
UBP – YDP – DP hükümeti, hemen her gün usulsüz, hukuk dışı ve kamuyu zarara uğratıcı icraatlarını, reçete soruşturmasını önceleyerek bir sır perdesinin arkasına saklayabileceğini zannediyor. Bir nebze de olsa başarılı oluyorlar. Çünkü toplum olarak dikkatimiz çok erken dağılıyor ve unutuyoruz. Oysaki hatırlamak, birçok sorunu yeniden yaşamamızı engelleyebilir veya yaratılmak istenen illüzyonu dağıtır.
Niye illüzyon diyorum? Tabi ki reçetelere dair yürütülen süreci çok önemsiyorum. Yıllardır süregelen denetimsizlik neticesinde kamu menfaatinin kolayca harcandığı gerçeğinin farkındayım hatta hepimiz farkındayız. Ama içimden gelen bir ses de, icraatları ile memleketi kemiren “atanmış bir hükümetin” bu konudaki cesaretinin altında yatan başka bir gerçek motivasyon olduğunu söylüyor.
Tüm bunları sağlıkta, sosyal güvenlikte ve buna benzer birçok konuda atılmak istenen karmaşık / hak kaybı yaratacak adımlar öncesinde, karşı durabilecek her kesimin toplum gözündeki meşruiyetini sorgulatma pratiği olarak da düşünebilirsiniz. Ne de olsa bu yöntemleri kullanan akıl hocaları var ve hiçbir adımları onların onayı olmadan gerçekleştirilmiyor. Yeniden söylüyorum, eğer bu yönde işlenen suçlar varsa en ağır şekilde cezalandırılmaları gerekir ama sonrasını da dikkatle takip etmek elzemdir.
***
Gelelim 1 aydır “temiz eller operasyonu” yürütenlerin esasen nelere sebebiyet verdiği gerçeğine. Makamlardaki isimlerin değişiminde ciddi bir istikrara sahip olan yapı, memleketi ekonomik ve sosyal manada batağa sürükleme konusunda da gayet başarılı. Bir bakan, 2-3 aydan fazla aynı koltukta oturamasa da hükümeti oluşturan siyasi irade yeni değil. O yüzden işaret edeceğim kimi rezillikler Ünal beyin başbakan değil de bakan olduğu döneme de denk düşebilir. Ama dediğim gibi gelen giden aynı, zihniyet baki.
Pandemi sürecini hatırlayalım, neler olmuştu? Bir türlü ortaya çıkmayan “Jet raporu”, ada pass skandalı. Sonuç? Hiç! Aşıya ve ilaca muhtaç olduğumuz o dönemde, Kıbrıs Cumhuriyeti aracılığıyla AB tarafından sağlanacak yardımları manasızlaştıran ve halk sağlığını tehlikeye atanlar da bugün iktidarda olan kişilerdi.
*
Ülkenin stratejik alanlarından olan elektrikte yaşanan keşmekeş, AKSA’ya sağlanan imtiyazlar, devletin alacaklarından vazgeçmesi, devlet santralinin bakım – onarımının yapılmaması neticesinde gerçekleşen zarar ve ihale yolsuzlukları, son olarak Kıb- Tek’te adaleti yok eden, güvencesiz, sınavsız ve iş barışını bozan istihdamlar.
*
Bir türlü inşaatı sona erdirilemeyen, hemen her gün yeni bir sorunla gündeme gelen Ercan Havaalanı ile ilgili kamunun, yani hepimizin (toplumun) 59 Milyon EURO’sunu bir çırpıda gözden çıkaran da aynı hükümet. Bakan Sadık Gardiyanoğlu diyor ya, reçete soruşturması başladıktan sonra 6 buçuk Milyon TL fark oluştu diye. Varın hesabı siz yapın.
*
Yasal anlamda elle tutulur gerekçesi olmadan, leblebi gibi dağıtılan vatandaşlıklar, siyasi rant olarak kullanılmaya devam ediyor. Resmi gazeteyi takip edenler görecektir. O kadar bir kendilerini kaybettiler ki, “ülkede kirada kalıyor, yani ekonomiye katkı sağlıyor” diyerek vatandaşlık verecekler. Tabi ki yapılan hesap başka.
*
Eğitim adeta çözülemez bir düğüme dönüştü. Aldıkları talimat neticesinde; akıl – bilim dışı, yalan dolan, insan haklarını ve eleştirel düşünceyi yok sayan içeriğe sahip ders kitaplarını müfredata dâhil ettiler. Okul binalarının çatıları tek tek yıkılırken, çocukları savaş koşullarında oluşturulan konteyner binalara mahkûm ettiler. Anadili Türkçe olan ve olmayan çocukları aynı sınıflara koyarak etkili ve kaliteli eğitime erişimi engellediler. Pedagoji eğitimi olmayan, mesela gıda mühendisi kişileri (UBP vekilinin eşi olduğunu iddia ediliyor) geçici öğretmen olarak atadılar. Maksat, yandaşlar mutlu olsun! Tüm bu imkânsızlıklar yanında, sanki tek ihtiyacımız oymuş gibi, İlahiyat Koleji açılacağına dair karar aldılar. Dedim ya, emir demiri keser. Toplumun, geleceğimiz çocukların temel ihtiyaçları pek de önemli değil. “Emredersiniz efendim, yeter ki makamımı koruyayım, gerisi önemli değil”.
*
Aklıma gelmişken, vaazları ile kadınlara hakaret eden ve ceza yasasında suç olarak düzenlenen fiilleri (tecavüz gibi) meşrulaştıran Din İşleri Dairesi başkanı Ahmet Ünsal hâlâ görevde.
*
Peki ya anayasa tarafından korunan orman arazilerinin ve sahil şeritlerinin, özel kişi ve inşaat şirketlerine kiralanmasına, devredilmesine dönük peşkeşler. Onlara ne demeli?
*
Denetlenmeyen nüfus hareketleri neticesinde artan kayıt dışılık ve suç oranları ile güvenlikten yoksun insan hayatı, bozulan kamu düzeni, dolup taşan karakollar ve cezaevi. Son olarak uluslararası raporlara giren kara para aklama, insan ticareti ve yolsuzluk ile anılan ismimiz…
***
Yazarken yoruldum. Unuttuğum bazı olayları hatırladıkça yüreğim sıkıştı. Sanığı olduğunuz, zaman zaman kapatılması için çaba sarf ettiğiniz ve meşrulaştırdığınız pek çok rezillik ve suç, derinleşen yoksulluk, reçete soruşturmasından önemsiz değil. Ama her ne hikmetse, bir algı yaratma telaşı içinde yuvarlanıp gidiyorsunuz. Bu ülkenin 1 konuda kahramanlara değil, temiz bir sayfa açıp topluma hizmet edecek işçilere ihtiyacı var. O irade ve gaile de sizde yok. Gideceksiniz ve yarattığınız enkazı hep birlikte, dayanışma içinde kaldırıp bu düzeni aydınlığa çıkaracağız. Başka çaresi yok…