Gerçekleri yazmakta her zaman yarar var. 14 Eylül’de, müzakere sürecinin yeni stratejisini çizecek ve son’a doğru atılacak adımları bize gösterecek bir açıklama yapılmasını bekliyordum. Çünkü, yoğunlaştırılmış görüşmelerde varolan “açık” başlıkların (tümü olmasa da) kapatılması ardından yapılacak ortak açıklamada ise toprak ile güvenlik ve garantiler konularını ele almak üzere beşli konferansın işaret edilmesi beklenmekteydi. Ben de kolay olmadığını bilerek bu beklenti içerisine girdiğimi itiraf etmeliyim.
Neden kolay değil ? 11 Şubat 2014 ortak açıklamasının ikinci maddesindeki şu ifadeden dolayı: “Çözüme bağlanmamış tüm ana konular masada olacak ve birbirleriyle bağlantılı olarak görüşülecektir.”
Yani aslında Toprak konusu konuşulmadan veya Güvenlik ve Garantiler konusu ele alınmadan örneğin Yönetim ve Güç paylaşımının tamamlanabilmesi mümkün değil. Ya da örneğin, Dönüşümlü Başkanlık ile Toprak ve belki de Güvenlik ve Garantiler konusunda farklı beklentilere sahip tarafların karşılıklı tatmin edilmesi gereken hassasiyetleri, olmazsa olmazları olduğu için. Bunun da ancak büyük resmin konuşulacağı bir “al ver” bağlamında çözümlenebileceği gerçeği gün gibi ortada olduğu için.
Kanımca, 14 Eylül açıklamasının iki temel özelliği vardır: 1. 11 Şubat 2014 ortak açıklamasına yeniden vurgu yapması, 2. 2016’da çözüme ulaşmayı hedeflediklerini belirtmesi.
Bu noktada BM Genel sekreterinin kişisel inisiyatifinin bir anlam taşıdığını düşünmüyorum. BM GS Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Eide ve ekibi dışında da BM’nin Genel Sekreter ve kurumsal olarak farklı düzeylerde, çözüm için etkin bir rol oynayabilme kapasitesi ciddi anlamda tartışılır bir konudur.
BM Genel Sekreterinin kişisel inisiyatif alma vurgusunu “hakemlik” çığırtkanlığına dönüştüren Güneydeki malum çevrelerin, son açıklamada referans verilen 11 Şubat 2014 ortak açıklamasında her türlü hakemlik müessesesinin dışladığını bilerek davrandığını da unutmamakta yarar var.
New York’da yapılacak görüşme yeni bir dinamizm sağlar mı, sorusu önemlidir. Ancak BM Genel Kurul yoğunluğu içerisinde Genel Sekreterin malumun ilanından başka birşey söyleyebileceğini düşünmüyorum. Bugüne kadar dünyanın hiçbir yerinde hiçbir sorun için kalıcı ve etkin çözüm üretmemiş bir kişinin bu noktada ipleri eline alma olasılığı (hakemlik yapmadan… ) çok zayıf.
Yukardaki paragrafta BM için ifade ettiklerimi, bugünün konjoktüründe büyük ölçüde AB için de düşünmek mümkün.
Günün sonunda, New York dönüşü yeni bir yoğun süreç yaşanacak ve ardından daha önce ifade edildiği üzere tarihi Bürgenstock buluşması türü bir toplantı gerçekleşebilecek mi? Aslolan budur. Eğer bu tür bir toplantı söz konusu olur ise çözüm gerçek anlamda konuşulmaya başlar. Bugüne dek verilen bunca emek, gerçek değerine kavuşur.
Bu noktada, Cumhurbaşkanı Akıncı’ya yeniden büyük görev düşecektir. Görebildiğim kadarıyla, tüm açık başlıklara ve tüm farklılıklara rağmen Kıbrıslı taraflar arası yakınlaşma ve karşılıklı anlayış ciddi anlamda oluşmuş, sağlanmıştır. Bu önemli bir gelişme. Yapılacak yeni görüşmeler ardından, Garanti ve İttifak Antlaşmalarına imza koymuş tarafların varılan mutabakatları ve yakınlaşmaları dikkate alarak, ilerlemeye saygı duyması, benimsemesi, desteklemesi ve aktif pozisyon alması gerekir.
Unutulmaması gereken konu şudur, Kıbrıs sorunu Kıbrıslıların öncülüğünde çözülecektir ancak sorun başlı başına uluslararası nitelik taşımaktadır. Siz burada yüzde yüz mutabakata varsanız dahi, yine üç garantör ülkenin sorumluluğu ile hukuksal bağlamda AB yanında, BM Güvenlik Konseyi bağlamında başta ABD olmak üzere Rusya’nın rolü gözardı edilemez.
Garantörlük dışında, bahsedilen aktörlerin ne söylemesini bekliyoruz ki, diye sorulabilir. Elbette bu düz bir yaklaşımla doğrudur. Ancak konuların birbiri ile bağlantılı olması ve farklı beklentiler, bu konuyu, diğer başlıkları da etkileyen, tetikleyen “kilit noktalardan biri” haline getiriyor. Ayrıca Kıbrıs’ın o değişmez Jeostratejik konumu ve son dönemin doğalgaz konuları üzerinde durulması gereken konulardır.
Bu bağlamda yıl sonuna kadar çözüm için irade Kıbrıs’tan uluslararası alana, uluslararası aktörlere doğru kaymaktadır.
Sn Cumurbaşkanı'nın bu süreçte Türkiye ile “daha da” yapıcı ilişki içinde olması gerekir. Uluslarası inisiyatif olmadan sorun kilitlenebilir.
Türkiye, bugüne dek Kıbrıs sorununun çözümüne dönük çok net ve etkili açıklamalar yaptı. Gerçek anlamda desteği, Cumhurbaşkanı’nın yürüttüğü projenin sonuçlanmasını sağlayarak gösterebilir ki, sözde değil niyet ve kararlılık varsa, çözüme dönük iradesi hayat bulsun.
Sancılı, sorumluluk gerektiren zor günler şimdi başlıyor.
Bir sonrasını, bir başkasını düşünmeden, “gün bugündür” diyerek tüm çözüm güçleri ve belirsizliğin adada yarattığı tehlikeyi görenler elini taşın altına “bugün” sokmak durumundadır. O gün gelmiştir.