Temmuz, Ağustos

Asım Akansoy

Temmuz ve Ağustos, acıların, ölümün, cinayetin, katliamın, kendini her yerden hissettirdiği tarihin ağır sonuçlar doğurduğu aylardır. Adadaki Türk ve Rum faşizminin, emperyal unsurların büyük oyunları gölgesinde yıktığı, yaktığı, kendini yalanla aklamak için ömürler verdiği günlerdir bu günler.

Şu kırk beş derecelik dayanılmaz aşırı sıcaklar, yaşanan acıların bir yansıması, acı hatırası gibi hissettirir kendini. Sanki yaşanmasa, bu denli bunalmazdık. Sanrı işte. 

Aradan geçen yarım yüzyıllık zamanda, adanın her iki tarafındaki egemen milliyetçi çevreler, daha çok bayrak, daha çok şovenizm, daha çok gerginlik ve kahramanlık ve üstünlük hamasetini adadaki ayrılıkçı statükonun devam etmesi için, korku salmak, korkuyu büyütmek için kullandı. 

Her iki taraftaki statüko, acının üzerinden, katliamlar üzerinden siyasi rant elde etmenin, madalya dağıtmanın, kahramanlık mitleri üretmenin, caddeleri bayraklarla donatmanın, garantörlerine methiye düzmenin acizliğini yaşamaktan utanmadı. 

Temmuz ve Ağustos, barışın en çok özlendiği aylardır kısacası. İnsanca yaşamanın, paylaşmanın ve ortaklaşmanın en çok arzulandığı, iyileşmenin ancak ve ancak barış ile mümkün olduğunu bilmenin bilinciyle, daha çok barış, daha çok federasyon siyaseti yapmanın, bunun insanlığın varoluşu, toplumların onurlu yaşayışı için yegane yapı taşı olduğunu yeniden ve yeniden düşünmenin ayları. Unutarak bir yere varmanın değil, tam tersi, bir daha yaşanmaması için hatırlayarak, anlatarak, anlayarak ve affederek yol almanın önemi insanlık tarihi kadar eski, her gün yeniden hatırlanacak kadar büyük bir ihtiyaç değil mi?

***

Kıbrıslı Türklerin toplumsal varoluşunun, Kıbrıs adasının kuzeyinde bir Türk devletinden değil, siyasi eşitliğe dayalı, iki bölgeli, iki toplumlu federal Kıbrıs ortaklığından geçtiği tartışılmaz bir konudur. Bu tez aynı zamanda Kıbrıslı Rumların insanca yaşam koşullarının 

Kıbrıslı Türklerle ortaklaşarak çoğalabileceğine dair düşünce değerleri açısından olmazsa olmazdır. Güvence, ne silahlanmak, ne üst yapılara ve garantörlere sığınmak ne de liman aramakla değil, iki toplumun siyasi eşitliği üzerinden birbirlerini özgürce kabul ve ortaklaşma üzerinden birbirine sığınması ve üretmesi ile mümkün olabileceğine dair gerçekliğin, yalana üstün gelmesi ile sağlanacaktır. “Güneyde her şey yolunda, Avrupa Birliği üyeliği üzerinden Kıbrıs Cumhuriyeti devletine sahip olmaları onların sorununu çözdü ya da rahatlattı” iddiası doğru değildir. Bu yaklaşım, siyasi süreçlere ayrı “devlet” kavramı üzerinden bakan, insani değerleri güvenlikçi siyasete teslim eden Kıbrıslı Türk milliyetçilerinin, Denktaş döneminde başlayan tezleridir. Tam da bu nedenle, adadaki olayları tırmandıran iki taraftan biri olan Türk milliyetçilerinin, BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihli, 186 sayılı kararı ile (yönetim yetkisinin Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinde olduğunu belirten)  yaşadıkları büyük siyasi travma, hala devam ediyor. Çünkü mesele, o günün koşullarında var olan sorunların aşılması yönünde Cumhuriyeti korumak için mücadele vermek, sorunları gidermek ve 1960 düzenini yeniden gözetmek değil, tam tersi bugünkü gibi yönetimi, devleti, adayı bölmek olan zihniyetlerin, işte o karar sonrası yaşadıkları büyük şok, o gün bu gündür sürüyor ve sürecek. Çünkü dertleri toplum ve insan değil, dertleri adada ayrı bir Türk devletinin inşa edilmesi. Dünden bugüne değişen bir şey yok. Zaten Ersin Tatar’ın göreve atanır atanmaz ilk açıklaması Denktaş’ın yolunda olduğuna dair değil miydi ?  

Şu da bir gerçek ki, Kıbrıs sorununda temel dayanak noktası olan BM Güvenlik Konseyi kararlarının varlığı, kimi Kıbrıslı Rum milliyetçileri tarafından bir Helen devletine dönüştürülmek istenen Kıbrıs Cumhuriyetinin eksen kaymasına da pek de izin vermiyor.

Sonuçta, her iki tarafta farklı boyut ve yoğunluklarda yaşanan günlük ve genel sorunların çözüm adresi bellidir. 

***

Her Temmuz ve Ağustos, çözüm için daha çok çalışmamız gerektiğine dair çok şey anlatır bize.