Bir önceki yazımda toplumların sorumluluklarına dikkat çekmiş, içinde yaşadığımız akıl ve mantık dışı düzenlerin sorumluluğunun bizlerde olduğunu hatırlatarak sorumluluk alma zamanın gelip de geçtiğine vurgu yapmıştım.
Ortak geleceğimizi kurma sorumluluğu kadar geçmişin karanlığıyla yüzleşme sorumluluğu da bizlerde, aynı zamanda bizleri temsil eden liderliklerdedir de…
Çünkü geçmişin karanlığıyla yüzleşmeyen toplumların ortak gelecek kurmaları mümkün değildir.
48 yıldır devam eden Kıbrıs sorunuyla ilgili süreçler maalesef “bütünlüklü” çözüm süreçlerine saplanıp kalmış, bir barış sürecine dönüşememiştir.
Gerek dünyada yaşanmış “ barış süreçleri” gerekse 48. yıldır devam Kıbrıs sorunuyla ilgili süreçler, bizlere siyasi liderlerin masada bulacağı çözümden çok daha fazla toplumların barışmasına, geçmişin karanlığıyla yüzleşmesine, resmi tarihlerin yerine hakikatı öğrenmesine ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
Toplumların hafızaları gibi güvenlik hisleri de yönetildikleri idareler tarafından şekillendirilir. Ve bugüne kadar çoğu propagandaya dayanan toplumsal hafızalarımız ancak böyle yüzleşme süreçleriyle eskiyi bir kenara bırakıp yeni ve temiz bir sayfa açabilir, bu ada üzerinde yaşayan insanlar ancak bu şekilde birbirlerine samimiyetle güven duyabilir.
El Salvador, Guatemala, Kuzey İrlanda, Nepal ve Güney Afrika gibi ülkeler “barış” süreçleri yaşamış ülkelerden. Örneğin Nepal’de bu süreç 4 yıl sürerken Kuzey İrlanda’da 21 yılda tamamlanmıştır. Kıbrıs’ta ise 48 yıldır aynı yerde saymamız bizlere, yıllardır takip edilen yöntemlerin bizi herhangi bir başarıya taşıyamayacağının göstergesidir.
Çünkü geçmişin karanlığının bugün halen sahiplenilmesine devam ediliyor, henüz bu karanlıkla yüzleşme cesareti ve iradesi ortaya konamıyor.
Almanya Federal Cumhuriyeti’nin 4. Başbakanı Willy Brandt ilk yurt dışı ziyaretini, Alman işgalinde “SS” askerlerinin girişe “hastalıklı bölge, girmek tehlikelidir” tabelası astıkları Varşova “gettosu”na yapmış, 60 bine yakınının katledildiği, açlıktan ölenlerle yüz bini aşan Yahudiler anısına şehrin ortasına dikilen anıtın önünde 35 yıl sonra diz çökerek özür dilemişti.
Brandt’ın kuşkusuz ne Alman işgali ne de Nazi zulmünden dolayı bir sorumluluğu yoktu. Willy Brandt kendi adına değil temsil ettiği ülke adına diz çöküyor ve “bizi bağışlayın” diyordu.
İşte bugün Kıbrıs’ta ortak gelecek planladıklarını iddia eden liderler de böyle bir sorumlulukla karşı karşıya. Aynen bundan yıllar önce 1 Eylül Dünya Barış günü nedeniyle İstanbul’da taşınan bir pankartta söylendiği gibi; “Tarih bizi uysallıkla sorumluluk arasında tercih yapmaya çağırıyor”.
Tarih, Kıbrıslı liderleri geçmişin karanlığını sahiplenmekten vazgeçmeye, sorumluluk alarak, kararan vicdanlarımızı hakikat ile buluşturmaya, yüzleşmeye ve yaşananlardan dolayı özür dilemeye çağırıyor.
İşte 3 gün önce 15 Temmuz’un 42. yılını geride bıraktık, 2 gün sonra 20 Temmuz 1974’ün 42. yılına gireceğiz. Her iki tarih de yıllarca yaptığımız hataların sonucu…
Her yıl 15 Temmuz saat 08.20’de ve 20 Temmuz 05.20’de Kıbrıs’ın güneyinde çalan sirenler bizlere sorumluluklarımızı çığlık çığlığa haykıyor.
42 yıldır çalan bu sirenlere verilecek bir cevap, dilenecek çok büyük bir özür halen önümüzde durmaktadır.
Kıbrıslırumlar’ın 1950’lerden itibaren yükselttiği “ENOSİS” mücadelesi ile Kıbrıslıtürkler’in aynı tarihlerden itibaren yükselttiği “TAKSİM” mücadelesinin sonucu 15 ve 20 Temmuz ile 14 Ağustos 1974’tür.
Yunan milliyetçiliğinin peşine takılarak Kıbrıs’ı Yunanistan’ın bir parçacı görenler ile Türk milliyetçiliğinin peşine takılıp Kıbrıs’ı Türkiye’nin bir parçası görenlerin, birbirlerini besleyerek adamıza dayattıkları sonuç darbe ve işgal olmuştur.
1955-1974 dönemi ne mi yaptılar?
Kıbrıs’ta 1955-59 döneminde toplam kaç kişinin öldüğüne dair bir sayıya ulaşamasam da 36 köyden 2.700 Kıbrıslıtürk ile Lefkoşa ve 8 köyden 1.900 Kıbrıslırum’un yerinden edildiği tahmin ediliyor.
1963-1964 döneminde 364 Kıbrıslıtürk ve 174 Kıbrıslırum’un hayatını kaybettiği, 219 Kıbrıslıtürk, 43 Kıbrıslırum’un ise kaybolduğu tahmin edilirken 25.000’den fazla Kıbrıslıtürk yerleşim yerlerinden gettolara göç etmek zorunda kaldı. 3000’e yakın Kıbrıslıermeni evlerini terk etti.
15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası’nın yaptığı faşist darbe sonucu 90 civarında Kıbrıslırum hayatını kaybetti.
20 Temmuz-16 Ağustos 1974 döneminde ise 9 BM askeri, 568 TC askeri, 4.000’den fazla Kıbrıslırum ve Yunan askeri, 270 Kıbrıslıtürk sivil, 1.273 Kıbrıslırum sivil hayatını kaybetti. 275 Kıbrıslıtürk, 1421 Kıbrıslırum kayboldu. 160.000 Kıbrıslırum ile 60.000 Kıbrıslıtürk yerinden edildi.
Kayıp Şahıslar Komitesi’nin belirlediği rakamlara göre, toplam 1,464 Kıbrıslı Rum ve 494 Kıbrıslı Türk kayıp şahıs bulunmaktadır.
İnsanların çektiği zulmün rakamlarla ifade edilmesi yanlış olsa da işte Kıbrıs’ı Yunan adası görenlerle, Türk adası görenlerin bizlere ödettiği bedel böylesine korkunç ve ibret vericidir.
Tüm bu yaşananların ardından yapılması gereken ve bize barışın inşasını sağlayacak şey hakikat ile yüzleşme ve özür dilemedir.
Gerek Trahoni/Tirfon’da katledildiği çukurdan emziğiyle çıkarılan 6 aylık Andreas’a gerekse Maratha/Muratağa, Santallaris/Sandallar ve Aloa/Atlılar’da katliam çukurundan çıkarılan bebek ve çocuklara karşı olan tarihsel sorumluluğumuz bizlere kockocaman bir özürün gerekliliğini işaret ediyor.
Kıbrıslırum toplumu liderliği ve yetkili makamları, yıllarca sürdürülen “ENOSİS” politikaları sonucunda Kıbrıs’ta darbe ve işgale sebep olunduğu için, insanları canından, yerinden ettiği, katliamlara yol açtığı için özür dilemelidir.
Kıbrıslıtürk toplumu liderliği ve yetkili makamları, yıllarca sürdürülen “TAKSİM” politikaları yüzünden Kıbrıs’ta darbe ve işgale sebep olunduğu için, insanları canından, yerin ettiği, katliamlara yol açtığı için özür dilemelidir.
Geçmişin karanlığından sorumlu olan her siyaset bizleri ölmüş bedenler, tecavüze uğramış hayatlar, terk edilen evlerle baş başa bıraktıkları için özür dilemelidir.
İngiltere, Yunanistan, Türkiye Kıbrıslılardan yaptıkları ve yaşattıkları her şey için özür dilemelidirler.Kıbrıslılar önce kendi kendilerinden sonra yüzyıllardır bir arada yaşadığı yurttaşlarından özür dilemelidirler.
Sn. Akıncı ve Sn. Anastasiadis, Almanya Başbakanı Willy’i gibi diz çöküp af dileme erdemini gösterecek irade, cesaret ve vicdana sahip midir bilinmez ama ben çatışma, bölünme, darbe ve işgalden sonra doğan fakat bu tarihin parçası bir birey olarak özür diliyorum.
Bu karanlık tarihin bir parçası, bir matem günü olan 20 Temmuz’un Sn. Akıncı tarafından da “Barış ve Özgürlük Bayramı” olarak kabul edilerek kutlama yapılacak olmasından dolayı da kendi toplumumum adına bir kez daha özür dilimeyi ise bir mecburiyet olarak görüyorum.
Tarih tüm Kıbrıslıları, bütün bu yaşanan trajedileri normalleştiren “uysallığı” ile hem sorumluluk hem de vicdan arasından tercih yapmaya çağırıyor!
Çeviri: Maria Siakalli
(Bu yazı ilk olarak 17 Temmuz 2016 tarihli Politis gazetesinde yayınlandı.)
(DAYANIŞMA – Nuri SILAY – 20.7.2016)
--------------------------------------------------------------
SOSYAL MEDYADAN GÜNCEL
*** Orestis Agisilau:
“Bu üzücü günler nefreti yeniden çoğaltma fırsatı değil, yalnızca gerçeği konuşma zamanıdır…”
Bu sayfalarda zaman zaman yazılarına yer verdiğimiz Kıbrıslırum barış aktivisti Orestis Agisilau, “Bu acılı günler, nefreti çoğaltma değil, gerçeği konuşma zamanıdır” diye yazdı.
Orestis Agisilau şöyle dedi:
“42 yıllık bölünme, işgal, 42 yıldır insanlar evlerinden yerlerinden edinmiş, 42 yıldır hala “kayıp” insanlar var… Hatalar, hatalar, hatalar… Bugün, ne kutlama ne de nefret etme günüdür… Bugünlerde tümümüz bu noktaya nasıl varmış olduğumuzu ve hatalarımızı düşünmeliyiz, özgürlüğe, barışa ve yeniden birleşmeye dayalı olarak yurdumuzu nasıl geliştireceğimizi düşünmeliyiz…
Paylaştığım resimde (Mihalis Kirlitças adlı merhum ressamımızın çizmiş olduğu bir resimdir bu) biri Kıbrıslırum, biri Kıbrıslıtürk kadın birlikte ağlıyor ve aynı acıyı paylaşıyorlar. Kıbrıs’ı mahvetmiş olanlar da yukarıdan bakıp gülüyorlar. Biz artık kimsenin ağlamasını istemiyoruz. Kıbrıslılar’ın yüzünü yeniden güldürebilmek için geliniz birlikte çalışalım…
Bu üzücü günler nefreti yeniden çoğaltma fırsatı değil, yalnızca gerçeği konuşma zamanıdır… Ve gerçek şudur ki her iki toplum da pek çok hata yapmış, bu hatalar pek çok insanın yaşamına mal olmuş, binlerce göçmen yaratılmış ve ülkemizin bölünmesine yol açmıştır. Öyleyse şimdi ne yapacağız? Böyle mi devam edeceğiz yoksa birbirimizi affederek ta başından, her şeye yeniden mi başlayacağız? Eğer akıllıysak ikinciyi seçeceğiz… Kıbrıs’ın birleştirilmesi, savaşta hayatlarını yitirmiş tüm masum insanlara en büyük armağan olacaktır…”