İnsan ilişkilerinde ne ekerseniz onu biçersiniz.
Kimileri dostluk eker, sıcak bir ele ihtiyaç duyduğunda onlarca el uzanır.
Kimileri fesat eker, etrafında yalakalar olsa da gücü bittiği vakit etrafında bir Allahın kulunu bulamaz!
Maneviyatla yoğrulmamış, maddiyata dayalı kumdan kaleler ilk dalgada kolay yıkılır, yerle bir olur.
**
İnsan doğarken tercihte bulunamaz.
Ne doğacağı ülkeyi seçebilir ne ana-babasını…
Dilini, ırkını, rengini, cinsiyetini seçme hakkı da yoktur doğuşta…
Sonra bunlardan bazılarını değiştirmeyi deneyebilir.
Ama dini, dili, ırkı, cinsiyeti, kültürü, alt ve üst aidiyetleri ne isterse olsun, ondan sonraki tercihler kendisine aittir.
Yürüyeceği hayat yolu, seçeceği eş, çalışacağı iş, inanacağı değerler, dayanacağı ideoloji ve elbette sosyal hayata bakışı…
**
Kimisi zengin olmayı tercih eder.
Kiminin derdi şan, şöhrettir.
Bazısı namusluca yürür mal-para-makam-mevki peşinde…
Bazıları ‘köşe dönme’ hevesine kapılır erkenden…
‘Yukarıdaki’ bazen “yürü ya kulum” der, belki de sınamak için kulunu!..
Yahut öyle zanneder bizim ‘aşağıdaki’ler…
Başı döner kiminin para kokusundan, mevki koltuğundan…
**
‘Küçük burjuva’dır bizim bu coğrafyada toplumun çoğunluğu…
Yani ‘orta sınıf’ dediklerinden…
‘Zincirlerimizden başka kaybedecek başka şeyler’imiz de vardır ve onları kollamak içindir bütün çabamız.
Ve bu ‘sınıf arası’ katmandakilerde pek de yaygındır dünya malına ve devlet makamına ilgi…
Yüzümüze söyleseler kızar, bağırırız da, sınıflı toplumların tahlilinde hep aynı kapıya çıkar yollar.
**
İçinde olduğumuz sistem ‘bırakınız yapsınlar’dan öteye, ‘bırakınız heves etsinler’ mantığıyla işliyor aslında…
Heves etmek iyi bir duygu biçimi olabilir, eğer etrafta kim ve ne varsa onları yok etme duygusuyla beraber gelmemişse…
Gözü karartan çeşidiyse başa gelen, sonuç vahimdir muhtemelen…
‘Her yol mübah’tıra çıkar o yol ve ‘mübah’ zaten yolda giderken vefat etmiştir Allah rahmetini esirgemesin!..
**
Ne demişti eskiler?
Herkes ektiğini biçermiş!
Tek fark şu ki, bazen kimin ne ektiğini anlamak zaman alır epey…
Malum, çağımız esneklik çağı…
Bizim köy deyimiyle ‘kıvırtma’ çağı!..
Oryantaller pek bir marifetli artık. Eskiden o işin erbabı vardı da, şimdi iki buçuk günde kıvırtmayı da, takla atmayı da beceriyor kimileri…
Mesela patronun gözüne girmek için kılıktan kılığa giren, dille yapılan bir işlemden dolayı dilinde eriyikler çıkan, devlet katında bir ‘dabella’, bir ‘rütbe’ için olmadık işlere soyunan, gün gele eski patronunu düşman ilan eden, giriştiği her işte alavera ve dalaverayı marifet sayan, kimi zaman en Marsist solcu, kimi zaman en inançlı Mümin gibi gözükmeyi başarabilen bukalemun tipler var etrafta…
Zorlamayın kendinizi, göremezsiniz kolay kolay…
Adı üstünde: ‘Bukalemun’!
Araziye çoktan uymuştur o…
**
Renkten renge girip herkesi yanıltmak, kandırmak, inandırmaktır onun huyu…
Her nedense tarlada her bukalemun gördüğümde acıma hissi sarar beni…
“Zavallıcık” derim, “Yukarıdaki bunu da böyle yaratmış, n’apsın garip!..”
Sokaktaki ‘bukalemun’lara da acırım da, tek farkla: Tarladakinin renk değişimi Allah vergisidir de, bizimkilerin kendi tercihi!..
‘Tek renkli’lere karşı bir kompleksleri de oluşur, haliyle bu tiplerin…
Ve komik olurlar her fırsatta…
Zaten bukalemun da komik bir yaratık aslında…
---------------------------------------------------
(NOT: Avrupa Gazetecilik Merkezi’nin (EJC) Avrupa’dan 25 gazeteciye dönük bir semineri için haftaya Brüksel’de olacağım. Dönüşte yeniden buluşmak umuduyla… Bukalemunlardan uzak, keyifli bir hafta dilerim.)