Dünyanın birçok coğrafyasında olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de kurumlara yönelik güven gün geçtikçe azalıyor.
Kurumların yozlaşması, aşırı bürokrasi, halkın ve insanların ihtiyaçlarına cevap veremez duruma gelmesi, esneklikten yoksun kalarak katılaşması ve dönüşüme kapalı olmaları bu güvensizliğin oluşmasının bir yanını (yani yapısal nedenler) oluşturuyor.
Bunun diğer yanında ise kurumların başına gelen sorumluların konformizmi, sisteme uyum sağlamaları, yolsuzluğa batıp çıkmaları, kısa gün çıkarlarının kaygısını güdüp genel toplumsal hassasiyetlerin sorumluluğunu hissetmemeleri, dar kafalı ve bilgi yoksunu olması (yeni öznel nedenler) yer almaktadır.
Kurumlara güvenin azalması sadece insanları birbirine bağlayan toplumsal değerlerin çözülüşüne neden olmuyor. Bu çözülüş aynı zamanda beraberinde aşırı sağcı popülist hareketlerin, bireysel kurtuluşa yönelimin ve hatta pandemi döneminde gözlemlediğimiz bilim-hakikat inkarcılığının yükselmesine de neden olmaktadır; en azından kurumlara güvensizlik bu süreçleri azımsanmayacak oranda tetiklemektedir. Avrupa ve ABD’deki bu tür hareketleri inceleyecek olursak karşımıza ilk çıkan olgulardan birinin bu güvensizlik olgusunun olduğunu görürüz.
Kıbrıs’ın kuzeyine de bakacak olursak, son yıllarda sağ popülist liderlerin yükselişi ve toplumsal değerlerin yitiminin bir yandan da kurumlara dair güvensizliğin büyümesiyle paralel geliştiğini çok rahat gözlemleyebiliriz. Bu hareketlerin ve mesela Tatar gibi bir ‘liderin’ yükselişi demokratik hassasiyetleri olan tüm kesimleri az çok endişelendiriyor.
***
Mesele bununla da sınırlı değil. Kaygılanmamız gereken öncelikli bir nokta daha var. “Kurumlara Niçin Güvenmiyoruz” kitabında, Ethan Zuckerman, bu güven krizine vurgu yaparak şöyle yazıyor: “Bizi herhangi bir liderin ya da hareketin yükselişinden daha fazla endişelendirmesi gereken şey, gerek kurumlarımız, gerekse yaşadığımız toplumları değiştirme kapasitemiz bağlamında yaşadığımız işte bu güven kaybıdır.”*
Kurumlar ve toplumsal değişim kapasitemiz arasında doğrudan bir ilişki vardır. Toplumsal değişim kapasitesini ve çabasını diri tutmak ve güçlendirmek için esnek, yenilenen ve güvenilir kurumlara ihtiyaç vardır. Bir yerde eğer kurumlara dair güven dağılmışsa, o yerde aynı zamanda toplumsal ilişkiler ve kolektif değerler de dağılmaya başlamış demektir. Ne yazık ki, birçok yerde olduğu gibi kurumlar hakikati dillendiren ve toplumsal değerler üreten odaklar olmaktan çıkıp hakikati gizleyen, eğip büken ve topluma/bireye rağmen belli başlı elit kesimlerin çıkarlarını kollayan odaklar haline dönüştü.
Fakat son 6 yıldır bu genel kaidenin dışına çıkan bir deneyime şahit olduk. Geçtiğimiz gün veda mektubunu yayınlayan Yüksek Yönetim Denetçisi Emine Dizdarlı, geride kurumlara dair oldukça değerli bir örnek pratik bıraktı.
***
Devletin bürokratik kurumlarına, sendikalara, partilere ve siyasete yönelik güvenin yerlerde süründüğü bir dönemde, Emine Dizdarlı’nın başında olduğu Yüksek Yönetim Denetçisi kurumuna dair güven gittikçe arttı. Güvenle birlikte insanların ilgisi de arttı. İlgi ve güvenle birlikte, birçok farklı nedenden dolayı mağduriyet yaşayan, haksızlığa uğrayan ve sorununu çözemeyen kişiler/kesimler ister bireysel, isterse de toplumsal hassasiyetlerle Yüksek Yönetim Denetçisi’ne başvurdular.
6 yıl boyunca Emine Dizdarlı ve ekibi bıkıp usanmadan önlerine gelen şikayetleri muazzam bir titizlikle incelediler, araştırdılar ve detaylı raporlar çıkarttılar. Bu raporlar birçok toplumsal ve bireysel sorunun çözümünde yol gösterdi, yozlaşmış toplumsal ve elitler arası çıkar ilişkilerinin üzerine bir hakikat ışığı gibi vurdu. Açıkçası birçok kişi Yüksek Yönetim Denetçisi diye bir kurumun varlığına son 6 yıl içerisinde şahit oldu. Şahit olmakla kalmadı, bu kuruma, Emine Dizdarlı ve ekibine güven besledi ve bir gün bile bu güven ilişkisi zedelenmedi, dağılmadı, aksine son ana kadar pekişti.
Peki bu güven ilişkisi nasıl tesis edildi? Emine Dizdarlı’nın veda ve teşekkür mektubunda yer verdiği bazı cümlelerde bunun cevabı çok net olarak bulunabilir:
- “Görevimizi doğruluk, tarafsızlık ve halka saygı duygusu içinde sadece vicdanımızın emrine uyarak yaptık.”
- “Her daima için ilkeli bir duruş sergiledik. Prensiplerimizden ödün vermedik.”
- “Doğruları korumaktan, gerçekleri söylemekten hiç kaçınmadık.”
Vurgusunu yaptığım kelimeler aslında birer kılavuz kavram. Emine Dizdarlı çok iyi niyetli, çalışkan ve dürüst bir insan olduğu için bu güven ilişkisini tesis etmedi. Dizdarlı ve ekibi yolun başında kendilerine kılavuzluk yapacak değerleri benimsedikleri ve bu değerlerden ödün vermedikleri için başarılı oldular, halkın hem güvenini hem de sevgisini kazandılar.
Doğruluk, halka saygı, vicdan, ilkeli bir duruş, ödün vermemezlik, gerçekleri/hakikati söylemekten kaçınmama… Kısacası erdemli bir yönetim örneği.
Dizdarlı ve ekibi geride bıraktıkları 6 yıl içinde sadece yüzlerce rapor hazırlamadılar. Aynı zamanda değerlere sadık kalarak kurumların nasıl kurtarılabileceklerini, toplumsal güven ve dayanışma ilişkilerinin bu prensipler ve kurumlar üzerinden nasıl yeniden inşa edilebileceğini gösterdiler. Bunu yaparken de her anlamda erdemli bir varoluş deneyimi sergilediler. Hem de oldukça parlak bir şekilde.
Emine Dizdarlı ve çalışma arkadaşları kocaman bir teşekkürü hak ediyor; hakikate sadık kaldıkları, bunu dillendirmekten çekinmedikleri, akıl ve vicdanı harmanlayarak toplumsal sorumluluk motivasyonu ile adım attıkları ve tüm kurumların hızla çürüdüğü bir dönemde bir kurumu halkın güvenebileceği, adalet için dayanak noktası olabilecek bir konuma ulaştırdıkları için…
Teşekkürler Emine Dizdarlı.
__________________________________
*Kurumlara Niçin Güvenmiyoruz, S13, Ethan Zuckerman - Runik Kitap