“Altyapıda yer alan çocuklarımızın birçoğu sakat çünkü sert zeminde yarışıyorlar” dedi Atletizm Federasyonu Başkanı.
Şunu da ekledi: Tesis varsa sporcu var!
Kamusal eğitimde manzarayı görüyorsunuz.
“Konteyner” sınıflar yapıldığı zaman “yeni bir okul yaratıldığını” sanıyor yetkililer…
Çocukları bir yere “tıkıştırmak” en önemli eğitim yatırımı görülüyor.
***
Bizim öğrencilik yıllarımızda en önemli heyecan atletizm yarışlarıydı.
Çok şanslıydık.
Niye biliyor musunuz?
Çünkü savaş sonrası Kıbrıslı Rumlardan kalma okullar ağzına kadar malzeme doluydu.
O dönem okulların tamamı Kıbrıslı Rumların terk etmek zorunda kaldığı binalardı ve elbette giderken, yüksek atlama minderlerini, sırıkları, koşu engellerini, atlama sandıklarını, çivili koşu ayakkabılarını, onca atletizm araç gerecini yanlarında almamışlardı.
Bando çalgılarından kimya laboratuvarlarına, deney tüplerinden biyoloji maketlerine kadar tümü duruyordu ve öğrenci nüfusumuza da sınırlıydı.
Spor salonumuz vardı, zemini parke döşenmiş, soyunma odaları ve duşları mükemmel…
Stadyumlar da öyle...
Her türlü malzeme, teçhizat, parkur, altyapı vardı ve tepe tepe kullandık.
Tükettik!
Yenilemedik uzun yıllar…
“Hazıra dağ dayanmaz” diye boşuna dememişler.
Laboratuvarlar, amfiler, salonlar birer birer “normal” sınıfa dönüştürüldü.
“Gelen nüfus” okullara sığmıyordu çünkü…
Kimse de taş taş üzerine koymuyordu.
Delice bir üleşme telaşı, yandaş istihdamı, kaynakların sömürülmesi yaşandı ve iflas bayrağı çekildi.
Cami kadar okul yapmadılar, dağı taşı bayrakla donattılar ama atletizm parkuru düşünmediler.
***
Okullar arası atletizm yarışları tam bir şölendi, bizim öğrencilik yıllarımızda…
Önce bölgesel yarışlar yapılırdı.
Girne, Mağusa, Lefkoşa, Omorfo…
Her bölgenin şampiyonları büyük finalde buluşurlardı.
Binlerce öğrenci ve aileleri izlerdi finalleri…
Girne Anafartalar Lisesi bandosu olarak tümünü gezer, açılışlarda çalar, dolu dolu tribünlerin önünde unutulmaz bir heyecan yaşardık.
Şimdi sanırım tek bir final yapılıyor.
Her okul da katılamıyor.
Çocuklar betonda çalışıyor genelde, çoğu okulda spor salonu, parkur, pist yok.
Malzemeler yetersiz.
Tuvalet kağıdı olmayan okullarda atletizm pistinden söz etmek sanırım fazlaca lüks kaçıyor.
Özel okullar “ulaşım” ve “yemek” kalitesiyle konuşuluyor çoğunlukla…
Kamusal okulların öğrenci profili tümüyle değişti, dertler farklılaştı, hayatta kalmak marifet oldu.
***
Olimpiyatlarda gururumuz olan Buse de kamusal bir okuldan yetişti.
Güzelyurt her zaman iyi atletler çıkarmıştır zaten…
Mağusa denince aklımıza voleybol gelirdi örneğin…
Hep harikaydılar…
Güzelyurt da atletizmde öyleydi…
***
Olimpiyatlarda en başarılı 10 yüksek atlamacı arasına ismini kazıyan Buse’yle övünmek ve gururlanmak elbette önemlidir.
Hem de en zor şartlarda başarmıştır Buse!
Ama çocuklarımıza hangi olanaklar sunabildiğimizi de konuşmamız gerekiyor.
Öyle “toplama kampı” modeli kamusal eğitim anlayışla bir yere ulaşmak mümkün görünmüyor.
Yetenek var…
Ama tesis de olmalı teçhizat da yatırım da…
Unutulmasın, okullardır sporun kalbi!
İnnik minnik Tatar İnnik *
Seçimlere, demokrasiye ve iradeye açık ve ağır bir müdahale sonrası seçtirilen Tatar'ın "siyaseti" günden güne yuvarlanıyor.
Kimse anlamadı, dünyaya da anlatılamadı…
Önceleri "KKTC tanınsın" denmişti.
Vazgeçtiler!
Olmayacağı görüldü.
Hele de Türkiye’nin garantörlüğü ortada dururken…
“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğünü” garanti ediyor Türkiye ve garanti ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ayrı devleti yasaklıyor.
Şimdi "tanınma istemiyoruz" diyorlar ama uyarına gelirse "KKTC'nin tanıtılmasından vazgeçmeyeceklerini" anlatıyorlar.
KKTC’nin ismi de vaziyete göre değişiyor.
"Egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü" talep edildi uzun süre...
"KKTC" tanınmayacak ama "egemen eşitlik" tanınacak güya...
"Bu nedir, nasıl olacak " sorusu hep havada kaldı.
Annan Planı'ndan Crans Montana'ya tüm belgelerde federal çözüme her iki toplumun eşitlikle katılacağı tarif edilse de istenenin ne olduğu halen anlaşılmadı.
"Tam olarak ne yapacaklar da sizin tekerleme kabul görecek” dediğiniz zaman marşlar çalmaya, dudaklardan tükürük saçılmaya, garanti ve asker konuşulmaya başlıyor zaten...
Sonrasında "üç D" diye yeni bir talep çıktı ortaya…
“Doğrudan uçuş, doğrudan temas ve doğrudan ticaret konularında açılım yapabilseydi belki masaya oturulabilirdi.”
Saray'ın kalem oynatıcıları sanırım son telkinlerle frene bastı.
En son buluş şu şimdi: “Rum tarafı masaya oturmadan önce Kıbrıs Türkü’nün egemen eşitliğini içselleştirdiğini açıklayacak.”
Özümseyecekler (!)
Biz de kalplerini okuyacağız.
Mağusalı Elmas bacı halen fal bakıyor mu, bilmiyorum.
Sağlığı, sıhhati yerindeyse olmayan "müzakere heyeti"ne dahil edilmesini öneriyorum!
* ( İnnik minnik Tatar İnnik geleneksel Kıbrıs çocuk oyunlarından kullanılan bir tekerlemedir.)
Hiç gelir mi hocam!
Tufan hocamız, Ersin Tatar’ı “birlikte televizyon ekranında yüz yüze tartışmaya” davet etti.
Hiç gelir mi hocam, hiç gelir mi?
Anımsayınız, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesine, tüm adaylar hep birlikte ekrana çıkacaktı ve Tatar’ı Ankara’ya kaçılmışlardı.
O canlı yayına katılmasın diye…
Tufan hocam, yapma!
Hangi hukuk, siyaset, diplomasi bilgisiyle karşınıza gelecek; öyle bir kapasiteye sahip olmadığını, kendisi de biliyor aslında…
Siz bakmayınız onca danışman ve Ankara destekli kaleme alınan açıklamalara…
Nutuk atmak ya da bağırmak dışında ne söyleyecek Tatar?
Gelmez hocam…
Kendisi “tamam” dese de bırakmazlar.
Bu kez Ankara’ya mı kaçırırlar, Bakü’ye mi bilemem ama…
Siz panayırlarda buluşursunuz anca…