“Teşkilat’tan neden ayrıldım…” 2

Sevgül Uludağ

DR. DERVİŞ ÖZER

"Sonra efendime söyleyeyim……Eeeeee…… Hah……
Sen, bizim köyü bilin zaten. Sıkdişi Memet Dayı’nı da hatırlan. Hani sinema da gannavuri kavurup satardı kadayıf sinisinin içinde. Çocuktun belki bilmezsin ama köyün ortasında karargâhın tam karşısında kerpiç bir bina var, altında da bir küçük dükkân. İşte orada Sıkdişi Memet Dayı küçük bir dükkân açmış, şeker satar, pirinç satar, yağ satar. Üç beş kuruş kazansın diye uğraşır. Köyden de yumurta, tavuk götürür şehere. Arada zeytin de götürür satar. Aldığı üç beş kuruşa, karşı yağı, şeker alır, gelir köye. Geçinip gider yani adam. Ne yapsın Sıkdişi Memet Dayı her gün gelip gider ya Urumlar tanıdı. Bir yokladılar, iki yokladılar sonra Memet Dayı’yı yoklamaz oldular.

Teşkilat malı getirir bırakır.  Bunu köye götür. Götür de nasıl istersen götür.  Köyden mektup gelir.  Ha bu mektup nasıl gelir. Bir defasında ben doldurdum hartucun içine yumurtaları, Bata’da Urum polisi yoklama yapar, yumurtaları kaldırdı yavaşça bıraktı masaya, elimde çörek var, onu aldı. Çörekleri un ufak etti. İçinde bir şey var mı diye, bulamadı yumurtaları kırmasın diye yavaşça aldı ve bana geri verdi.

Sıkdişi Memet Dayı’nın bir sepeti var içine yumurta doldurur, bizimkiler de gazete kâğıdından hartuç yapar, arasına da mektup. Hartucun içinde on tane yumurta, sağ olsun Memet Dayı yumurtayı getirir bana teslim eder. Ama bilmez ha mektup taşıdığını, sadece bana köyden yiyeyim diye yumurta getirir. Ben yumurtaları alırım, “Bana günde bir tane yeter Memet Dayı” deyip beşini ona veririm. Hartucu da alıp teşkilatın yolunu tutarım.  Köy Teşkilat’tan ne isterse yazardı mektuba, onlar da üç beş gün sonra hazır ederlerdi, getirip bırakırlardı dükkâna. Ben bütün gece uyumaz hazırlardım emaneti ve hazır halde Memet Dayı’ya teslim ederdim. Sıkdişi Memet Dayı’nın haberi yok tabii, alır götürürdü köye, köyde teslim ederdi emaneti. Emanet derken ne hazırladıysak oydu emanet. Bazen kayısı, bazen masa, bazen dolap.

Bölgenin yer haritasını istemişler köyden, teşkilattan getirdiler. Dedim bu defa değiştireyim. Bir orta masası yaptım. Yanlara biraz kalınca tahta koydum. İçine yer haritası ve mektubu koyup, tahta yongası doldurdum, üstünü kapattım. Ayaklarını vidaladım, verdim Memet Dayı’ya. “Aha!” dedim, “Bu da benim kulübe hediyem olsun, arkadaşlar üzerinden kahvesini içer.”

Yine bir gün köyden mektup geldi, dokuz tane manyetolu telefon isterlermiş. Beyköy’e, karargâha, Yeniceköy’e, Kurumanastır’a, bir de uç nöbet yerlerine. Manyetolu telefon böyle, kocaman yandan kolu var. Çevirin gııır gır gıııır sonra konuşun. Çevirince karşı tarafta zil çalar, o da açınca konuşun, anlaşın işte. Kocaman aletler nereye sığıştıracan? Baf’tan teşkilata üzüm gelmiş, üzüm derken üç dört köfün, herhalde onlar da merkeze bir şey gönderdiler. Aldık üzüm dolu köfünleri, yarısını boşattık. Hani eksik görünmesin diye de bir salkım da almadık. Arasına üçer manyetolu telefonları koyduk, üstüne ekledik üzümleri. Köfünleri götürüp bağladık otomobilin arkasına. Sıkdişi Memet Dayı’ya da dedik, “Arkadaşlara Baf’tan göndermişler, afiyetle yesinler. Ama mutlaka söyle onlara, dikkat etsinler verigolar ortasındadır. Dikkat etsinler da ezmesinler!”

Sıkdişi Memet Dayı, götürmüş köfünleri teslim etmiş. Garargahtan, bir çanağa doldurmuşlar iki üç okka üzüm vermişler Memet Dayı’ya. Ve beklemişler Memet Dayı gitsin. Ama Memet Dayı oturmuş üzüm köfünün başına, başlamış bağırmaya. “ Ben enayi değilim, siz üzümün verigosunu yerken, ben gara üzüm yemem. Ben verigo üzüm almadan bir adım gitmem”. Yalvarmışlar “Vallahi yok, billahi yok!  Şaka ettiler sana, yok işte!”
Sıkdişi Memet Dayı bir adım geri atmamış, ille de verigo diye ısrar etmiş. Daha sonra birinin evinde olan verigodan bir salkım getirip vermişler Memet Dayı’ya.

Uzattık ya konuşmayı, ben sana teşkilattan neden ayrıldığımı anlatacaktım. Laf lafı açar Memet Dayı’ya geldik. Verigo üzüme geldik. Velhasıl Memet Dayı benim taşıyıcımdı, aslında benim değil de teşkilatın taşıyıcısı idi, ama kendisi bunu bilmiyordu. Ve hemen hemen her gün de gelip gittiği için de Urumlar tarafından da yoklanmıyordu.

Bir gece gene şeherdeyim. Teşkilat’tan bir tane telsiz cihazı getirip, bıraktılar. Nasıl gider, nasıl eder dedik.  Düşündük taşındık, yağ tenekesinin içine koyalım dedik. Bir tane karşı yağı tenekesi aldık tenekeciyle. Yanımdaki komşum  tenekeci  XXXXX.  O da teşkilattan. Dükkânı eski Polis Sokağı’nın girişinde. Yağı döktük kaplara, tenekeyi üsten açtık, ortasına bir göz daha yaptık. O ortaya yaptığımız göze telsizi koyduk, üstüne da yağ doldurduk. Teraziyle da tarttık, aynı okka olsun diye. Tenekeci de öyle bir yaptı ki hiç anlaşılmaz. Gene Memet Dayı’ya verdim, “Bunu eve götür” diye, Allah rahmet eylesin Memet Dayı hiç nazlanmadı aldı. “Mehmet Dayı yağı boşaltırken tenekeyi yavaş delsinler da yağı dışarı akıtmasınlar” dedim. Bedford otomobiller vardı, arkasına koydu, bağladı, götürdü teslim etti.

Ertesi gün biz de arabayla köye giderken Değirmenlik’te arabayı durdurdular. Hiç kimseyi almadılar içeri. Beni, iki tane sivil polis aldı götürdü. Altı tane polis sivili, koronalısı bütün gün sorguladılar. Ve sordukları tek soru “Telsizi nerden aldın?  Sana kim verdi ve köye gönderirken nereye sakladın?”

İşte o anda kafamda bir lamba yandı. Telsizi aldığımı nereden biliyorlardı? Telsizin bana kadar geldiğini biliyorlardı ama nasıl gönderdiğimi bilmiyorlardı. Tenekeci değildi beni ihbar eden. Köyden de değildi. Köyden olsa benim yağ tenekesinde gönderdiğimi de bilirlerdi.  Memet Dayı’yı zaten bilmiyorlardı. O da ne taşıdığını bilmiyordu. Bir tek bunu bilen, ben ve teşkilat vardı. Ben kendimi ihbar etmeyeceğime göre, ya teşkilat beni satmıştı ya da içlerinde bir casusu vardı.

İşte bu sorular kafamda dolaşırken, bir günün sonunda beni bıraktılar. Ve ben o gün teşkilattan soğudum. Ve teşkilatı bıraktım. Ama aklımdaki soru hala duruyor. Beni harcamak mı istediler? Beni kim ihbar etmişti?
İşte benim teşkilat anım, anılarım daha da aklıma gelirse anlatırım. Ama şimdi piyasaya çokları çıktı, teşkilatı ben kurdum, ben yaptım, ben ettim, şöyle biçtim, böyle attım diye. Ben sadece bunları yaptım. Onlar benden fazla yapmışlar ki teşkilattan emekli olmuşlar, gazi olmuşlar adları listelere yazılmış rütbeler verilmiş.
……….
Bana mı?
Yok be. Paçayı kurtardık sadece.
…………
Adımı mı?
Yaz. Ahmet Özer yaz. Ahmet Usta diye da bilirler.
Korkum yok.
Yalan değil dediklerim…”
(DR. DERVİŞ ÖZER – EKİM 2014)