Ekmeği yerde bulsak dahi öperek alnımıza koyduğumuz ve bir kenara bıraktığımız öğretimizi anlatmıştım.
"Ekmek karın tokluğunu anlatır, alın terini, emeği..."
Hakkını vermek gerekir!..
Hakkını almak!..
***
O kadar çok geri dönüş oldu ki, hem mutlu oldum, hem de şaşırdım!..
Çünkü gelen tepkilerin önemli çoğunluğu, her ay aldığı ücretin karşılığını gerçek bir emekle, hizmetle, üretimle, alın teriyle vermeyenlere karşı yükseliyordu.
Sahip olduğu kazanımların değerini bilmeyerek, hak etmeyenlere...
***
'İdeal yoksunluğu' diye teşhisimi koydum!..
İşin felsefe ya da siyaset boyutuna girerek uzatacak değilim!..
İdeal, ulaşılmak istenen en temel hedeftir!..
Elbette bu hedef toplumsal olursa anlamdır.
Peki sorarım size, örneğin ülkemde kaç kişi bir "ideal" ile sarılıyor işine!..
Kamudaki bir görevden özel sektöre, bürokrasiye kadar uzatabiliriz listeyi!..
- "Topluma hizmet vermek" ve değer katmak" ideali kaç insanda var samimiyetle?
Seçende ne kadar var, seçilende ne kadar?
***
- Geleceğimi garantiye almak.
- Güvenceli bir iş.
- Çok da yorulmadan, terlemeden kazanmak.
- Günü geçirmek, bugünü kurtarmak.
Elbette bunların kimi en temel, en insani talepler...
Yani kendini "güvende" hissetmek istiyor insanoğlu...
İstemesine istiyor da bir de "sorumluluk" olmalı işin ucunda, "hizmet aşkı" olmalı, "üretmek" olmalı mutlaka...
***
Toplumun hizmetinde olması gerekenler, bu en temel işlevi adeta bir "yük" gibi algılarsa, "üreten" emeğin yüceliği unutulursa, adalete ulaşmak çok da mümkün görünmüyor...
Emeği sömürülen kitleler kadar aldığı ücretin hakkını vermeyen yığınları da daha yüksek sesle konuşmalıyız...
Velhasıl mesele şu meşhur "testi" hikayesi olunca...
Ne yazık ki ülkemde "dolu'" götüren enayi, "boş" getiren hatırlı galiba!..