Özlem Ünlü
ozlmunlu@gmail.com
Thomas Hobbes’un 1651 tarihli Leviathan eserinin başlığının incelenmesi, eseri çözümlemek üzere giriş niteliğinde bir değer taşır. Leviathan: Ya da Dinî ve Dünyevi Bir Uluslar Topluluğunun İçeriği, Biçimi ve Gücü (Leviathan: OR The Matter, Forme, & Power OF A COMMON-WEALTH ECCLESIASTICALL AND CIVILL), Hobbes’un bir diğer çalışması olan Behemoth: İngiliz İç Savaşı Tarihi ve Nedenleri ile birlikte düşünülmelidir, çünkü Hobbes’un Behemoth eserinde ele aldığı zamanının İngiltere’sinde somut olarak deneyimlenen iç savaş, Leviathan’da siyasi bir kriz olarak kuramsallaştırılmış ve egemen gücün bölünmesi sorununa dönüşmüştür. Hobbes’a göre egemen gücün hakları kesinlikle bölünemez ve devredilemez.(i) İç savaş ise egemen gücün yetkilerinin ve haklarının bölünmesidir. İç savaş haline götüren bu tehlikeli bölünme, Kral, Lordlar ve Avam Kamarası arasında olabilir (ii), egemen güç ve Kilise arasında da olabilir (iii).
Bu ayrımdan hareketle, modern toplumun üzerine kurulduğu iki önemli ilkenin, Hobbes’un egemen güç anlayışına göre nerede konumlandığını görmek önemlidir. Birinci ilke, egemen gücün Kral, Lordlar ve Avam Kamarası arasında paylaşımı, modern siyasi rejimlerde kendini güçler ayrılığı ilkesi olarak göstermiştir ve vazgeçilmez bir demokratik ilke olduğu düşünülür.Yalnızca demokrasi kuramları değil, aynı zamanda liberal siyaset kuramları da (örneğin Locke’un kuramı), egemen otoritenin taşıyıcısı olarak bir merciyi tanımaz ve bu otoriteyi organlara dağıtmak ister. Dolayısıyla, Hobbes’un burada tehlikeli gördüğü güç bölünmesi, demokratik liberal ilkelere göre demokratik rejimin emniyet supabıdır. İkicisi, Hobbes’un devletlerde en sık görülen iç savaş gerekçesi dediği egemen güç ve Kilise arasında otorite bölünmesi sorununa dayanır. Hobbes bunu,‘buyrukları birbirine aykırı olduğunda Tanrı’ya ve insana aynı anda itaat etmenin zorluğu’ olarak formüle eder (iv). Kilise’nin özerk bir kurum olarak egemen güce ortak olması ise, modern rejimlerin laiklik ilkesine dayanarak dışladığı bir siyasi konumlanmadır. Bu bakımdan, laiklik ilkesi Hobbes’un egemen otorite anlayışıyla, zeminini hazırladığı bir ilkedir diyebiliriz.
Hobbes’un, siyasi krizlerin temeline koyduğu egemen gücün bölünmesi sorununa getirdiği çözümü, Leviathan’a başlığını veren ve baş sayfasında yer alan mitik figür Leviathan’a daha yakından bakarak anlayabiliriz. Sayfanın en üstünde Latince deyiş Non est potestas Super Terram quæ comparetur ei, yani ‘Bu dünyada onun gücüyle kıyaslanacak başka bir güç yoktur’ deyişi, Eski Ahit, Eyüp 41’deki deniz canavarı Leviathan’ın tasvirinden alınmıştır. Leviathan, iki elinde tuttuğu iki farklı silahla denizden şehre karşı yükselmektedir. Levithan’ın bir elinde, dinden azade özerk siyasi otoriteyi temsil eden kılıç, diğer elinde ise siyasi otoriteden bağımsız kilise otoritesini temsilen piskopos asasını tutmaktadır. Kılıç altındaki sütun, beş bölümde kılıcın gücünü gösterdiği ve kılıcın gücüyle canlanan simgelere ayrılmıştır. Bunlar sırasıyla, (1)kale, (2) taç, (3) top, (4) tüfekler, mızraklar ve sancaklar ve son olarak bir savaş sahnesi, piskopos asası altında ise, (1) kilise, (2) piskoposluk rütbesi olan mitre, (3) farklı yönlere çakan şimşekler, (4)Ortaçağ doktrinlerinin dilemalar ve tasımları temsilen çatallaşmalar ve (5) bir konsey toplantısı sahnesi bulunur. Bu resimde egemen, hem siyasi hem de dinî otoriteyi bünyesinde eritmiştir. Bu nedenle, siyasi otoritenin geleneksel temellendirmesi, Hobbes’un yeni egemen güç tasarımıyla birlikte bu açılış sayfasında sona ermiştir. Bu tasarımda dini otorite (auctoritas) ile kralın gücü (potestas) arasında meşru bir ayrım yapmanın imkanı kalmaz, çünkü Leviathan hem kılıcı hem de asayı elinde tutmaktadır.
Hobbes’un devlet kuramıyla birlikte, siyasi otoritesi Tanrı’dan gelen bir devlet anlayışı terkedilmiş ve devlet insan aklının bir ürünü olmuştur; ‘Yapay bir insandan başka bir şey olmayan, Latince CIVITAS, yani ULUSLAR TOPLULUĞU (COMMON-WEALTH) ya da DEVLET adlı o büyük LEVIATHAN sanat ile yaratılır; doğal olandan daha güçlü ve daha kudretli Leviathan, doğal olanın korunması ve savunması amacındadır.’(v) Hobbes’un bu ifadesini, yine Leviathan’ın sembolize edilişine bakarak anlayabiliriz; Aslında denizde yaşayan bir yaratık olan Leviathan, Hobbes’un devlet kuramında ikonografik bir dönüşüme uğrayarak insan kılığına bürünmüştür. Ancak o yine de, bizim gibi bir insan değildir.
Leviathan boyunca Leviathan’ın adı üç defa, dört farklı imgeyle geçer; Birincisi, yukarıdaki pasajda geçen homo artificialis, yani ‘yapay insan’ tamlamasına karşılık gelir; Doğal olanla karşıtlık içinde ya da başka bir deyişle insanın doğal tarafının dışarıda bırakıldığı yapay ve yaratılan bir insan tasarımıyla sunulur. Burada Leviathan’ın yapaylığı, makine (automaton/machina) imgesiyle tamamlanır. Ayrıca, insan ve hayvan arasında ortak özellikler gören Hobbes, Leviathan için yapay insan tamlamasının başka bir deyişi olan ‘yapay hayvan’ (animal artificiale) imasında da bulunur. Hobbes yine insana dair bir özellikle harmanladığı dördüncü ve son imge ile Leviathan resmini tamamlayacaktır; Leviathan, kişiler arasında yapılan sözleşmeyle varlık kazanmış ve sözleşmeye taraf olan herkesi temsil eden ölümlü bir Tanrı’dır (deus mortalis). Dolayısıyla, Hobbes bize Leviathan için insan, hayvan, makine ve Tanrı imgelerinin ikonik bir kokteylini sunmaktadır; Doğallığından sıyrılmış bir makine olarak insan ve hayvan, ve ölümsüzlüğünü terk etmiş bir Tanrı.
Hobbes’un bu dört imgeyle kurduğu yeni egemen tasarımında, bir yandan tanrıyı Tanrı yapan ölümsüzlüğü, diğer yandan insanın, yemek, içmek gibi olmazsa olmaz edimlerini kapsayan doğallığı soyutlanarak, insan ve Tanrı adeta yakınlaştırılmış, aralarındaki mesafe Leviathan ikonunda kapanmıştır. Böylelikle egemen otorite, ne tam anlamıyla insanın, ne de halis bir Tanrı’nın elinde tuttuğu siyasi bir alana çekilmiştir. Siyasi yönetim, ne yalnızca insani doğal reflekslerin güdümündedir, ne de gücünü gayrıinsani bir nitelik olan ölümsüzlükten alan tanrısal bir otoriteyle mümkündür.
Bazı Hobbes yorumcuları, Leviathan’ın bu ikonografik tasvirinde teolojinin politizasyonunu görürler; Hobbes’un siyaset kuramında din dışarıda bırakılmamış, tersine egemen gücün kurumsallaştırmasıyla siyasetin içine çekilmiştir, ama artık eski formunda değildir. Hobbes’un bu kuramsal manevrasını kitabın başlığında da görebiliriz: Dinî ve Dünyevi Bir Uluslar Topluluğunun İçeriği, Biçimi ve Gücü. Burada ‘dinî’ nitelemesi daha çok, vaizlerin verdiği vaazları niteleyen ecclesiastical lterimine denk düşer. Yani egemen güç hem dinî, hem de dünyevi yaşamı düzenler. İbadet mekanlarında dinî erdemler öğretisini inananlara aktaranlar da, egemen otoriteye tabidir. Egemen güç, kutsal kitaplardaki erdem öğretisini, inanç ilkelerini ve hatta dinin dogmalarını belirleyebilir. İşte Hobbes’tan günümüze kadar gelen modern toplumlar için sivil din tartışmasının temelleri bu yeni egemen tasarımında atılmıştır. Dolayısıyla laiklik ilkesi, şimdiye kadar söylendiği gibi sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasından ibaret değildir; dinin egemen eliyle düzenlenerek topluma yeniden ancak farklı bir formda sokulmasını ve bu formun nasıl belirleneceği gibi, kamusal yaşamın düzenlenmesine kadar uzanan çok daha çetrefil bir siyasi soruyu kapsar.
-------------------------------
(i)Hobbes, Thomas. Leviathan. Richard Tuck, ed. Cambridge University Press, 1991, syf. 136.
(ii)A.g.e., 127.
(iii) A.g.e., 402.
(iv) A.g.e., 402-3.
(v) A.g.e., 9.