Ticari üniversiteleri vakfa çevirin! Sıkarsa!

Serhat İncirli

Doktorların veya bir doktorun işine karışmak mı?

Haşaaaa!

-*-*-

Hele hele de bir kalp damar doktorunun…

Olur mu?

Ahlaksızlığın daniskasıdır bir kardiyoloğa, bir yazıcının veya gazetecinin akıl vermesi!

-*-*-

Haaaa, koskoca üniversite profesörünün kelepçelenip mahkemeye çıkarılması doğru mudur?

Efendim yasa gereğidir!

Saygııııııı?

Sonsuz!

-*-*-

Efendim Turgay Avcı hastaneye kaldırıldı!

Mehmet Hasgüler kaldırılmadı!

Elbette doktor raporu, doktorun vereceği bilgi çok önemli!

Turgay Avcı’nın tansiyona bağlı kalp krizi geçirme riski var!

Mutlaka vardır!

Doktor söylediyse kesinlikle vardır!

Saygı, yine sonsuz!

-*-*-

Peki Hasgüler’in yok mu?

Şener Levent’in dün yazdığı gibi, yaşı Turgay Avcı’nın bir buçuk katı olan Dr. Zihni Uzman’ın yok muydu?

-*-*-

Adalet mi?

Elbette saygı!

Ama adalet, 6 aydır değiştirilmeyen beyaz çarşafa dönmüştür değerli kardeşlerim!

Çok kirli!

Ve kullanılmış!

-*-*-

Sedyede mahkemeye getirilen biliyorum!

-*-*-

Haaa, Turgay Avcı illa ki getirilmeli miydi?

Bilemem!

Ama “mahkemeye çıkarılırsa, Allah korusun kalp krizi sorunu var” diyecek olan doktorun; aynı anda, “… Turgay beyin tansiyona bağlı kalp krizi riski, YÖDAK gibi stresli bir kurumu yönetmesine engeldir” diye de bir rapor vermesi gerekir mi gerekmez mi?

-*-*-

Ya da şöyle sorayım; Turgay Avcı’nın; “… Bunca skandaldan sonra, özelde tansiyon sorunum ve kalbim, genelde ise tüm sağlığım, bu görevi yapmama engeldir, alın YÖDAK başkanlığını, başınıza çalın, Ersin Tatar’ın beni görevden almasına da gerek yoktur, gidiyorum, bye bye” demesi, doğru olan değil midir?

-*-*-

Daha fazla kir, pas dökülürse; bilin ki bu ülkede tüm üniversiteler zarar görecek!

-*-*-

Haaa ne mi yapalım?

Örnek Yunanistan!

Ne oldu Yunanistan’da?

Özel üniversite açılmasına izin verildi…

Parlamento Cuma akşamı hükümetin önerisini onayladı…

Evet bazı öğrenciler artık okumak için para ödeyecek!

-*-*-

Halk ama en başta da öğrenciler ayaklandı!

Gösteriler sürüyor!

-*-*-

Hükümetin ve Yunan Parlamentosu’nun kararı nedir?

“Özel üniversite açılacak ama kar amacı gütmeyecek”…

Yani bizim bildiğimiz dilde, “vakıf” olacak!

DAÜ ve LAÜ gibi…

Öğrenciden parayı alacaklar, eğitim verecekler, bunu ticari hedefe yöneltmeyecekler!

-*-*-

Şimdi özel üniversite patronlarımız tabii ki kızacak ama “devlete” tavsiyem, “sıkarsa”, böyle bir yasa hazırlayın, tüm özel üniversiteler vakfa ait olsun…

Şirket olmaktan çıkarılsın!

Kar amaçlı ticaret yapmaları yasaklansın!

Sıkarsa dedim, gördüğünüz gibi!

Sıkarsa!


Biat ve rokkanın öyküsü!

Bu günlere geleceğimiz açık mıydı?

Apaçıktı!

Çünkü yıllardır, bu zemin hazırlanmaktaydı!

-*-*-

Neydi bu zemin?

Bu zemin, 1974 sonrasında ele geçirilen ganimetin sonuna kadar harcanması zeminiydi…

-*-*-

İdeoloji hiç olmadı!

Siyasi tutarlılık da sağlanamadı!

Elle tutulur, sağlam bir siyaset görülmedi!

-*-*-

Ecevit – Demirel – Erbakan derken, önce “nüfus taşındı”, akabinde “sakın yapmayın” denilse de, “tapu dağıtıldı”…

-*-*-

Ne olur yapmayalım, diyenler olsa da, dinlenmedi ve “KKTC” ilan edildi!

-*-*-

Orada kopuş başladı…

-*-*-

Sahip çıkılıp savunulması gereken sosyo – ekonomik program ya da politikalarımız hiç olmadı…

Talimat geldi, uygulandı!

-*-*-

Türkiye’de askerler, dincilere iktidarı kaptırdığında, Kuzey Kıbrıs’taki bir numaralı asker yalakaları, başımıza bir numaralı din tüccarı oluverdi!

-*-*-

Zaman zaman “ya hu olmaz böyle” diyenler, getirildikleri koltuklardan uzaklaştırıldı veya işbirliğine zorlandı!

-*-*-

Politikamız olmadı ama var olan bir kültürümüz, duruşumuz olmalıydı ve vardı!

Sonuçta, o da gitti!

Siyasetsiz, kültürsüz, karman çorman, ne istediğini tam bilmeyen “siyasi işbirlikçiler” hep Türkiye’nin tercihi oldu!

-*-*-

Siyasetsizlik ve kültürsüzlük o boyuta çekildi ki; bugün ülkücü gibi görünenler, yarın örneğin Tayyip Erdoğan’ın tek talimatıyla – koltuk uğruna “AKEL’e üye olmak için sıraya girebilecek” bir boşluğa düşürüldü!

-*-*-

Namaz kılmayı bırakın, Kelime-i Şahadet getiremeyen bir yığın insan, “Hafızmış” gibi davranmaya başladı!

Ülke “huffaz” panayırına döndü!

-*-*-

Bir yığın insan, alkol masasından kalktı, camiye gitti!

Fotoğraf çekerken masalardaki alkol şişelerini saklama çabaları, sanırım anlatmaya çalıştığımı en iyi anlatacak olandır!

Ama koltuklar sapasağlam sayılıyordu!

-*-*-

Neden?

En başta söylediğimdir tek neden!

Çaldığımız hırsızlık malı paylaşmak!

Ganimeti yutmak!

-*-*-

Peki bundan sonra ne olacak?

KKTC’nin de baş yöneticisi sorumluluğu bulunan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “asla olmayacak” dediği bir çok şeyden caydı…

Suudi Arabistan, Kuveyt, Mısır, Yunanistan siyasetleri “asla değişmem” noktasındaydı, değişti…

Faiz politikası 180 derece farklılaştı!

Amerikalı papazı hatırlayalım!

“Ben yaşadığım sürece rahibi kimse alamaz” dedi, kendi elleriyle uçağa koydu, gönderdi!

-*-*-

Tayyip bey yarın, “bu mesele çözülsün” derse; tutarlılık, dürüstlük, adalet, demokrasi, ilkeli davranmak gibi gailesi olmayan malum palyaçolarımız; doğrudan biat ve itaate geçecekler!

-*-*-

Neden mi battık?

Neden mi bittik?

Çok basittir bu soruların yanıtı; “… Biat ettik”…

Çünkü hiçbir zaman “biz” olamadık…

Sorgusuz sualsiz, ne söylendiyse itaat!

Koltuk – makam – rüşvet – haksız kazanç uğruna biat çok işimize geldi.

-*-*-

“Ben” dedik; verilen veya önümüze konan kemikleri yaladık, şiştik davul olduk…

Ebemizin rokkasını şimdi gözümüze soktular ama iş işten geçti!

-*-*-

Rokka dedim de aklıma geldi…

Mesela bir cumhurbaşkanımız var, “İngilizler, Yunanlılar ve Rumlar bize o kadar baskı yaptı ki, bazı otları bile yemeye başladık” falan diyor!

Hem de uluslararası gastronomi toplantısında!

Daha ne diyeyim?


Tuncer abiyi uğurlarken; “Neden yenildik?”

Tuncer Arifoğlu’nu yitirdik…

Annemin köylüsü, dayımın ve amcamın silah arkadaşı, bizlerin “Tuncer abisi”…

-*-*-

Tuncer Arifoğlu, ODTÜ’de öğrenciyken, henüz 17 yaşında bir grup arkadaşıyla 1964’te Erenköy’e çıktı…

Görevdi…

Vatan mevzubahisti…

-*-*-

Savaş bitti…

Üniversite tamamlandı…

Amerika’ya master eğitimine gitti…

Döndü…

30 yaşında ülkesine bakan yapıldı…

Çünkü bakanlık yapacağı konuyla alakalı çok geçerli ve çok iyi bir eğitim almıştı…

-*-*-

Yıllarca Kooperatif’i yönetti…

Üniversite hocalığı yaptı…

UBP’nin hem kurucuları arasındaydı, hem de yıllarca perde gerisinde de önünde de yöneticilerinden biriydi…

-*-*-

Köyü Tera’yı, arkadaşlarını, ailesini çok sevdi…

Önce ülkesini…

-*-*-

Şimdi mi?

Şimdi, sahte diplomalar, üniversite diye açılmış insan kaçakçılığı merkezleri, hırsızlık, rüşvet, soysuzluk havada uçuşuyor…

-*-*-

Aileler, çok, hem de çok iyi yetişen evlatlarına, “sakın bu ülkeye gelmeyin” demeye çoktan başladı…

Ve ülkemizi, bu toprakları asla sevmeyen, ganimet olduğunu bildiği için gün 24 saat paylaşmak için çırpınan,  bir grup papağan, kukla ya da işbirlikçi ile Türkiye’den gönderilen iki dilbandi yönetiyor!

-*-*-

Tuncer Arifoğlu, elbette sevgili eşi, evlatları, torunları, akrabaları ve Teralılar için çok büyük bir kayıptır…

Ama Tuncer Arifoğlu’lar tek tek gittikçe; bizim de nereye doğru gittiğimiz gayet açıktır sanıyorum…

Tuncer Arifoğlu, bu ülke için yeri doldurulamaz kayıplardan biridir…

-*-*-

Biz nerede ve neden mi kaybettik?

“Kurtarılmanın çok mühim bir şey olduğunu kafamıza soktukları gün kaybettik…”

Kurtarılmak bitmektir…

Bittik…

-*-*-

Huzur içinde uyu Tuncer abi…