Kıbrıslı Türk lider Mustafa Akıncı, Kıbrıslı Türklerin federal devlete katılımı ve siyasi eşitlik konusunun tıkanıklığa neden olduğunu söyledi.
Akıncı, haftalık yayınlanan Kathimerini gazetesine konuştu, buıgünkü anlayışla “referans şartlarında uzlaşıya varılmasının çok zor olduğunu” söylediğini yazdı.
Akıncı’nın söyleşisi “Referans Şartlarında Uzlaşı Çok Zor – Kıbrıs Rum Tarafı Siyasi Eşitlik Tutumunda Israr Ettiği Sürece Bizim Geri Adım Atmamız Söz Konusu Olamaz” başlıkları altında, soru-cevap şeklinde gazetede yer aldı:
Müzakerelerde gelinen noktada Kıbrıs Türk tarafı açısından esas tıkanıklığın siyasi eşitlik konusunda yaşandığı gözlemleniyor. Kıbrıs Rum tarafının ve yabancı kamuoyunun aydınlanması açısından bu konuyu biraz açar mısınız? Kıbrıs Türk tarafının siyasi eşitlik vurgusu ile Rum tarafının veto korkusu arasında herhangi bir bağ bulunmakta mıdır?
Akıncı: Kıbrıs Türk tarafının siyasi eşitlikten anladığı BM parametrelerinde ifade edilenden başka bir şey değildir ve işin ilginç yanı, son zamanlara kadar bu konuda iki taraf arasında da mutabakat vardı. Anımsanacağı gibi BM parametrelerinde anlatılan siyasi eşitlik, tüm federal organlarda iki tarafın sayısal eşitliğini öngörmemekle beraber, her federal kurulda kararlara iki tarafın da etkin katılımını esas almaktadır. Burada söz konusu olan, bazı organlarda eşit sayının olacağı ama bazılarında olmayacağıdır. Örneğin senatoda, yüksek mahkemede, rekabet kurulunda, kamu hizmeti komisyonunda, vatandaşlıkların değerlendirileceği komitede iki taraftan eşit sayıda temsiliyet olacağı üzerinde mutabakat vardır. Bu ve benzeri kurullarda sorun yoktur. Ancak örneğin bakanlar kurulunda temsiliyetin 7’ye 4 şeklinde olacağı uzlaşılmıştır.
Bu noktada, sizin bakış açınızdan önemli olan unsur etkin katılımdır, öyle değil mi?
Akıncı: Eşit sayıda katılımın olmayacağı kurullarda, BM parametrelerinden biri olan kararlara etkin katılım nasıl olacaktır? Kararlara etkin katılım demek, her iki tarafın da kararlarda sadece söz değil, oy hakkının da bulunmasıdır.
Kararlarda Kıbrıs Türk tarafının oy hakkının bulunması iki türlü söz konusu olabilir: Bu, ya bir veto hakkıyla sağlanır ya da Talat ve Hristofyas döneminden gelen kararlara her iki taraftan minimum bir olumlu oyun sağlanmasıyla elde edilebilir.
Dış politika, güvenlik ve savunma alanlarında dönüşümlü görev yapacak olan başkan ve başkan yardımcısının birlikte karar verecekleri hususu üzerinde uzlaşma vardır. Yani kararlar konsensüsle alınacaktır. Bir olumlu oy ilkesi ise veto anlamında değil, katılım anlamındadır. Ve bir olumlu oy, minimumdur ve daha da aşağısı mümkün değildir. Bu kabul edilmediği takdirde, Kıbrıs Türk tarafının kararlara etkin katılımından bahsetmek mümkün olmaz.
Sizin bu noktadaki temel itirazınız nedir?
Akıncı: Etkin katılım ilkesinin olmaması durumunda kararlar Rum tarafının basit çoğunluğunca alınır ve bu da federasyon değil üniter bir devlet anlamına gelir.
Bir olumlu oy ilkesini önce kabul edip şimdi ise reddeden Rum liderliğinin tavrının son derece yanlış olduğu kanaatindeyim. Çünkü bakanlar kurulundaki bir olumlu oy ilkesinin kabul edilip bu konuda mutabakat sağlandığı Crans Montana’da konferansın açılışındaki konuşmasında bizzat Sayın Anastasiadis tarafından dile getirilmişti. Şimdi bundan vazgeçilmiş olması, referans kavramlarında ilerleme sağlanmasını engelleyen önemli bir faktör durumuna gelmiştir. Çünkü bu, doğrudan Kıbrıslı Türklerin BM parametresi olan siyasi eşitliğini ilgilendirmektedir.
Kıbrıslı Rum liderliğinin veto ile ilgili endişesi konusundaki düşünceniz nedir?
Akıncı: Bir olumlu oy ilkesi çerçevesinde devletin işlevsiz hale geleceği korkusu tamamen yersiz bir korkudur. Eğer genel olarak 2-1 oranında temsiliyet olacak olan federal kurullarda yer alan Kıbrıslı Türklerin tümü bir konuda olumsuz bir tavır içerisindeyse, bunun nedenleri üzerinde durmak, uzlaşma yollarını aramak gerekir. Halbuki siz buna dikkat etmez ve basit çoğunlukla tüm kararları almaya devam ederseniz, devlet asıl o zaman işlevsiz hale gelecektir. Çünkü bu tutum iki kurucu devletten birini ortak federal devlete karşı yabancılaşmaya itecektir.
Bir noktanın daha altını çizmekte fayda var. Sayın Anastasiadis zaman zaman “sayıca az olan bir toplumun dediği mi olacak” diye sormaktadır. Hayır, ortak yetkilerde kararlar ortaklaşa alınacak ve uzlaşma kültürü gelişecektir. Kaldı ki önemli konularda çıkmaz varsa, bunları aşacak mekanizmalar da söz konusu olacaktır. Federal anlayışın temeli katılım ve uzlaşmadır. Tıpkı Avrupa Birliği’ndeki gibi. Güney Kıbrıs 1 milyondan az nüfusuyla 80 milyonluk Almanya ile Avrupa Birliği’nde aynı oy hakkına sahiptir, bunu da unutmamak gerekir.
Müzakereler garantiler nedeniyle mi çöktü?
Atina’da eski Dışişleri Bakanı Kocias’ın öne sürdüğü Kıbrıs’ta müzakerelerin, Türk tarafı garantiler konusunda adım atmadığı için çöktüğü söylemi Kıbrıs Rum tarafında kabul görmekte. Bu görüşü paylaşıyor musunuz? Güvenlik ve garantiler meselesinde derin bir ayrılık mı söz konusu?
Akıncı: Crans Montana’da bir masada beş taraf, AB’nin de gözlemciliğinde güvenlik ve garantiler konularını konuşurken, diğer masada iki taraf geriye kalan diğer konuları; yönetim, güç paylaşımı, toprak, mülkiyet ve benzeri konuları konuşmaktaydı. Burada hedef, iki masanın da paralel ilerlemeler sağlayarak sonuçta stratejik bir paket anlaşmaya varılabilmesiydi. Bu yönde Kıbrıs Türk tarafı olarak bizim aslında, Mont Peleran’dan başlayarak ve yeri geldikçe inisiyatifler de kullanarak, gerekli adımları fazlasıyla attığımıza inanıyorum. Garantiler konusunda ise Türkiye yetkilileri, özellikle BM Genel Sekreteri ile yürüttükleri çalışmalarda, Rum tarafının da Kıbrıslı Türklerin haklarına yönelik atacağı adımlara paralel uygun esnekliklerin gösterileceğinin sinyalini vermişti.
Şunu da anımsatmakta yarar var ki, en son aşama için Türkiye Başbakanı ve Birleşik Krallık Başbakanı Crans Montana’ya gelmeye hazır bir durumdaydılar. Ne var ki bizden kaynaklanmayan engellemelerle Sayın Çipras’ın oraya gelişi mümkün olamadı. Dolayısıyla Crans Montana sadece Güvenlik-Garantiler meselesi ile çöktü demek gerçekçi bir değerlendirme olmaz.
Güvenlik ve Garanti meselesinde derin ayrılıkların sürüp sürmeyeceği bir bakıma Kıbrıs Rum tarafının tavırlarıyla ilişkili olacaktır. Biz Kıbrıs Türk liderliği olarak herkesin kendini güvende hissedeceği bir yapı istiyoruz. Bundan dolayıdır ki bir tarafın güvenlik ihtiyacı diğer taraf için bir tehdit algısı yaratmamalıdır söyleminde bulunduk, bunu ilk ifade eden olarak bu prensibe inanıyorum. Bunun için çıkış yolları bulunabilir, ancak bunu toptancı maksimalist yaklaşımlarla sağlamak mümkün değildir. Sıfır asker sıfır garanti söylemi bir çıkış yolu oluşturmuyor.
Nikos Anstasiadis ile son temaslarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? İleriye dönük olarak olumlu mesajlar ve sinyaller alabildiniz mi? Desantralize konusunda kendisinden tatmin edici bilgiler aldınız mı?
Akıncı: Sayın Anastasiadis ile 26 Şubat’ta gerçekleştirdiğimiz buluşmada konuları iki başlıkta ele aldık. Güven artırıcı önlemlerle ilgili kamuoyuna yaptığımız açıklamaları biliyorsunuz. Elektrikte kalıcı bağlantı, cep telefonlarının her iki tarafta da çalışabilir olması, Kıbrıslı Rum ressamlara ait tabloların ve 1963 öncesi Kıbrıs yayın kurumundaki Kıbrıslı Türklere ait ses ve görüntülü eserlerin karşılıklı iadesi ve her iki tarafta da 9’ar adet mayın tarlasının temizlenmesi konusundaki kararlar, kuşkusuz ki olumlu bir gelişmedir. Şimdi biz Kıbrıs Türk tarafı olarak bunların ileriye götürülüp yaşam bulması için her türlü hazırlığı yapıyoruz.
Ümit ederim ki bu konularda Rum tarafında geri adımlar atılmaz. Esasen elektrik ve cep telefonlarıyla ilgili varılan mutabakat son 3.5 yıldır zaten masada olan çerçevedir. Ne yazık ki Kıbrıs Rum tarafı uzun süre bunları yaşama geçirmekte isteksizlik gösterdi. Şimdi vardığımız mutabakatlara sadık kalınarak gereğinin yapıldığını görmekten büyük memnuniyet duyacağımı ifade etmek isterim.
Desantralize federasyon konusunda size ne söylendi?
Akıncı: Görüşmenin ikinci bölümünün ana konusu desantralize federasyondu ve bu konuda Sayın Anastasiadis’in düşüncelerini dinledik. Bilineceği gibi Kıbrıs Türk tarafı olarak bizim kurucu devletlere daha fazla yetki bırakılması konusunda olumsuz bir yaklaşımımız hiçbir zaman olmadı. Yetkilerin daha çok merkezde toplanması görüşü Kıbrıs Rum tarafının görüşüydü. Şimdi bu konuda farklı bir noktaya gelinmişse, bunları iyi niyetle değerlendirmeye hazır olduğumuzu çeşitli defalar söyledim. Burada kilit unsur, merkeze sayısı azaltılmakla birlikte kalacak konularda kararların nasıl alınacağı meselesidir. O konudaki ayrılık maalesef devam etmektedir.
Sayın Anastasiadis hangi yetkilerin merkezde kalacağına ilişkin genel hatlarıyla bir sunum yapmıştır. Ancak merkez için öngördüğümüz federal yetkiler listesi üzerinden gidilerek hangi yetkilerin kurucu devletlere bırakılması konusuna tek tek değindiği bir liste çalışması yapmamıştır. Eğer bu konuda daha ayrıntılı bir çalışma yapılırsa, ona da bakabiliriz.
Yakın zamanda Kıbrıs açıklarında Kıbrıs Türk tarafının başlatacağı doğal gaz araştırmaları ile ilgili görüşünüz nedir? Doğal gaz konusundaki son gelişmeler sizleri endişelendiriyor mu?
Akıncı: Doğal gaz konusunda öteden beri şunu söylüyorum: Doğal gaz konusu ya Kıbrıs’ın iki toplumunun ve Türkiye de dahil bölge ülkelerinin bir işbirliği alanı olacak, ya da bir gerginlik ve çatışma nedeni haline gelecek. Defalarca belirttim ki ben birinciden yanayım. Eğer gerçekten yeterli bir zenginlik varsa, bu konuda her iki tarafın da hakkı olduğu kabul edildiğine göre, daha işin başından akılcı bir yolla bu süreci birlikte planlamak çok daha iyi olurdu. Kıbrıs Rum Yönetimi ne yazık ki bunu ısrarla reddetmiştir ve bu yönde ilerlemeye devam etmektedir.
Doğu Akdeniz’de Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’yi de enerji denklemi içinde görerek işbirliği potansiyeli büyük olan bu alanda herkesin kazançlı çıkabileceği yollar izlemek mümkündür ve aklın yolu da budur. Bu konuda uzlaşmak ve bir araya gelip paylaşmak yerine “bu benim egemenlik alanımdır ve bunu böyle bilir böyle yaparım” davranışları kaçınılmaz olarak Kıbrıslı Tükler ve Türkiye’yi de benzeri adımlar atmaya teşvik etmiştir. Bundan dolayıdır ki yakın gelecekte Türkiye’nin sondaj gemileriyle bölgede sondaja başlaması şaşırtıcı olmayacaktır.
Haziran sonrasında başlaması düşünülen müzakere sürecini nasıl bir takvim beklemektedir? 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar kalan dar takvimli süreçte çözüm mümkün olabilir mi?
Akıncı: Şu anda müzakere sürecinin başlayıp başlamayacağı bile ne yazık ki belli değildir. Şimdiki durumda, olumlu sonuç alınmasının yazık ki oldukça zor bir iş olacağı görünüyor. Bizim için siyasi eşitlik geri adım atılacak bir konu değildir ve Rum liderliği bu tutumda ısrar ettiği sürece uzlaşmak zor görünüyor.
Bunun ötesinde basına yansıdığı gibi 30 Haziran 2017 tarihli Guterres Çerçevesi de çarpıtılmak ve sulandırılmak isteniyor. Gerçekte olmayan, 4 Temmuz tarihli başka bir belge icat edilmeye çalışılıyor. Bütün bunlar ortadayken referans kavramlarında da uzlaşma sağlanması çok zor görünüyor. Eğer bu engeller aşılabilirse, sizin de değindiğiniz gibi Haziran ayı ile birlikte ucu açık olmayacak sonuç odaklı bir müzakere sürecinden bahsedebiliriz. Bunun nedeni de 31 Mart’ta Türkiye’de yerel seçimler ve daha da önemlisi Mayıs sonunda yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri var, muhtemelen Yunanistan genel seçimlerinin öne alınması ihtimali var. Dolayısıyla Haziran’dan itibaren olaya bakarsak, evet daralan bir takvim var. Ancak ben hep şunu vurguladım: Kıbrıs’ta gelecek seçimleri değil gelecek nesilleri düşünmek zorundayız. Bir çözüm fırsatı varsa bunu sonuna kadar değerlendirmek benim Kıbrıs’a ve gelecek nesillerine karşı sorumluluğum ve görevimdir.