Tıp Homofobiyi Nasıl Kurar?

hiç bir şey ve kişiötekini kurmadan kendini var edemez. Bu nedenle kültürler de ötekini kurmak ve kendini bununüzerinden var etmek zorundadır

Özgül Saygun
o.saygun@hotmail.com

“Eşcinsellik hastalıktır” inancı, günümüzde inandırıcılığını kaybetmiş olsa da söylem ülkemiz dahil bir çok ülkede ve yakın coğrafyalarımızda özellikle tıp ve siyasette varlığını sürdürmektedir. Örneğin; 2010 yılında Türkiye’de dönemin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf eşcinselliği biyolojik bir bozukluk bu nedenle tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak tanımlamıştır. Ancak tahmin edildiği gibi bu düşünce Selma Aliye Kava’a özgü bir düşünce değil elbette. Bu söylemin çeşitleri 19. yüzyıldan itibaren özellikle tıp ve siyasi alanda bir çok şekilde kendini belli etmektedir. Eşcinselliği, yani insanların kendi hemcinslerinden hoşlanmasını tıbbi bir hastalık olarak gören düşünce tarih boyunca bir çok eşcinselin “tedavi” adı altında işkence görmesine yol açmıştır. Fakat günümüzde hala bu yöntemi kullanan bir çok psikolog ya da din insanı olsa da, “onarım tedavisi” olarak bilinen yöntem dahi “eşcinselliğin tedavi edilemediğini” bilmektedir.

Günümüzde “açılma süreci”; (coming out) olarak bilinen LGBTİ+l’lerin kimliklerini topluma sunmaları da süreçleri bakımından psikologlar tarafından araştırılmaktadır. Bu noktada, LGBTİ bireylerin açılma süreçleri ruh sağlığı bakımından önemlidir. Çünkü bireyler heteronormatif bir yapı içinde yetişip o yapıdan ayrışırken sadece kendilerini sorgulamaz aynı zamanda bu süreci nasıl geçirdikleri ruhsal açıdan da büyük önem taşır. Ancak, kimlik gelişim süreçlerini daha sağlıklı geçirmek adına kişilerin neler yaşadığına bakılmalı ve çözümler aranmalıdır. Bu gelişim süreçlerine heteroseksüellik dahil değildir, çünkü, heteroseksüelliğin norm olarak kabul edildiği toplumlarda heteroseksüel bireyler açılma gibi bir süreçten geçmek zorunda değillerdir.

Tıbbi açıdan eşcinsellik bir ötekileştirme pratiği olarak görülebilir. Çünkü hiç bir şey ve kişi ötekini kurmadan kendini var edemez. Bu nedenle kültürler de ötekini kurmak ve kendini bunun üzerinden var etmek zorundadır. Ancak, önemli olan ötekinin kurulması değil, ötekini oluşturarak ne yaptığımızdır. Kişilerin veya toplumların oluşturdukları öteki üzerindeki yaptırımı da her şey gibi siyasi bir alandır. Geleneksel tıp anlayışında hastalık norm üzerinden belirlenir ve “normali” “anormalden” ayıran budur. Toplumsal bilimin de dediği gibi “insan doğası yoktur, tarihi vardır” bu nedenle hastalıkları belirleyen tıp değil tarihsel çerçevedir. Örneğin; 19. yüzyılda eşcinselliğin hastalı olarak görülmesi tamamen siyasi bir tutumdur. Bununla birlikte, eleştirel tıp ve psikoloji, geleneksel tıpın aksine sabit bir görüşü değil tarihsel çerçevede değişken bir noktadan tıp ve bilimi eleştirir.

Özellikle 1863 yılından sonra cinsellik de tıplaştırılır. Böylelikle, üretim araçları denetim altına alınabilir ve kontrol edilebilir nüfus araçları olarak karşımıza çıkacaktır. Örneğin, cinselliğin tıplaştırılmasıyla cinsellik ve doğum gibi olgular bir tıbbi pazar alanı olabilecektir. Bunun en belirgin olduğu alanlardan biriyse evlilik ve cinsellik arasındaki bağın devlet tarafından otomatik olarak kurulmasıdır. Örneğin, bazı kültürlerde kadınlar erkek çocuk doğurmadan evlilik geçerli değildir, ya da evlilikler kadınların üreyemediği bir duruma geldiğinde biter. Bu noktada devletin mülkiyet politikalarının da büyük önemi olduğu söylenmelidir. Bu duruma pronalitizm denebilir, bu da tüm sosyal olguların bireyleri aile olmaya itmesi olarak anlatılabilir.

Üreme ve aile politikaları arasındaki bağ 19. yüzyılda ulus devletlerinin kuruluşundan önce özellikle dinler yoluyla da desteklenmekteydi. Örneğin, Hristiyanlıkta Herann Boerhame “semerin boşa harcanması kişiyi hastalandırır” demiştir. Böylelikle üreme ve cinsel ilişki arasındaki bağı güçlendirmiştir. Bu algının toplum üzerinde yarattığı olgulardan biri kadınların direk olarak üremeyle eşleşmesiyle birlikte üremenin ve cinselliğin ekonomik açıdan açtığı pazar alanıdır. Üreme koşulları ve yöntemleri tıbbi ekonomiyle desteklenir, örneğin, viagra kullanımı ve kadın dergileri. Bu noktada cinsellik üreme üzerinden şekillenirken, “öteki” kendini eşcinsellik üzerinden kurmaya devam eder. Üreme ve kadın bedeni üzerinde kurulan bu ilişkide eşcinsellik üreme ve hazzı ayıran bir olgu olarak algılanır. Kadını denetim altında tutmayı hedefleyen heteroseksist sistem eşcinsellik kadının denetimden çıkışını da temsil eder. Bu durum iktidar ilişkilerini tersine çeviren bir durum olarak karşımıza çıkabilir. Bu noktada devletin ve toplumun bu durumu kontrol altına alma şekilleri homofobi, bifobi ve transfobi yoluyla karşımıza çıkar. Homofobi heteronormatif toplum içerisinde eşcinsellerin görünememesinden dolayı yaygın bir kavram olsa da devlet tarafından eşcinsellere olan yaptırımına “homonegativizm” de denebilir. Homonegativizm, eşcinsel bireylerden korkunun da ötesinde “normal” algısının dışındaki kişilere uygulanan yaptırımlardan oluşur.

Sonuç olarak, tıp alanında sağlık tanımlarının doğru kullanılması büyük fark yaratabilir. Örneğin, işlevsel sağlık alanında kullanılan modern tıp olguları toplumsal yapıya uydurmaya ve “normalleştirmeye” çalışırken, yaşantısal sağlık dediğimiz alternatif tıp anlayışı, rahatsızlık ve yabancılaşmayı özgürleştirmeyi, kişilerin kendilerini keşfetmesini ve gelişim kapasitelerine göre hareket etmelerini önerir.

 

 

Dergiler Haberleri