Tıp ve edebiyat

Dünyanın neresinde olursa olsun hiçbir özrü haklı görmeyen, baştan savmacılığı hoş karşılamayan bazı uğraş alanları var bana göre… Doktorluk ve Edebiyat-Sanat da bunlardan ikisi…

Neriman Cahit

Dünyanın neresinde olursa olsun hiçbir özrü haklı görmeyen, baştan savmacılığı hoş karşılamayan bazı uğraş alanları var bana göre… Doktorluk ve Edebiyat-Sanat da bunlardan ikisi…

Ne kadar güzeldir ki, bizim ülkemizde de, birinden aldığı heyecanla, öbüründen aldığı tatmin olma duygusunun verdiği enerjiyle yaratısını sürdürüyor bu iki olgu…

Doktorluk, gerçekten de zor zanaat. İnsanın acısı ve ölümüyle de ilgili.  Ve sanırım, doktorlar her gün, neyle karşılaşacaklarını bilmeden her tür acı ve ölümle randevulaşırlar ve akşamı çoğu kez bir “yaşam yorgunu” olarak bulurlar; ama ilginçtir ki, özellikle kendi alanının uzmanı olan nice uzman doktor, mesleğini uygularken vakit bulup “sanat ve edebiyatla” da uğraşıyor; çünkü, edebiyat ve sanat, var olmayanın içindeki, o var olma duygusu… Hatta daha da ötesi: Çok katmanlı ve çağrışımlı… İnsanı çoğaltan, “düşünce ve düş gücünün” toplamı…

Yaşadığı onca şeyi, “söze ve sese büründürme” sanatı…

Ve işte, tam da bu noktada, devreye “dil” giriyor; çünkü, “duygu ve söz” önce insanın içinde doğar, sonra da, “söz ve yazıya” bürünür, “edebiyat” olur… Ve, kendi alanının ustası olan nice uzman doktor, mesleğinin unvanı yanında, “yazar – sanatçı” diye de anılır… Onu, yazar yapan da, “mesleği değil bilinçaltıdır.”

Bilinçaltının şekillenmesi de her kişinin çocukluğundan başlar.

Unutmayalım ki, Sanat = düşünce + düş gücünün bir toplamıdır. Ve gündelik dilin, “tek boyutlu” anlamına karşı, “çok çağrışımlı” bir ifadeye eştir. Var olmayanın içindeki o varoluş duygusu, hatta daha da ötesi…

Ben, tıpla – edebiyatın direkt bir ilişkisi olduğuna inanmıyorum. Bu inancım, her meslekte – edebiyat ilişkisi için de geçerlidir. Yazın alanında başarılı doktorlarımıza dikkat edin. Sanatçı – yazar olanlar, dünyaya yaşama çok olumlu şeyler katıyorlar. Gerek eserleri, gerekse varlıklarıyla… Ve aslında yazmak, onlar için de kolay değil, çünkü ancak bedelini ödediğinizi yazabilirsiniz. (Ben bu konuda okuyan doktorlara da saygı duyuyorum.)

Edebiyat dili, kalbin dilidir… Yazdığınız şey, “orada” birikir ve demlenir…

GELELİM, EDEBİYATIN TIPLA OLAN İLİŞKİSİNE;

Yazarlığa girişecek insanın, söyleyecek sözü var demektir. Önemli olan, o sözü nasıl söyleyeceğini iyi bilmesi, ‘özgün bir dili’ yakalayıp biçem geliştirmesidir.

Doktorluk aslında çok zor bir zanaat. Tıpkı edebiyat-sanat gibi. Biri, insanı, ‘fiziksel’ olarak iyileştirirken, diğeri onu düşünmeye ve düşlemeye sevk ediyor. Doğal olarak, sadece ‘bedensel’ değil, ruhsal olarak da hastasıyla ilişki içindedir bir doktor. Ve eğer, mesleğinin eriyse, acılar, travmalar içinde olan bir insanın – eğer duyarlıysa – size örnekleyeceği o kadar çok şeyi var ki!

Ve, hayatın kıyısında kalmış, sıkışmış insanlardır “fitili ateşleyen” genellikle. Bir de, “pire için yorgan yakanlar…” Pire için yorgan yakmak cesaret ister çünkü.

Tüm bunlara, bir de “Felsefe ve Düzgün Türkçe” kattınız mı… Evet Türkçe… Bu ilk kuralıdır yazmanın…

Ülkemizde yazan – oldukça da başarılı yazan, doktorlar vardır…

Bu yazıyı yazarken, uzun uzun sorguladım. Doktorluk sadece Bilim midir? diye…

Ve sonunda, şu kanıya vardım: Doktorluk, bilimi, sanat haline getiren bir alan… Ülkemizde bunun örnekleri çok; ama unutmuş olabilirim diye örnek vermek istiyorum; bazıları, çok yakın dostlarım ve yazdıkları bende büyük bir heyecan ve saygı uyandırıyor…

Bazıları - halleri ve tavırlarıyla sanatçı… Ve, onların tümünde de rastladığımız, ortak bir duygu ise: Kocaman bir yürekleri olduğu…

Evet, sevgi ve bu da çok önemli; çünkü, sadece sevgi bağışlar insanın tüm hallerini…

Düşünüldüğünde, insanın bu evredeki yalnızlığı – komik yalnızlık duygusu da dahil, öyle kolay kolay kaldırılabilecek bir yalnızlık değildir aslında! İşte edebiyat, bu tür bir yalnızlıktan kurtarmaya çalışır insanı… Onda, yepyeni boyutlar açar… Çünkü, “gerçek erdem” hayatı, tüm boyutlarıyla yaşayabilmektir…

Bir bakıma edebiyat, insanı, kendisiyle de buluşturur…

Ve doktorlarımız da birer insan, üstelik insanın fiziksel ve ruhsal yıkımlarına çare bulmaya çalışan “meslek erbabı” olduklarına göre…

Duyarlı insanı, sadece hasta olarak değil, “İnsan gören” + bir de “yazma yeteneği” varsa… her gün, ilişkide olduğu insanları, sadece ‘hasta’ olarak değil de onun ötesine de geçerek… Onun hayatının dağılmışlığını, yitirdiği onca maddi ve manevi değer kaybını + bir de kendi çocukluğundan bu yana, yaşadığı ‘duygu kaynaklarını’ su yüzüne çıkarır…

Edebiyat, hayatı kucaklarken, insan varlığını yeniden anlamlandırır ve o hayatın, perdelenmiş bağlantılarını yeniden kurar…

Ve edebiyat, işte bu safhada insanın karşısına kendi tarihini projekte eder… (Hastasının anımsattıklarıyla birlikte) ve sisli görüntüler, giderek netleşir, çoğu zaman da, “sarsıcı etkiler” yaparak…

İşte – ‘yazma edimi’ böylece başlar o doktorda; çünkü sonuçta, diğer insanlar gibi o da bir insan…

Evet, sonuçta, o doktor da bir insandır… Ve yaşadığı, duyumsadığı anılardan örgülediği satırlar ve heceler, onun, kendisiyle buluşmasında, özüyle ve doğasıyla yüzleşmesi ve ‘kişisel tarihini’ yaşamasında adeta kılavuzluk eder…

Ve yazmaya başlar…

Bana göre: Tek tutkunun, “sahip olma” tutkusu, tek özgürlüğün, “tüketme özgürlüğü” sanıldığı bir dünyada ve ülkemizde… Görevi ne olursa olsun, “yazmak” bir erdemdir…

ÇÜNKÜ

Bir toplum yarattıklarıyla anılır…

Varoluşunun anlamı buradadır…

Bu anlam da, bizde hala daha tam değerlendirip anlaşılmıyorsa da: Bir toplumun varoluşunun anlamı bundandır… Bu anlamda da: “Gerçek bir iktidardır, edebiyat ve sanat.”

Sakın unutmayalım: Uygarlık, bir kişinin yüreğindedir… Ve, kalkınma, sadece “ekonomik büyüme” değildir…

Bu konuda bir ulusun gerçek kimliğini, anlamını, önemini bulmasında en büyük katkıyı, “yazarlar – sanatçılar” yapar…

İnsanımızın, gerçek hayalleriyle varoluşunu, zorlu ve çetin mücadelesini de yazarak – çizerek: Özetle yaratarak dile getiriyor yazarlar… Tanıklıklarıyla ve bunları yazıya dökerek…

TÜRKÇE’Yİ KULLANMAK…

Bu konuda en büyük görev ise: Türkçeyi iyi kullanmak… Evet, en önemli noktalardan biri de, dilimizi çok dikkatli ve hatasız kullanmak… En önemli yanıdır bu yazmanın…

Kendi dili yanında, bir de, ‘Kendi Edebiyatına’ burun kıvırmada onu, çok iyi bilmek… Sonra da, “Dünya Edebiyatını…” Ve yüreğini temizlemek… Yaşamın içinden geçerken, hatta, yenilgilerin yorgunluğunu taşırken…

Ve, sevgi…

Sevgi dolu bir yazar, gerçeği görebilmeli. Hayatın içinde, acımasız bir savaşın içinde değil… İnsanı severek, bağışlayarak, sevgi ile var olup, var etmeli… “Çünkü: Yazarlar, sadece çağının tanığı değil sorumlusudurlar da…”

Sonuçta insan, “Mesleği ve kıyafetiyle değil, liyakatıyla takdir olunur…

SONUÇ OLARAK…

GAYET ZOR BİR MESLEĞİN İÇİNDE, “Ben de varım” diyebilme iradesinin bir sonucudur, bir doktorun yazması…

Şimdi ve artık: Hepimize düşen görev:

“Eğer, benim tarihim – kültürüm silinmeye başlamışsa… Ben, onu tekrar yazacağım. Yok olmasına, ASLA izin vermeyeceğim… Sözü ve bunun yerine getirilmesidir…

İşte, kimsenin, bize veremeyeceği bir “GÖREV VE ÖZGÜRLÜK” budur.

Umuda ve sevgiye “merhaba” diyerek, şöyle bitirmek istiyorum:

“Umudumuzu hiç yitirmeyelim…

Umut, yaşamın artısıdır…

Geleceğe ve umuda Merhaba…”

 

 

 

 

 

 

Dergiler Haberleri