Tiyatronun genç yüzü, Çağda Özsoy

Tiyatronun genç yüzü, Çağda Özsoy

 

Serkan SOYALAN

Devlet Tiyatroları’nın genç ve başarılı ismi Çağda Özsoy ile tiyatrodan yaşama birçok konuyu içeren bir söyleşi gerçekleştirdik. Sorularımızı içten bir şekilde cevaplandıran genç tiyatrocu, kendisi çok küçükken yanan tiyatro binasının, iş hayatına başladığı zaman hâlâ gündemde olduğunu üzülerek vurguladı.
İşte Çağda Özsoy’un sorularımıza verdiği yanıtlar;

Kısaca sizleri tanıyabilir miyiz?
1991 yılında Lefkoşa'da doğdum. Ailemle birlikte Gönyeli’de yaşıyorum ve iki kız kardeşim var. Şu an sözleşmeli personeli olduğum Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nda çalışıyorum. University of Kent, Canterbury - Master of Drama and Theatre Studies, 2014 mezunuyum. İngiltere’de sanat okulu eğitimi ve yaşama kararı en başta kültür şoku yaratsa da, şu anki birikimimle hayatımdaki dönüm noktası olarak adlandırabileceğim bir durum. Öğrenciyken birtakım sorumlulukların farkına varmak ve tecrübe kazanmak hazzını keşfetmek, lisans eğitimimi tamamlamak üzere olduğum sanat okulunda, yüksek lisans eğitimi için de zemin hazırlamama yardımcı oldu. Böylece farklı performans dalları üzerine odaklanabilme şansını elde etmiş oldum ve bana göre sporla elde edilebilen vücut dayanıklılığının sahne sanatlarıyla uyumu olan ‘Fiziksel Tiyatro’ adlı bir dal üzerinden mezun oldum. Kıbrıs’ta pek tanınan bir dal olmasa da, her tiyatro insanının temelinde aldığı eğitime dayalı bir hazırlığı var. Çok büyük şanstır ki, mezuniyetimin ardından Kıbrıs’taki değerli tiyatro insanlarıyla da aynı ortamda iş üretebildim. Bu esnada insan emeğinin dorukta olması gerektiği anın kısıtlı zamanda neler yapabileceğini tecrübe etmeme yardımcı oldu.

Peki neden tiyatro?
Bu soru daha önce sorulsa, çok farklı bir yanıt verebilirdim ve yanıtım ‘sevdiğim için’den öte bir şey olmayabilirdi. Ancak sevdiğim için, yine de farkında olmadığım yönlerini buldum diyebilirim. Tiyatro festivalinin geçmiş senelerde şöyle bir sloganı vardı ki aynı zamanda tiyatronun en yaygın tanımı da diyebiliriz; ‘İnsanı, insana, insanla, insanca anlatmak’. Bunun ne anlama gelebileceğini kendi içimde çok düşündüm. Çünkü insan kendisini bir dış gözün yorumlamasını tercih edebilir. Ya da kendi türünü dışarıdaki göz olarak yorumlayabilir. Bunu da yapabileceği ender ortamlardan biri de, tiyatro seyircisi kimliğindeki ortamlardır. Çünkü sahnedeki kişi, o seyirciyi, sizi, bizi de anlatabilir.  Bunun sahnede olması, seyirciye düşünme ve eleştirme hakkını verir. Bu da gördüğünü anlatabilme, yorumlayabilme yeteneğine dönüşebilir. Tüm bu eleştirel yönümüz arttıkça insanın empati yapma becerisi gelişir. Kendimizi birinin yerine koymak, onunla aynı duyguları hissetme ve hatta çözüm arayışında bulunmak. Günün sonunda bunları bir tiyatro oyunundaki ortamda geliştirebilir, günlük hayatımıza taşıyabiliriz. Bunu seyirci gözüyle anlatmam aslında sahnedeki için farklı bir durum ortaya koymuyor, sadece çoğunluk için bir anlatım yapmaya çalışıyorum. Çizdiğimiz yol ne olursa olsun, zaten hayatımıza empati yapmayı adet haline getirdiğimizde, uzlaşı kültürünü ediniriz ve iç huzuru bulmamız kolaylaşır. Trafikte empati, iş yerinde empati, alışveriş yaptığımız yerde çalışanlara karşı empati ve benzeri. En önemlisi de şiddetten arınırız. Dilde kullanılan şiddetten ve diğer tüm çeşitlerinden, öfkeden kurtuluruz böylelikle düşündüklerimizin yansıması olan vücudumuza iyilik yapmış olur, onu sağlığa kavuştururuz. Uzun lafın kısası, insan yaşamını etkileyişi, kendi farkındalığımız ve etrafımızdakilere yönelik olan arayışımız, bağ kurmamız ve karşılıklı anlaşabilme durumu, tiyatronun veya buna yönelik bir atölye çalışmasının sağlayabileceği birtakım faydalar, ayrıca hayatımızdaki huzur için en temel ihtiyaçtır. Bu yüzden neden tiyatro sorusuna yanıt; çözüm ve zaten gereksinim tiyatro olduğu için diyebilirim.

“GÖNÜL İSTERDİ Kİ….”

Tiyatro çalışmalarınızdan da bahsedelim.
Şu anda temsili devam eden bir çocuk oyunumuz var “Derya’nın Rüyası”. Kasım ayında turnemiz Güzelyurt’ta başladı, bu sıralar İskele turnemizle devam ediyoruz. Oyuncu ekibimiz aslında 2015-2016 sezonunda ikiye ayrıldı. Bir kısmı benim de bulunduğum çocuk oyununda, diğer kısmı da 2 kişilik olan yetişkin oyununda (Ayrılık) ter dökmektedir.  ‘Ayrılık’ da Ocak ayı sonuna kadar Lefkoşa AKM tadilata girmeden seyircilerle buluşması organize edildi. Bunun yanında, ortaokul ve lise öğrencileri için geçen sezondan itibaren devam eden atölye çalışmalarımız ve sosyal sorumluluk projeleri yer almaktadır.

Genç bir tiyatrocu olarak ülkemizde sanat çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Henüz o eleştirel yorumu katabilecek tecrübede miyim emin değilim. Fakat yerli üretimimize bize konuk gelenlerden daha az ilgi gösterdiğimiz düşüncesindeyim. Fakat sosyal medyanın güzel organize etme gücü olduğundan bu sıralar etkinliklerden kolay haber alabiliyoruz. Yine fakat ile başlayan bir cümlem var ki; gönül isterdi sanat müzelerimiz olsun, tiyatro sahnelerimiz olsun ki en azından kendimin de içinde bulunmaktan büyük keyif alacağım etkinliklerin bu işi icra edenlerce de seyircilerce de mekânları netleşmiş olsun, bu da o çalışmanın enerjisini ve gösterim gücünü artırsın. Toplum olarak da erken tüketici grubuna ait olduğumuzu düşünüyorum. Ya çok sabırsız ve tüketmeye alışık olduğumuzdan ya da gerçekten az çalışmalar olduğundan toplumun doyamamasından kaynaklanan bir durum. İkisi de olabilir fakat bunu keşfedecek kadar tecrübemin olduğunu henüz düşünmüyorum.

“KIBRIS’TA TİYOTRO YAPANLARIN HEPSİ ÖRNEK”

Tiyatroda örnek aldığınız sanatçılar kimlerdir?
Bu her dönem değişen bir durum. Öğrenciyken örnekler verilerek tanıdığımız Laurence Olivier’i, Shakespeare adaptasyonlarında keşfetmiştim, aynı zamanda annemin klasik filmlerden bahsederken vurguladığı bir oyuncuydu. Ne yazık ki biz onun sahne deneyimlerini video kayıtlarından, hakkındaki yazılardan takip edebiliyorduk. Tabii tüm performans dallarının kendisini kanıtlamış isimleri var ve batı ülkelerinde yaygın olan farklı sahne performansları aslında oyuncuların da kendileri arasında türlere göre ayrıldığını gösterir, bu yüzden de her dalın onlardan birçok şey kapabileceğimiz muazzam sanatçıları var. Marina Abramovic gibi, DV8 topluluğu oyuncuları gibi...
Kıbrıs’a döndüğümde ise tavsiyelerine kesinlikle kulak verdiğim Özlem Özkaram, Nergül Tuncay gibi oyuncular var. Aynı zamanda Devlet Tiyatroları’nda oyunculuğun yanında yönetmenlik de yapmış kişiler.  Öğrencilikten profesyonel hayata geçişteki heyecanım ve bocalama dönemim, bu isimler sayesinde o telaşın en aza inmesine yardımcı oldu. Zaten her oyunun ayrı bir enerjisi olur, o enerjiyi de görüşlere, önerilere açık olmak, karakteri yakalamak için en hızlı yol olur. Bu sebeptendir de her dönem örnek alınası farklı oyuncular olur. Ama zaten Kıbrıs’ta bu dala odaklanan herkes örnek alınası insanlar bence, zira koşulları zor olan bir yerde zor bir mesleği yaşatmaya çalışan tiyatro insanları var.

Okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?
Ben bu röportajdan inanılmaz keyif aldım, umarım okuyucular da okurken keyif alır. Sizlere de bu yüzden çok teşekkür ederim. Herkes emeğinin karşılığını almak ister. Ben de sizin aracılığınızla, onları oyunlarımızda görmekten onur duyacağımızı söylemek istiyorum.  Ben çok küçükken yanan salonumuz, büyüyünce iş ortamımdaki gündem oldu. Bu utancı ve toplumun bu denli önemli kültür sanat ihtiyacının karşılanmaması sorunu, seyircisiz çözümlenemez. Onların da bu ihtiyacı en az bizim kadar vurgulamalarının hepimize geri dönüşümü olacaktır. Bu tüm toplumumuz için, vurgulamak gerekirse de bu kurumdaki oyuncular, sahne arkasında emin olun aşırı yorulan teknik ekip ve daire personeli için en güzel hediye olur.

Dergiler Haberleri