Geçen hafta sonu Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun “Kabare Kıbrıs” oyununu izledim.
Ne tiyatro, ne de film eleştirmeniyim... İçimden geldiği gibi yazmak, düşünmek ve sorgulamak isterim...
Hani belki “tiyatronun gücünü” sosyolojik bir irdeleme denemesi de diyebiliriz.
Öteden beridir kendime soruyordum “Tiyatronun gücü nedir?” İnsanların, kitlelerin, toplumların üzerindeki etkisi nedir?
Bu sorularla ilk kez lise yıllarında Namık Kemal’in hayatını okurken karşılaşmıştım.
Hatırlayalım, Vatan Yahut Silistre oyunu, 1 Nisan 1873 gecesi İstanbul’da Gedikpaşa tiyatrosunda oynanmış halk coşup, olaylar çıkarmıştı. Bunun üzerine Namık Kemal Kıbrıs’a sürgüne gönderilmişti.
Bu nasıl bir güçtür ki halkı coşturup olaylar çıkarabiliyor!?
Daha sonra Milli Arşiv’de süreli yayın taraması yaptığım sırada Halkın Sesi gazetesinde bir yazarın heyecan dolu anlatışıyla karşılaştım.
Öğretmen Koleji’nde benim de hocam olan Prof. Dr. Enise Kantdemir 1956 yılında Edebiyat öğretmeni olarak Limasol Koleji’nde görev yaptığı yıllarda yıl sonu müsameresinde Vatan Yahut Silistre oyununu sahnelemişti. Oyunu izleyen T.Y. Halkın Sesi gazetesinde şöyle anlatıyordu:
“(...)Herkes sevinçten ağlıyor. Salonu dolduran yüzler ve yüzlerce kişi heyecanın en yüksek şahikasında… Alkış, tavanı çökertecek kadar içten ve kuvvetli. Gene, gönüllerdeki heyecanı taşıran bir ses:
“Kıbrıs! Doğacaktır sana vaddettiği günler Hakkın
Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın…
Bu mısraların coşkun tezahüratını, ulvi reaksiyonunu ömrümün sonuna kadar unutmayacağım (T.Y. “Limasol Koleji’nin Müsameresi”, Halkın Sesi, 10.5.1956, S.3505.).”
Gerek Gedikpaşa’da gerekse Limasol Koleji’nde oynanan Vatan Yahut Silistre oyunu nasıl bu kadar heyecan ve coşku yaratabildi. Elbette ülkenin içinde bulunduğu o günkü siyasal, toplumsal, ekonomik... koşulları da dikkate almak gerekmektedir. Kıbrıslı Türklerin 1950’li yıllarda yasaklarla, baskılarla söndürülmek istenen umutları, özlemleri yanı sıra sıkıntılar, korkularla, yokluklarla geçen günlerinde Vatan Yahut Silistre bir umudun, kurtuluşun sesi olmuştu. Heyecan ve hareket yaratmıştı.
Buradaki amacım Vatan Yahut Silistre ile Kabare Kıbrıs’ı karşılaştırmak değildir. Benzerlik ya da farklılıklarını ortaya koymak değildir. Tiyatronun birey üzerindeki etkisinin veya gücü da diyebiliriz, toplumsal koşullarla ilintili olduğunu ortaya koymaya çalışmaktır.
İşte Lefkoşa Belediye Tiyatrosu bu oyunda “toplum-tiyatro” arasındaki ilintiyi yansıtmaya çalıştı. Kendi deyişleriyle “iflaslar, intiharlar, soygunlar, partizanlıklar, kanserler, krizler, petrol dolum tesisleri, zehirli yiyecek-içecekler, trafik canavarı, özelleştirmeler, ilahiyat okulları, külliyeler, çeteler, cinayetler, kumarhaneler, kerhaneler, tecavüzler, hırsızlıklar, göçler, tükenmişler...” karşısında “Dur bakalım ne olacak?” diyenlere bir ayna tuttular.
Kendi kendini tüketen toplumun, dönüp kendisine “Dur bakalım ne olacak halimiz?” diye sormasını, içine düştüğü çelişkileri, “ağlanacak halini” güldürerek anlatıyor. Takdire değer bir duyarlılık, emek.
Ne ki içimde bir de kuşku var. Söylemeden geçemiyeceğim.
Demiştik ya tiyatro toplumla ilintilidir.
Umarım toplumu tüketen zihniyet “Oynadınız ama dur bakalım ne olacak? demez. Koşullar böyle diyerek oyunu da kendine benzetmeye çalışmaz.