Emel Kaya
emel_kaya@hotmail.com
Örgün eğitim sisteminden geçmiş her birey, resmî tarih anlatıları ve resmî ideoloji üzerine kurulu bir dünyada yetişir. Resmî tarihler ve ideolojiler, devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirdiği, istediklerini öne çıkarıp gerekli gördüğü kadar eğip büktüğü, istemediklerini göz ardı edip derin kuyulara kapattığı, “beka” mevzusunu en uç noktalarda desteklemek için yazılmış / oluşturulmuştur. Her devlet buna tenezzül eder ve soru sormayan, kendisine verili dünyada yaşamayı tercih eden her vatandaş için bu tarih ve ideoloji, bir kutsal metin gibi tekrar edilip baş üstünde tutulacak, nesilden nesile aktarılacak en önemli unsurdur. Oysa bugün, toplumların ve devletlerin kendileriyle, yapıp ettikleriyle ilgili yüzleşmelerini sağlayan şeyin bu resmî tarih ve ideolojiler dışında kalanlar olduğunu biliyoruz.
Gerek birey gerekse toplum için “yüzleşme” çok kolay bir alan değildir. Yüzleşme; kendi yaptıklarını, hatalarını, ıskaladıklarını, verdiğin zararı fark edebilme; ötekiyle empati kurabilme, onun acısını hissedebilme; resmî ideolojinin dışına çıkabilme, sorgulayabilme cesareti ile bu acıyı paylaşıp dillendirebilme, özür dileyebilme ve telafi edebilme gibi fazlaca insanî vasfın bir araya gelmesini gerektirir. O nedenledir ki insanlık tarihinin en onurlu zamanları, bu yüzleşme anlarıdır.
Kıbrıslırum yazar Mihalis Papadopulos tarafından kaleme alınan ve 2021-2022 tiyatro sezonunda Kıbrıs’ın güneyindeki Antilogos Tiyatrosu’nda ve 18. Kıbrıs Tiyatro Festivali kapsamında kuzeyde, üç Kıbrıslırum (Yanna Lefkati, Mirsini Hristodolu, Hristina Hristofyas) ve bir Kıbrıslıtürk (İzel Seylani) oyuncunun yer aldığı kadro tarafından, Aleksia Papalazaru’nun yönetmenliğinde iki dilli ve alt yazılı sahnelenen 1964 isimli oyun, böylesi bir yüzleşmenin mekânıdır. Metnin Türkçeye çevirisi şair, çevirmen ve barış aktivisti Maria Siakalli’nin emeği.
Oyun, bir Kıbrıslırum yazarın sadece Kıbrıslıtürkler’e ve onların yaşadıklarına odaklandığı bir ilk oyundur. Oyundaki dört karakter de (Ayşe, Ahmet, Emine, Zehra) Kıbrıslıtürk’tür ve mekân, toplumlar arası çatışmalar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalarak yerleştikleri enklavdır. Mağusa Kaleiçi’nde önceden Hristiyan seks işçilerinin yaşadığı bir geneleve, üçü de seks işçiliği yaparak yaşamaya çalışan Emine, Ayşe ve Zehra yerleşir. Seyirci oyun boyunca bu kadınların bir yandan çatışmaların en yoğun yaşandığı 1964’ün belirsiz, kaotik ve kaygı dolu ortamında halihazırda yaşadıklarına, bir yandan da geneleve nasıl düştüklerine şahitlik eder.
Oyun, hem toplumlar arası çatışma ve savaşın, hem de bu kadınların geneleve düşmesinin müsebbibi olarak sermaye sınıfını ve erkek egemen zihniyeti işaret etmesi dolayısıyla hem Marksist hem de feminist okumalara açıktır. Oyunda sadece adı geçen ve konuşmalardan TMT mensubu olduğunu anladığımız Mehmet, sermaye sınıfının ayak işlerini yapan, enklavın her türlü düzeninden sorumlu hâmisi, karaborsacısı, genelevin patronu Emine’nin “manita”sı ve komünist avcısıdır. Emine, gençliğinde evlidir ancak kocasına ihanet eder. Kocası âşığıyla basınca Emine’yi kovar. Emine’nin âşığı onu başka erkeklere satar. Emine bir erkek tarafından satılmaktansa geneleve girmeyi tercih eder, sonra kendisi patron olur. Zehra, diğer iki kadından çok daha genç ve güzeldir. Genelevden ve seks işçiliğinden kurtulmak için Kıbrıslırum ve komünist bir öğretmenle Baf’a kaçmayı planlamaktadır. O küçük bir çocukken fabrikada çalışan babası sendikal faaliyetlere ve grevlere katıldığı, komünist olduğu ve sendikadan ayrılmadığı için milliyetçi Türkler tarafından öldürülür. Emine, başka kimsesi olmayan Zehra’yı yanına alır ve çalıştırmaya başlar. Oyunda artık yaşlılığını izlediğimiz Ayşe, gençliğinde Ahmet adında işçi, sendika üyesi, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum işçilerin birlik ve beraberliğine inanan, komünist bir gençle evlenir. Fakir ve öksüz olan Ayşe’yi Ahmet’in ailesi istemez. Hamile olan Ayşe’nin tüm uyarılarına rağmen Ahmet sendikal faaliyetlerden, grevlerden ve işçi birliği için çalışmaktan vazgeçmez. Sonunda 1934 yılında, o son on gün içinde bilinmeyen bir arabanın çarpması sonucu öldürülen dördüncü sendikacı olur. Ahmet’in ölümünün ardından babası gelip henüz bir aylık olan kız bebeği Ayşe’den alır. Ayşe geçinebilmek için dikiş diker, temizliğe gider. Bir süre sonra kendini genelevde bulur. Ayşe oyun boyunca Ahmet’in hayaletiyle konuşur, yaşar; onun geçmişine dair ayrıntıları bu diyaloglarla öğreniriz.
Ahmet’in, Ayşe’nin ve Zehra’nın hikâyesinin ortak noktası olan işçi sınıfı mücadelesi ve komünizmin Kıbrıs’ta ortaya çıkışı İngilizler döneminde başlar. 1878’de başlayan İngiliz yönetimi, tefecilerin, köylülerin mülklerini satmasına izin veren yasayı değiştirmesiyle, çiftçilerin proleterleşme sürecini başlatır. 1918’de inşaat işçileri ilk sendikayı kurar. İşçi sınıfı, 1920’lerde Kıbrıs nüfusunun ancak yaklaşık %19’unu oluşturan küçük bir kesimdir. 1926’da Kıbrıs Komünist Partisi kurulur. (...) O yıllarda İngiliz sömürge yönetimi altındaki adada, yaşam düzeyi çok düşük olup, fakirlik ve cehalet kol gezmektedir. Kıbrıs’ın yeraltı zenginliği olan madenler, İngiliz ve Kanada sermayesi tarafından çalıştırılıyor, en iyi maden işçisine 12 saatlik işgünü için iki buçuk şilin ücret veriliyordu ki o zamanın bir şilini ile sadece iki buçuk okka ekmek alınabilirdi. 1929 ile 1934 yılları arasındaki ekonomik bunalım, sınıf bilincinin gelişmesinde önemli rol oynar ve binlerce topraksız köylü, köylerden kasabalara gelir. İngiliz sendika geleneğine uyarak, işkollarına göre örgütlenen çeşitli sendikalar, Kasım 1941’de Tüm-Kıbrıs Sendika Komitesi (PSE)’ni oluştururlar. (...) Bazı Kıbrıslı Türk işçiler, önce İnşaat İşçileri Birliği'ne katılırlar. Birinci elden alınan bilgiler, örneğin İnşaat Çırakları Birliği'ne üye bazı Kıbrıslı Türk işçilerin, 1930'lu yılların başındaki grev ve diğer işçi mücadelelerinde ön saflarda olduklarını göstermektedir. İnşaat İşçileri Birliği'ne üye Türk işçiler, hem kendi işçi birliklerinin yeniden yapılandırılmasında, hem de 1924'te Leymosun'daki bütün işçi kuruluşlarını tek bir tüzük altında toplayan Leymosun İşçi Merkezi'nin oluşturulmasında rol almışlardı. Kıbrıslı Türk işçiler ayrıca, Leymosun kazası içinde sosyalist fikirlerin geliştirilmesinde, sınıf mücadelesi ve bilincinin yayılmasında ön saflardaydılar (Ahmet An, 2015).
Daha geniş bilgilerini Ahmet An’ın ilgili makalesinden bulabileceğiniz bu Kıbrıs’taki emek-sermaye çatışması, 1964 oyununun üzerine kurulduğu temel tez olarak dikkat çeker. Yazar Mihalis Papadopulos, adadaki halkların en büyük düşmanının, her türlü kötülüğün başlangıcının kapitalizm olduğu; İngilizler ve adadaki sermaye sahiplerinin, Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk işçilerin birleşmesini, haklarını aramasını, grevlerle işlerini baltalamasını istemediği için, kısa süre içinde her iki toplumda da milliyetçilik damarlarını semirtip kullanarak toplumların halen devam eden çatışma, ayrışma ve düşmanlığını körüklediği mesajını verir. Oyunun tek erkek karakteri Ahmet’in sürekli işçi sınıfının birleşmesinden bahsederken, çalışma saatlerinin ve şartlarının iyileştirilmesi için mücadele verirken kendi ırkından insanlar tarafından öldürülmesi, aynı durumun Rumlar’da da yaşanıyor olması oyun boyunca dikkat çekicidir. Kimi ölümlerde de toplumlar birbirini suçlar. Papadopulos, 1958 adlı oyununda da benzer bir konuyu işlemiş, 1958’de biri Kıbrıslıtürk, biri Kıbrıslırum olan iki ailenin işçi ve sosyalist erkeklerinin, sendikal faaliyetleri bırakmaması ve komünist parti üyeliğinden ayrılmaması üzerine kendi milliyetçi (TMT ve EOKA) ırkdaşları tarafından öldürülüşünü, toplumlarının onları vatan haini ilan edişini anlatmıştı.
Oyunda kadınlar, kendilerini çevreleyen “çaresizlik ve zayıflık” çemberinin içinden çıkabilmek için farklı şeylere tutunurlar. Esasen kendisi de ataerkinin kurbanı olan Emine, ataerkinin ve sermaye sahiplerinin temsilcisi rolündedir. Kendisine söylenenlerle yaşar, sınırların dışına çıkmaz, iki kadını da çalıştırarak onların emeği üzerinden para kazanır, korkaktır, iktidarı elinde tutan Mehmet’le işbirliği yapar, komünistleri tehlikeli bulur, siyaseti sevmez. Zehra her türlü tehlikeyi, hatta öldürülmeyi göze alarak Rum öğretmenle kaçma, her şeye yeniden başlama, bir aile kurma planları yapar. Ayşe, yarı bunamış bir halde geçmişine ve Ahmet’in hayaletine tutunarak ayakta kalmaya çalışır. Oyunun sonunda, patron Emine’ye karşı iki işçi, Ayşe ve Zehra yakınlaşır. Ayşe, kızı yerine koyduğu Zehra’nın kaçmasına yardım eder; Zehra’yı yakalatamaması için Emine’yi öldürür. Yazar, gerçek hayatta gerçekleşmeyen ama olmasını dilediğini, oyunun sonunda bu karakterlere yüklediği roller üzerinden oldurur. Sermaye sahiplerini ve iktidarı temsil eden Emine, sömürülen işçilerin birleşmesiyle öldürülür. Böylece, oyunun sonunda hem sermaye düzeni hem de ataerki cezalandırılır. Geleceği, birlikte kaçan Kıbrıslıtürk Zehra ve Kıbrıslırum öğretmen Dimitris beraber kuracaktır.
Oyunun çok önemli bir diğer noktası ise, yazıya başlarken belirttiğim yüzleşmeye zemin hazırlaması, Rumlar tarafından 1974 öncesinde hiçbir sorun yokmuş gibi anlatılan resmî tarihin dışına çıkarak Kıbrıslıtürklerin varlığı ve yaşadıklarına, Kıbrıslırumlar’ın onlara verdiği zararlara ve yaşattığı acılara odaklanması; kendi geçmişiyle, yapıp ettikleriyle yüzleşebilme dirayetini göstermesidir. Sonuçta üç kadının da bu envklavda sıkışıp kalmasının, her an öldürülme korkusuyla yaşamasının sebebi Rumlardır. Oyun boyunca Rumların Türkleri nasıl öldürdüğü, Rumlara asla güvenilemeyeceği, Rumların Türkler için ne kadar tehlikeli olduğuna dair diyaloglar da geçer. Özellikle Emine, Zehra’yı gitmekten vazgeçirmek için bu anlatılara sıklıkla başvurur.
Yoğunluklu olarak Rumca oynanmasına ve alt yazılı olmasına rağmen, oyuncuların etkileyici performansı sayesinde oyunun akıcılığı ve sürükleyiciliğinin bir an olsun dağılmadığı oyunun sonundaki selamlama sırasında, envklavın duvarlarının ve bölgeler arası barikatların yıkılışını temsilen oyuncuların dekoru yırtarak sahneye gelmeleri de başarıyla düşünülmüş bir ayrıntı.
Ahmet, “İngilizler, Rumlar, Türkler, her patron ne yapacak? İstediğimizi kabul etmeyecek mi? Onları kabul edecek. Benim çocuğum daha iyi bir dünyada büyüyecek” diyordu oyunda. Kıbrıs’ta yaşayan halkların çocuklarının daha iyi, daha âdil bir dünyada, birlikte ve barış içinde büyüyebilmesi için, özellikle son 100 yıldır yaşananları daha iyi anlayıp irdeleyebilmek, geleceğimizi daha güzel, bilinçle ve irademizle kurabilmek için yakın ve uzak tarihimize bize anlatılan, öğretilenlerden farklı bir yerden bakabilmeyi; sanatın yüzleştiren, sorgulatan, iyileştiren, birleştiren gücüyle düşünebilmeyi başarmamız gerekiyor.
Kaynaklar:
AN, Ahmet. “Kıbrıs’ta İşçi Sınıfının Oluşumu ve İlk Sendikal Hareketler” https://www.researchgate.net/publication/283461069_Kibris'ta_Isci_Sinifinin_Olusumu_ve_Ilk_Sendikal_Hareketler (Erişim tarihi: 27.09.2022)