Simge Çerkezoğlu
Türkiye’nin genç yönetmenlerinden Tolga Karaçelik, yeni filmi ‘Kelebekler’ ile bağımsız filmlerin kalesi olarak anılan Sundance Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ ödülüne layık görüldü. Aslında şaşılacak bir şey yoktu, bazı insanlar işini hep iyi yapardı ve ‘Karaçelik’ de onlardan biriydi. Kıbrıslı sanatçı Osman Alkaş’ın başrollerinde yer aldığı ‘Sarmaşık’ filmiyle daha yakından tanıdık onu. Samimi, içten ve çok yaratıcıydı. Hâlâ da öyle… Kıbrıs Bağımsız Kısa Film Festivali çerçevesinde Ada’ya gelen sanatçıyla sinemaya dair çalışmalarını, başarılarının sırrını konuştuk, anlattıklarını feyz alarak dinledim.
“ÇALIŞIRKEN KUM HAVUZUNDA OYNAYAN BİR ÇOCUK GİBİYİM”
Tolga Karaçelik kendini tarif ederken içinde iki farklı kişilik özelliği olduğunu söylüyor. Biri düzenli, genç, çalışkan öteki biraz daha serseri, yarını düşünmeyen biri… Marmara Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesinde üniversite eğitimini çok başarılı biçimde tamamlayan sanatçı, ardından New York’a sinema eğitimi için gidiyor… Bu iki farklı eğitim de sanki bu karakterlerin birer devamı gibi. Hangi karakterin baskın çıktığını merak ediyorum, gülümseyerek anlatmaya başlıyor.
“Esasında hayatımda iki farklı yönüm olduğunu sanırken daha sonra fark ettim ki üç farklı yönüm var. Bir taraf hakikaten daha hayta, her şeyi boş verip yaşamın keyfini çıkartabilen bir adam… Diğeri disiplinli çalışkan bir insan. Esas bir de üçüncü kişi var hangi taraf güçlenirse öbür tarafa ağırlık veren hakim bir adam var. Bu, işte beni hep su üzerinde tutan şey ve çok çalışkan bir insanımdır. İşimi yaparken çok keyif alarak yaptığım için, arkadaşlarım bana hep yorulmadın mı derler çünkü sürekli bir şeyler yazıyor olurum, ben de bir çocuk kum havuzunda oynamaktan yorulur mu, çalışmayı böyle görüyorum. Ben oyuncaklarımla oynuyor gibi çalışırım. Dolayısıyla çalışmak benim için konu bile olmuyor. Fakat şöyle bir şey oluyor tabii daha zor kısımlarında, sancılı kısımlarında bir tarafım bütün duyularımı kapatıp devam etmemi sağlayan taraf oluyor.”
İlk başta sanatın edebiyat yönüyle ilgilenen Karaçelik, bunaldığı zamanlarda şiirler yazdığını anlatıyor… Böylece esas yeteneğinin sinemada olduğunu da keşfediyor.
“Bunaldığım dönemlerde şiir yazardım. Sonra bir anda dank etti ki bayağı kötü şiirler yazıyorum. Kendimi tekrar etmeye başladım. Annem, senin görsel gözün çok kuvvetli, niçin hiç tecrübe etmediğin bir anlatım biçimi denemiyorsun? diyerek sinemayı önerdi. Oysa ben, yok sinema festivalini bekle, yok koş bilet al filan; hiç öyle bir adam da olmadım ama kendimi bir anda New York’ta buldum.”
Sinemaya dair çok da fazla tecrübesi olmayan Karaçelik, buna rağmen sinema eğitimi boyunca çok başarılı oldu. Eğitimi sırasında çektiği ilk kısa film ‘Güdü’de kaybettiği çocuğunu yeniden doğurmak için çabalayan bir adamın hikâyesini anlatır. İkinci kısa filmi ‘Kaşık Adamlar’ ise bu kez, dünyayı tersten gördükleri için kaşıklara bakarak yaşayan insanların hikâyesini anlatır; her ikisi de okulun en iyi filmi seçilir.
“İlginçtir ben hayatım boyunca kendimden başka bir yönetmenin setinde bulunmadım. Asistanlık dönemi de yaşamadım. Kısa filmlerimden iyi dönüşler hatta ödüller almaya başladım. Bunun sebebini tam olarak bilemiyorum. Hep anlatmak istediğim şeyin samimiyetine inandım. Anlatmak istediğim şeyi anlatmaya çabaladım. Başka bir şey değil. Kendimden bir gömlek büyük işlerin altına girmekten çekinmedim. Özellikle de kısa filmlerimde bunu yaptım. Bir şekilde tüm bunlar gelişmeme olanak sağladı. Tabii gelişme de hep devam eden bir süreçti.”
“FİLM YAZMA SÜRECİ, EN KEYİF ALDIĞIM İŞLERDEN BİR TANESİ”
Bugüne kadar üç uzun metrajlı filmi yanında pek çok kısa filme de imza atan, dünyanın farklı festivallerinden hep ödülle dönen, genç yaşında pek çok kısa filmiyle de dünyada ses getiren bir isim Tolga Karaçelik. Ortaya çıkardığı tüm filmlerin ortak yanı çok uzun bir yazma ve çalışma sürecinin ardından bu projelerinin hayat bulması. Sanırım işin sırrı yine çok çalışmakla ilgili.
“Kesinlikle çok çalışmak önemli… Anlatacağım filmin senaryo aşamasına, anlatabildiğim noktaya gelmeden önce üzerinde çok çalışıyorum. Henüz 37 yaşındayım, üç film yazdım, yönettim. Üçünün de yazım süreci ayrı ayrı üç, dört yılı buldu. Mesela son filmim ‘Kelebekler’ ile 2012 yılında en iyi senaryo ödülünü İstanbul Film Festivali kapsamında gerçekleşen, ‘Köprüde Buluşmalar’ ödüllerinden aldı. Bundan tam altı yıl önce. Yıllarca yazdım ben bu filmi. ‘Sarmaşık’ filmi de aynı şekilde. Onu yazarken bitirdiğim dört, beş defterim var. Yazarken yaptığım yolculuklar, gemilerde çalışmışlığım var. İlk filmim gişe memuru da öyle. Onu yazarken de gişede çalışmışlığım var. Benim için bir filmi yazma süreci, en keyif aldığım işlerden bir tanesi olduğu için karakterini anlama, anlatma, anlattığım hikâyenin saflığına ulaşma uzun süreli olarak benimle beraber yaşadığı için o dünyayı çok iyi biliyorum. Böylece o dünyayı anlatmak daha kolay ve başarılı oluyor.”
Çok uzun bir yazma sürecinin ardından çekimlerini çok kısa zamanda tamamlamakla da ünlenen yönetmen Karaçelik, bunun nedenlerini de şöyle izah ediyor.
“Benim hayat ritmimde filmlerimi bu kadar çabuk çekmem beni rahatsız etmiyor. Gişe Memurunu çekmem dört, beş hafta sürdü. Normal olan budur. Hele de Türkiye’deki ekonomik şartları göz önünde bulundurursak. Sarmaşık on dokuz günde çekildi. Zaten orada tek mekânda, hep gemideydik. Mecburduk çabuk bitirmeye. Kelebekler ise iki ayrı şehirde çekildi, yaklaşık on dokuz gün sürdü. Biraz hızlı oldu. Filmin kamera kullanım dili, ışık kullanım dili oyuncularla önceden çok fazla çalışmış olmam bunlar sayesinde kısa zamanda gerçekleşti. Elbette ideal olan bu değildir. Onu söyleyeyim.”
“BU FİLMLERİN DE SEYİRCİYE ULAŞABİLECEĞİNİ GÖSTERMEK İSTEDİM”
Filmlerini bitirdikten sonra ortada görünmeyi çok sevmeyen sanatçı, “filmlerim bitince ben hemen kaçarım. Anlayanın da anlamayanın da yorum yaptığı bölüm başlıyor” diyor…
“Tabii ki önemli olan yaptığınız filmin izleyiciye ulaşması. İzleyiciye ulaşmak için de biraz ortada kalmak da lazım. Özellikle Kelebekler filmimden sonra ben çok ortada kaldım. Normalde ben bir filmi bitiririm, hemen yeni bir film yazmaya başlarım. Fakat bu son filmimde şöyle bir şansımız vardı, benim gibi bağımsız filimler yapan yönetmenlere bu filmlerin de seyirciye ulaşabileceğini göstermek istedim. Seyirci bu tip filmleri de sevebilir, salon sahipleri de bunun ayırdına varsın istedim. Yapımcılar bu tip filmlerle de seyirciyi çekebilir. Bunun ayırdına varılsın istedim. O yüzden ortada kalmak, bu savaşı vermek zorundaydım. Bunu sadece kendim için değil, benden başka yönetmen arkadaşlarım için de yeni gelecek genç yönetmenler için de yaptım. Kelebekler filmimden sonra kaçmadım. Tabii ki herkes yorum yapıyor. Bunu da çok önemsemek lazım fakat benim hayatta aptallığa tahammülüm yok. Yorum yapan insanların saçma sapan yorumları. Elbette herkes her film için yorum yapabilir ama ben bir filmi yazarken dört yılımı harcıyorum. Bir yorumcu ise doksan dakika filmi izleyip çıkar çıkmaz oturup, her anlatmaya çalıştığım şeyin farkına varıp hızlı bir biçimde önce onun yazısı gözüksün diye festivalden çıkar çıkmaz yazılar yazıyor. Adeta bir koşturma içerisinde. Bir dur, biraz demlensin zihninde. Emin olun doksan dakikada onların izleyip ayırdına vardığı fikirleri ben zaten yazdığım yıllar boyunca muhtemelen düşünmüşümdür. İyi ve ya kötü yorumları duymaktan kaçmak için aslında ortadan kaybolmuyorum. Bir film bitince benim için iş de bitmiş oluyor. Hikâye içimden çıkıyor, amacını gerçekleştiriyor. Film benim için bittiği için ortadan kayboluyorum. Dinlenmek istiyorum ve dinlenme biçimim de yeni bir filme başlamak oluyor.”
“KARAKTERE DAHA AĞIRLIK VEREN BİR ANLATIM DİLİM VAR”
Gişe Memuru filminin kendisi için çok ayrı bir öneme sahip olduğunu söyleyen sanatçı hem ilk olduğu, hem de çok saf ve temiz bir film olduğu için özel olduğunu anlatırken, her filminde yeni bir şeyler deneme çabasını da şöyle ifade ediyor.
“Geleceği kestiremiyorum, tahmin etsem de yalan olur. Bu bir süreç, deneyim. Karakter olarak biliyorum ki ‘ben oldum’ diyebilecek bir adam değilim. Zaten belli başlı şeyler yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Üç filmimin ortaklıklarına bakarsak biraz gerçekçilik elementlerini kullanmak, karaktere daha ağırlık veren anlatım dili olarak görsel atmosferden ziyade karakter, aktör odaklı çalışmak… Bunlar gibi belli başlı şeyler benim filmlerimde hep devam edecek. Ben anlatmak istediklerimi, anlatmak istediğim şekilde anlatmaya çalışıyorum. Aslında yeni bir şeyler yapmayı da sırf yeni bir şeyler denemek için değil de hikâyem gerektirdiği için yapıyorum. Mesela Sarmaşık ve Kelebekler çok farklı filmler. O boyunduruğu, otoriteyi üzerimdeki hükmü sevmiyorum. Ben yarın Kelebekler başarılı oldu diye yine ona benzer bir şey yapmak istemiyorum.”
Karaçelik, son filmi Kelebekler’in neden izlenmesi gerektiğini samimiyetle anlatırken yeni dizi projesini de bizimle paylaştı…
“Kelebekler insana iyi gelen bir film. Pozitif yerden insana yaklaşan bir film. Kelebekler hem güldüren, hem ağlatan bir film. Kelebekler seyirci dostu bir film. Oradaki karakterlerin hepsini arkadaşım gibi görüyorum. Ben bu filme gitsem severdim. Şimdi Blue TV’de yeni bir diziye başlıyorum. Bartu Küçükçağlayan yazıyor. Zaten dizinin ismi de ‘Bartu ben’. Onun hayatını biraz anlattığımız olabildiğince gerçekçi bir komedi. Otuz dakikalık bir dizi…”