“Toplu mezarlardan resimleri ve öyküleri paylaşırken, kayıplara ve yakınlarına saygı göstermeli, bunları birer silaha dönüştürmemeliyiz...”

Sevgül Uludağ

Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BİRN’de 17 Ocak 2023’te bir analizi yer alan Arber Gaşi’nin yazısını, okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik.

Arber Gaşi bir aktivist ve etnograf... Londra Üniversitesi’nde tarih okumuş, toplumsal cinsiyet ve kültür konusunda da master yapmış... Arber Gaşi’nin yazısı özetle şöyle:

***  Kosova savaşı nedeniyle yayımlanan toplu mezar resimleri ve kitlesel cenaze törenleri, Kosova’yla ve kimliğimle kurduğum bağları biçimlendirmişti... Bu bağlar, kendi toplumumdaki kuşaklar arası travmanın aktarılmasıyla da desteklenmekteydi... “Savaşın sonucu olarak akıl sağlığı” başlıklı araştırmalarında R. Srinivasa Murthy ile Raşmi Lakşimanarayana adlı psikiyatri uzmanları “Savaş, ulusların sağlığı ve iyiliği üzerinde felaket derecesinde etkiler bırakır” diye yazmışlardı. Bunun aslında diyasporada yaşayan bizler için de geçerli olduğunu düşünüyorum fakat bu kendini bir başka biçimde ifade eder...

***  Ben Londra’da dünyaya geldim ve aileme ve bana sağlanan ayrıcalıkları burada ifade etmek istiyorum. Ben, Kosova savaşını ilk elden yaşamadım fakat bu savaşın bana hiç dokunmadan geçtiğini de söyleyemem. Kosova’nın otonomisi 1989 yılında feshedilmişti, bunu Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan Miloseviç’in uyguladığı politikalarla insanların sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel özgürlükleri ortadan kaldırılmıştı. Kosovalı Arnavut halkı ve yetkilileri buna direniş gösterdiler ancak durum kötüleşti ve 1998 yılının Şubat ayında Kosova savaşının başlamasıyla sonuçlandı...

***  Ailem işte böylesi bir arkaplan çerçevesinde Kosova’dan kaçmaya karar vermişlerdi... Annemle babama evlerinin, klentlerinin ve en önemlisi halklarının bu savaş tarafından paramparça edilmesi, gerçeküstü bir şey gibi geliyordu... Geride bıraktıkları yurtlarıyla diyasporanın tek bağlantısı ancak uluslararası haberleri izleyerek mümkün olabiliyordu... Annemle babam çocukluğumda beni bu imajlardan korumaya çalıştı ancak Britanya toplumunun Kosovalı Arnavut kökenimden her söz edişimde bana bir kurban gibi bakmaları dikkatimi çekmişti. Onlar da Kosova savaşının ve toplu mezarların yıkıcı imajlarını haberlerde görmüşlerdi elbet...

***  Sekiz yaşında bir çocuk olarak Kosova’yı keşfetmek için internete başvuracaktım, savaş sona erdikten birkaç yıl sonraydı bu ve daha fazla şey öğrenmek istiyorum. Google’da “Kosova savaşı” diye arama yapmak beni korkunç bir travma dünyasına götürecekti...

***  Bu yazı, bu imajların kimliğimi nasıl etkilediği üstünde duruyor, ayrıca toplu mezarlar ve travmayı ele alırken toplumumun ve genel olarak eski Yugoslavya bölgesinin davranışlarında nelere dikkat etmeleri gerektiği üzerine düşüncelerimi de içeriyor.

***  Gördüğüm imaj beni o kadar kesin biçimde vurmuştu ki... Recak katliamında öldürülen yaşlı bir Arnavut adamın resmiydi bu, Sırp güvenlik güçleri tarafından 43 Kosovalı Arnavut’un sistematik biçimde öldürülmesine tanık olmuştu... Bu Arnavut adamın ölümde dahi başında “plis” denen Kosova’ya özgü keçeden yapılma yün takkesini giyiyor olması beni düşündürmüştü... Bir direniş sembolü olarak “plis” denen bu takke, Arnavut kültürünün bir parçasıydı ve benim mirasımdı aynı zamanda... Bu beyaz keçe takkeyi giyen aile büyüklerimizin aile albümlerimizdeki fotoğraflarıyla karşılaştırmaya başladım o zaman... Bu küçük ama önemli özellik, benim bu bireylerle bağ kurmamı sağladı – onlar sanki de benim ailem gibi olmuşlardı...

Kosova'da 2019'da yapılan bir anma etkinliğinden görünüm...

***  Kosova savaşı ve toplu mezarlarla ilgili “obzesif takıntım”ın yalnızca başlangıcıydı... Kosova’daki toplu mezarlarla ilgili bulabildiğim her bir makaleyi okudum, her bir resme baktım, her bir videoyu seyrettim ve her bir insan hakları raporunu okudum. Psikolojik olarak Kosova, toplu mezarlar ve aşırı travma benim içime iyice yerleşmiş vaziyetteydi artık.

***  Bu toplu mezarlarda gömülü olanların benimki gibi isimleri vardı, aynı yiyecekleri yemişler, aynı müzikle dansetmişler, aynı olayları kutlamışlardı. Ancak arada büyük bir fark vardı. Onlar en korkunç koşullarda öldürülmüşken, biz ise diyasporada bu ölümlerin tarifini uzaktan izlemek zorundaydım... İşte bu nedenle bu toplu mezarlar ve imajlara ilişkin deneyimlerimi kendi kimliğimle bağdaştırmanın zorunlu olduğunu hissediyordum. Hayatta kalmış olduğum için hayatta kalanların duyduğu bir tür suçluluk duymakta olduğum, fiziksel olarak uzakta olduğum fakat kültürel düzeyde ilişki kurduğum bir savaşa anlam vermeye çalıştığım da söylenebilir...

***  Uluslararası düzeyde kimliğimin politize edilmiş konumunun da bu durumu azdırdığını söyleyebilirim. İnsanlar, politikacılar ve koskocaman ülkeler, kendilerinin ait olmadığı bir kimlikle ilgili fikir sahibiydiler. 2008 yılında Kosova’nın bağımsızlık ilan etmesiyle durum daha da zorlaşacaktı. “Kosova, Sırbistan’dır” gibi aşırı milliyetçi sloganlar da bu ülkenin bizzat varlığını hedef alıyordu, kendi kaderini tayin hakkı için mücadelesini ve orada işlenmiş savaş suçlarını hedef alıyordu.

***  Batı’da yaşıyor olmak da rahat değildi. Batılı medya dikkatini neredeyse tümüyle başka çatışma bölgelerine çevirmişti... Kosova’da olup bitenleri artık neredeyse hiç umurunda olmayan ve eski Yugoslav bölgesinin artık “geçerli” olmadığı bir dünyaya anltamaya çalışmak bana çok boğucu geliyordu. Ancak gerçek oydu ki Kosova savaşında 1,600 “kayıp” vardı, onlar hala kayıptırlar ve toplu mezarlara gömülmüşlerdi, bu da benim için önemliydi...

Kosovalı kayıpların fotoğraflarının Kosova parlamento binası dışına asıldığı bir sergiden görünüm...

***  Böylece ben de bu konuyu kendi çevremdekilere anlatmaya başladım. O yıkıcı imajlardan kaynaklanan şok faktörünün, olup bitenlere insanların ilgi duymasını sağlayabileceğini hissediyordum. Bu resimleri telefonuma yüklemiştim, her kim bana Kosova’yı, savaşı ya da kendi kimliğimi soracak olsa, onlarla paylaşacağım toplu mezarlarla ilgili öyküler ve bu resimler hazırdı... Ancak davranışımın ne kadar problemli olduğunu da farketmeye başlamıştım.

***  Kosova’yla, savaşla ve kendi içimdeki travmayla kurmuş olduğum sağlıksız bağı görüyordum, bu benim kültürel özdeğerime zarar veriyordu. Mantığım annemle babam tarafından da sorgulanıyordu: Bana, “Kosova yalnızca savaş ve toplu mezarlar mı?” diye soruyorlardı. Toplumsal kimliğimde travma derin biçimde içimizdeyken, biz yalnızca travmadan oluşmuyorduk ki...

***  Uluslararası hukuk akademisyenlerinden Melanie Klinker, toplu mezarlar konusunu ele alırken, son derece duyarlı bir yaklaşım sergilemek gerektiğini yazıyor: “Konu toplu mezarlar ise, hiç ayırım yapmaksızın tüm taraflar için kurbanların ve ailelerinin güvenliği, onuru, özel hayatları ve iyilikleri öncelikli olmak zorundadır...” Ancak çevremdeki toplum böyle bir yaklaşımda değildi ya da parçası olduğum sosyal medya alanları böyle davranmıyordu... Bu yerler toplu mezar imajları ve videolarıyla dolup taşıyordu. Bunu yapan insanlar, Kosova’yı travmalarla eşitleyip küçülterek, bu toplu mezarlara öldürülüp gömülmüş olan bireyleri insanlıktan çıkararak, onları oldukları gibi birer birey olarak değil de birer rakam olarak ele alarak yarattıkları potansiyel zararın tam boyutunu kavrayamıyorlardı bile...

***  Öldürülüp toplu mezarlara gömülmüş olan bu insanların hedefleri vardı, duyguları vardı, deneyimleri ve birer hayatları vardı... İnsan hayatının özünü yalnızca bir toplu mezar resmine dönüştürmek şimdi artık bana o kadar da temsili gelmiyor... Bu bireylerin nasıl öldürülmüş oldukları konusunu dinamitlemek için söylemiyorum bunu... Elbette adaleti arayışımıza odaklanmalı, bu suçları işleyenlerin cezalandırılacağından emin olmalıyız. Ancak hayatlarını bu şekilde kaybetmiş olanların deneyimlerini nasıl kullanıp nasıl ortaya koyduğumuz hakkında kültürel olarak bir içgözlem gerektiğine inanıyorum...

***  Balkan politikalarının şöyle ya da böyle dönerek bu deneyimlerin kişisel, milliyetçi ya da siyasi kazanımlar için birer araç olarak kullanılmakta olduğunu kaydetmek de önemlidir. İşte bu çerçevede bu gibi konuları ele alırken özel olarak dikkatli olmalıyız...

***  Şimdilerde “travma pornosu” denen sorunlu bir konunun da öne çıkmakta olduğunu farketmiş bulunuyorum... Bu deyiş aslında Amerikan medyası ve sosyal medyanın ölüm ve şiddeti kendi çerçevelerinde nasıl kullandıklarına bağlı olarak ortaya atılmıştı. Yazar Sonia Kovaceviç, “Travma pornosu insanların harekete geçmesini sağlamıyor, aynı zamanda insanları insanlıktan çıkarıyor ve onları insanlık onurundan yoksun bırakıyor” diye yazmıştı...

***  Amerikan ve eski Yugoslavya çerçeveleri tümüyle farklı olsa da, “travma pornosu” Balkan medyası ve sosyal medya platformlarında kendini gösteriyor. Balkan sosyal medya alanlarına bir bakmak, olağanüstü bir göreve dönüşebilir çünkü her tür kezzapla dolup taşıyorlar... Ancak Kosova savaşında ve genel olarak Yugoslavya savaşlarında öldürülerek toplu mezarlara gömülmüş olanlara ilişkin resimlerin, videoların ve anlatıların nasıl da sorunlu biçimde birer silaha dönüştürülmekte olduğu yönünde yükselen eğilim de dikkatimi çekmiş bulunuyor.

***  İnsanın deneyimlerinin tanınması gerektiğine yönelik ihtiyacı kabul etmekle birlikte, Balkan bölgesinden ve Balkan diyasporasından bazılarının toplu mezarlar ve travmaları ortaya koydukları şimdiki şekli de eleştirmek istiyorum... Zaman zaman bu deneyimleri tekrardan paketleyerek anlatıları sansasyonel hale getirmeye odaklanıyorlar ve tam olarak neler olduğuna ilişkin çerçeveyle alakalı başkalarına doğru düzgün bilgi vermiyorlar.

***  İnsan İnstagram ve TikTok gibi platformlara girerek Kosova savaşı boyunca farklı olayların sayısız resim ve videosunun gelişigüzel biçimde birleştirilerek cenaze müziği eşliğinde sunulduğuna tanık olabilir. 20 saniyelik bir video, büyük olasılık bir saatten az bir zamanda yapılmıştır ve tüm yaşanmış olan olayların boyutunu tüm nüanslarıyla ortaya koyması mümkün değildir... Burada da onay sorunu vardır. Çünkü bu insanlar o kadar korkunç koşullarda öldürülmüşlerdir ki ve artık hayatta olmadıkları için de sosyal medya platformlarında bunlarla bağlatısı olmayanlara kendi öykülerini nasıl isterlerse anlatmaya izin verip vermeyecek durumda değillerdir...

***  Belirgin bir itina gösterilmelidir oysa... Bir insanın hatırasına saygı duymak, yaşamsaldır. Öldürülmüş olan insanların öykülerinin bu şekilde anlatılmasının ve bunun toplu mezarlar ve katliamlarla ilgili hiçbir etik yaklaşım taşımayan bir şekilde yapılmasının doğru bir şey olmadığına inanıyorum. Bu nedenle toplumlara verebileceği potansiyel zararı da unutmayalım...

***  Çocukluğumda bu tarz materyallerle haşır neşir olmanın etkileri, Kosovalı bir Arnavut olarak kimliğimin oluşumunda çok büyük bir etki yapmıştır. Kosova savaşının korkunç yönlerini bu resimler aracılığıyla öğrendim ki özellikle bunları kavrayacak kapasiteleri olmadığı yaşlarda ya da bu deneyimlerin çerçevesi, tarihi ve insaniyete ilişkin kendilerine eğitim verilmediği durumlarda çocuklara bu tür resimler gösterilmemesi gerektiğine inanıyorum. Aralarında bunları tam olarak anlama kapasitesi olmayan pek çok insan dahil, milyonlarca insana belirli ve mahrem resimlere ulaşım sağlayan sosyal medyanın da bu durumu büyüttüğüne inanıyorum. Bunun,  öldürülüp toplu mezarlara gömülmüş olanların deneyimini küçülttüğünü ve yaşanmış olanların boyutunun tam olarak kabul edilmediğini düşünüyorum...

***  Şunu da açıklığa kavuşturmak isterim ki insanların kendilerini kişisel ifade biçimine, özellikle de kurbanların yakınlarının kendilerini ifade biçimlerine polislik etmeye çalışmıyorum... Herkesin travmayla başetme süreci, kendine özgüdür... Ancak bu şekilde hayatlarını kaybetmiş olanlara duyduğum saygıdan ötürü, böylesi resimleri ve anlatıları gelişigüzel biçimde kullanmak istemiyorum – çünkü bölgemizin sosyo-politik ikliminde bunları kullanarak daha fazla nefret yaratmaya çalışanlar vardır, kurbanlara ve yakınlarına odaklanmak ve geçiş dönemi adaleti için çalışmak yerine bu deneyimleri kullanarak sosyal medya savaşı yaratmaya çalışanlar vardır...

***  Yakın geçmişte Londra’da “Auschwitz’i görmek” başlıklı sergiyi gezdim, bu sergi Soykırım’da hayatını kaybetmiş olanların insanlığı üzerinde duruyordu. Bu serginin bu şekilde kurgulanmış olması bana Kosova Savaşını düşündürttü... Bu deneyimlerle, kurbanlarla ve tüm eski Yugoslav bölgesiyle hiçbir bağlantısı olmayanlar, kendi gündemlerine hizmet etmek üzere bunları nasıl olur da kullanırlar? Bu resimlerde gösterilen hayatını kaybetmiş olanlar, yalnızca öldürülüp biçimleriyle neden gösteriliyor, neden yaşamış oldukları hayatlar da ortaya konmuyor? Bu insanların ölümleri, bu sohbette ihtiyaç duyulan insanlığa yönelik biçimde neden kullanılmıyor ve birer silaha dönüştürülüyor bu ölümler?

***  Bu sergi son derece etkileyiciydi çünkü insaniyet, bağ kurma ve insanlık onuru gibi kavramlar, serginin ana konularıydı... Bu olayların korkunçluğu da ortaya konurken – elbette bu yapılmalıdır çünkü bu tür olaylar bizlere ders olmalıdır – tam bir çerçeve dahilinde ortaya konuyordular. Böylece ben de kimlerin öldürüldüğünü, öykülerini, onların arka planlarını, onların insaniyetini öğrendim... Soykırımda hayatını yitirmiş bu insanlara, insaniyetleri geri veriliyordu ve sergi de yalnızca derin bir hüzün kaynağı değildi, başkalarını eğitmek üzere bilgiyle donatılmış biçimde kurgulanmıştı...

***  Kosova ve eski Yugoslavya’ya ilişkin şimdiki anlatılarımıza ve nasıl konuştuğumuza işte bu şekilde yaklaşmalıyız diye düşünüyorum... Tüm bu deneyimleri temsil etme görevimiz varken, bunlara mümkün olduğunca özenle yaklaşmamız da zorunludur...

***  Toplu mezar resimleri kafama kazındı, geldiğim ülkede varolan travmayı hatıratıyor bana... Ancak artık bunları şoke edici değerleri gerekçesiyle kullanmak istemiyorum. Böylesi resimlerin varolması, oralarda işlenmiş suçları göstermesi ve bu deneyimleri belgelemek bakımından ne kadar önemliyse, böylesi imajların sansasyonel biçimde kullanılmaktan kaçınılması da o kadar önemlidir çünkü böylesi sansasyonel biçimlerde böylesi imajların kullanımı, kurbanları insanlıklarından çıkarır...

***  Toplu mezarlarla ilgili konularda daha sorumlu bir yaklaşım gerektiğine inanıyorum... Her zaman insanlık onuru, saygı ve özene odaklanmak gerekmektedir. Umarım ki toplumum ve tüm eski Yugoslav bölgesi, bu konuların toplumlarımızda çok derinlere gittiğini ve böylesi resimleri ihmalkar biçimde kullanarak bunları birer silaha dönüştürmenin kendi kültürel öz algımızı da etkileyeceğini ve ölmüş olanların da uygun biçimde anılmamış olacağını görebilirler... Daha iyi bir davranış biçimi için uğraş verelim, insanların hatıralarını onore eden, hesap verilebilirliği arayan ve geçiş dönemi adaleti için istem yaratacak bir alan oluşturmaya çalışalım...

https://balkaninsight.com/2023/01/17/i-saw-my-fellow-albanians-in-kosovo-die-from-afar/

(BIRN’de Arber Gaşi’nin 17.1.20223’te yayımlanan yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).