Toplum Baskısıyla Kendimizi Ötekileştirme

Verda Gülçür

Yaşamın içinde bulunan en sosyal varlık insanoğludur. İnsan sevme ve sevilme duygusuna, iletişime, sosyal bir yaşam alanına ihtiyaç duymaktadır.

Hiç kendimize bu soruyu sorduk mu? “Karşımdaki insana karşı ne kadar kendim gibi davranıyorum” ya da “Karşımdaki insana kendim gibi davransam iletişimimiz ayni şekilde devam eder mi?”

Ne yazık ki toplum dolaylı olarak yaptığı sosyal baskı ile bireyi olduğu gibi davranmaya değil de toplumun istediği gibi olmaya itelemektedir.

Her birey kendine ve başkalarına zarar vermediği sürece istediği gibi davranmakta özgür olmasına rağmen hayatın içinde bu mümkün olmamaktadır.

Toplum insana yazılı ve sözlü olmayan kurallar koyarak (dışlama, yadırgama, ayıplama, kınama…) toplum içinde yaşayan bireyi kendi istekleri doğrultusunda yönetmeye çalışmakta, bireyin davranış biçimini şekillendirmeye ve kişiyi toplum içinde maske takmaya zorlamakta bu da bireyin psikolojik yönden olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır.

Toplumun bu davranış biçimi kimi zaman olumsuz olayları engellese de bireyin kendine özgü hayatını baskılaması bireye zarar vermektedir.

Bu durumda sormamız gereken soru “ bu kişinin yaptığı davranış kendine, topluma zarar veriyor mu yoksa sadece böyle olmasından hoşnut olmadığımız için hakkımız olmayan bir olaya müdahale mi ediyoruz”

Örneğin Ayşe’nin Hasan ile boşanması, Emine’nin Fatma ile küs olması, Ali’nin küpe takması, Zehra’nın dekolte giymesi, Mehmet’in veya Derya’nın eşini aldatması, Mine’nin güleç olmaması bizi ilgilendiren durumlar içerisinde yer almaz. Bu insanların kendileriyle ve başkalarıyla olan ilişkileridir. Bu durum bize zarar vermez ve hoşumuza gitmiyorsa o kişiden uzaklaşabiliriz. Ancak çoğumuz maskemizi takarak hoşlanmadığımız halde bu insanlarla iletişimimizi sürdürüyor arkalarından konuşarak ( dedikodu yaparak) toplum içerisinde bireyin sosyal baskıya maruz kalmasını sağlıyoruz. Taktığımız maske “ben kimse ile küsmem iyi geçinirim” savunma mekanizmasıyla kurulmuş bir maske olurken bireye size zarar vermediği halde ondan uzaklaşmayarak ve arkasından konuşarak daha büyük bir zarara uğramasına neden oluyoruz. Aslında bu bir iyi niyet değil karşımızdakine zarar vermedir.

Bize ve kendisine zarar vermediği sürece hiçbir bireye karışma hakkımız olmadığını unutuyor, kendi hayatımız ve mutluluğumuz yerine başkasının hayatına müdahale etmeye çalışıyoruz. İş yerinde Ayşe Fatma’ya günaydın dememiş, Ali ailesine iyi davranmıyormuş gibi cümleler kurduğumuz yetmezmiş gibi insanları “ huysuz, geçimsiz, kendini beğenmiş..” şeklinde etiketliyor ve insanları maske takmaya halk dilinde “yapmacık”  olmaya itiyoruz. Sonrasında ise herkesin iki yüzlü olduğundan şikayetçi oluyoruz. Acaba insanların bu şekilde davranmasının sebebi, olduğu gibi davransa  toplum tarafından dışlanacak ve bir takım yaptırımlara maruz kalacak olması olabilir mi?

Bununla birlikte kendisine ve çevresine zarar veren bireye “dur demek” adına kurulan sosyal baskı toplumda önleyici tedbirler alınmasına sebep olmaktadır. Sosyal yaptırımlar sadece şahsın kendini ve çevresini tehdit edici davranışlar oluşturuyorsa birey ve toplum için yararlı olabilir. Karşısındaki insana şiddet gösteren, madde kullanan, sapkınlık derecesinde eğilimleri olan, zorbalık, hırsızlık yapan bireyleri toplum içerisinde kabullenmemek onlar için caydırıcıdır. Ancak burada da abartıya gitmeyerek bu tür konularda yargının son sözü söylemesi gerektiğini ve kimsenin bireysel olarak toplumdaki adaleti sağlama yetkisi olmadığını unutmamalıyız.

Her bireyin hayatı kendine sunulmuştur ve ne kadar yakın olursak olalım kimsenin hayatına müdahale etme ve arkasından konuşma hakkına sahip değiliz. Ancak günümüzde bu tür davranışların olması, başkalarının hayatına müdahale etme, arkasından konuşma, kişinin ne yaptığını araştırma ( küçük toplumlarda bu anında birey tarafından duyulan bir davranıştır.) bireyin sadece bize ve çevresine karşı olmadığı biri gibi görünmesini, uzaklaşmasını sağlamakta ve toplum olarak samimiyetsizce yaşamamıza neden olmaktadır.