Kıbrıs’ın kuzeyinde belki de son on yılda en çok tekrar edilen düşünce, toplumun siyasetten uzaklaştığına ve hatta koptuğuna yönelik düşüncelerdir. Her vesileyle toplumun siyasetten nasıl da uzaklaştığı anlatılarak sandığa katılım oranlarının düşmesi buna bağlanıyor. Yaşanan onca toplumsal gelişme sonucunda ortaya çıkan bu durum, bir yönüyle doğru olsa da buna giden süreçte siyaset kurumunun oynadığı rol ve şimdilerde siyasetin bu sonucun adeta esiri haline gelmesi hiçbir biçimde tesadüf değil.
Geçtiğimiz hafta iki farklı kurumun yaptırmış olduğu kamuoyu yoklamalarını inceleme fırsatım oldu. Her iki anketin de sonuçlarının örtüştüğü yerler olduğu gibi sorulan soruların farklılığı nedeniyle, farklı verilere işaret ettiği yerler de mevcut.
Bir sefer siyasi tablo açısından bakıldığında CTP, ara seçimlerde olduğu gibi birinci parti olma konumunu sürdürüyor. Aynı şekilde CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman da toplumun farklı kesimleri tarafından kucaklanıyor ve görünen o ki toplum liderliğine doğru yürüyor. Bu, her iki araştırmanın da ortak sonucu.
Bunlar beklenmeyen, bilinmeyen veya sürpriz sonuçlar değil aslında. Ülkeyi yönettiğini iddia edenlerin icraatının her açıdan döküldüğü bir dönemde elbette ki; en güçlü ve örgütlü muhalefet partisi olan CTP yükselecek ve onun genel başkanı da Cumhurbaşkanlığına namzet bir konuma gelecekti.
Ancak her iki anket, diğer veriler bakımından değerlendirildiğinde siyaset kurumunun toplumun ihtiyaçlarının farkında olmadığı anlaşılıyor.
Şüphesiz bu açıdan en dikkate değer sonuç; toplumun “Türkiye ile ilişkiler” konusuna bakışında yatıyor. Toplumun yüzde sekseninden fazlası Türkiye ile Kıbrıslı Türklerin bugünkü gibi buyuran-itaat eden şeklindeki ilişki biçimini hiçbir biçimde benimsemiyor.
Araştırmaya katılanların yüzde sekseninden fazlası, kimsenin çıkarlarının göz ardı edilmeden ama öncelikle Kıbrıslı Türklerin çıkarlarının önemsendiği ve Türkiye ile Kıbrıslı Türklerin ilişkilerinin sağlıklı ve dengeli bir zemine oturduğu bir ilişki biçimi istiyor.
Yani bugünkü gibi “ben söylerim sen yaparsın” veya tersi biçimde “sen söyle ben yapayım” anlayışını benimsemiyor, reddediyor.
Bu veri, araştırmaya katılanların demografik verileriyle birlikte değerlendirildiğinde sonuçların, sadece Kıbrıslı Türkler tarafından değil, Türkiyeli yetkililerce de dikkatle ele alınması gerekliliğini ortaya koyuyor. Çünkü ankete katılanların yüzde otuza yakını doğrudan Türkiye’nin bir ilinde dünyaya gelmiş, KKTC vatandaşı olan kişilerden oluşuyor. Burada doğmuş olsa bile anne veya babasından en az birinin Türkiye kökenli olduğu kişi sayısı ise yüzde elliyi yani ankete katılanların yarısını oluşturuyor.
Dolayısıyla bir kez daha teyit ediliyor ki; hangi partiye oy verdiğinden, nerede doğduğundan ve gelir düzeyinden bağımsız olarak Kıbrıs Türk halkı kendi kararlarını kendi vermek istiyor. Siz buna kendi partisinin başkanını kendisi seçmek istiyor da diyebilirsiniz. İcraatını beğenmediği hükümeti veya Cumhurbaşkanını kendi iradesi dışında kimsenin değiştirmesini istemiyor da…
***
Araştırmalarda her ne kadar ülkeyi yönettiğini iddia edenlerin bu temel meseleyi göz ardı etmeleri onların itibar, toplumun ise gelecek kaybına mal oluyor olsa ve toplum muhalefete verdiği desteği artırarak onu iktidara getirmeye hazırlansa da bir bütün olarak muhalefetin ama özellikle de sol muhalefetin dikkatle değerlendirmesi gereken hususlar da yok değil.
Toplum, muhalefetten bugün ülkeyi yönettiğini iddia eden partilerde olduğu gibi bir iç çatışma görmek istemiyor. Sağlıklı ve uyumlu bir yapı içerisinde, toplumun temel sorunlarıyla ilgilenip, çözme iradesini ortaya koyabilecek bir yapıya GÜVENMEK İSTİYOR.
Toplum, son dönemde medyada yeniden öne çıkan tarikatlar, dini unsurlar gibi yapılardan korkmuyor, çekinmiyor. Dolayısıyla özellikle sol muhalefet, ilkesel değerleri bakımından ve gelecekte yöneteceği toplumun gelmesini arzuladığı demokratik ve kültürel değerler bakımından bu konuyla elbette ciddiyetle ilgilenmeli ve gereken adımları atmalıdır.
Ancak gündemi bu konularla boğmaktansa ana gündemler olan alım gücünün artırılması ve refah seviyesinin yükseltilmesi konularında somut planlar görmek istiyor. Euro’ya nasıl geçileceğini bilmek istiyor mesela. Gençlere yönelik politikalar görmek istiyor. Sağlık hizmetlerinin geliştirilmesini istiyor. Nüfus artışının kontrol altına alınmasını… Ve tabi ki gelecek belirsizliği yaratan Kıbrıs Sorunun nihayete erdirilmesini.
Kısacası toplum, siyasetin bugün içinde bulunduğu durum itibariyle değerlendirildiğinde kimin hangi koltuğu işgal ettiği veya edeceğiyle ilgilenmiyor aslında. Siyasete küsmüş falan değil. Belli bir mesafeden takip ediyor yalnızca. Aradığı cevapları bulduğunu düşündüğü anda sorunlarını çözecek kadroları iş başına getirecek ve yüzünü yeniden siyasete dönecek.
Yeter ki; siyaset yüzünü topluma döndürmeyi başarsın!