Kıbrıs senin için nedir diye sorsalar, “yılmadan mücadele edilen memleket” diye yanıt veririm.
Dün başımızın üzerinden kulakları sağır edercesine geçirilen savaş uçakları, kahramanlık nişanı değildir benim için. Ne midir? Silahtır, düşmanlıktır, acı ve gözyaşıdır, kapı arkasında yürütülüp de toplumları uyutan milliyetçi pazarlıklardır.
***
Benim için Kıbrıs, dillere dolanan “ana vatan” ya da “yavru vatan” değil, büyüdüğüm ve hayatımı sürdürdüğüm memleketimdir. Aynı zamanda bir meydan okuma alanıdır. Geçmişten bugüne kadar, savaş dönemleri de dahil olmak üzere, ekonomik ve toplumsal mücadeleler yürütmek zorunda kaldılar Kıbrıslı Türkler. Özellikle muhalifler, uzun yıllar zorbalığa maruz kaldılar. Ekmek parasının, yandaş olmaya bağlandığı dönemlerdi. Şimdi de çok farklı değil ama bu dönemki kadar da iradesi devredilmemişti toplumun. Yok sayılmamış, aşağılanmamıştı.
***
Özellikle Kıbrıslı kadınlar, savaş ve çatışma dönemleri başta olmak üzere çok acılar yaşadılar. Militarist şiddete maruz kaldılar, yıllarca kaybedilen yakınlarının bulunmasını beklediler. Zorluklar içinde büyüttüler çocuklarını, kendi ayakları üzerinde durarak. Buna rağmen yılmadılar. Ardından toplumsal hareketlerin içinde bulundular, siyasi partilerde – sendikalarda – sivil toplum örgütlerinde aktif rol üstlendiler. Bugün yine her alanda varlar, artan şiddete ve muhafazakar baskıya rağmen.
***
Şimdilerde yine dillere dolandı ya o sihirli cümle; “Kıbrıslı Türkler kendi ayakları üzerinde durmalıdır” diye. Maalesef altı doldurulmuyor, havada kalıyor tüm vaatler. Evet, toplum olarak bizde de sorumluluk var ama belli ki hakiki gelmiyor, ikna edemiyor muhalefetin söyledikleri. Bir yerde hata yapılıyor ama nerede?
***
Yıllardır süregelen “yavru vatan” siyasetinin üreticisi ayrıştırıcı milliyetçiliğe, son dönemlerde bir de muhafazakârlık sosu eklendi. Kıbrıslı Rumların düşman olduğunu, onlarla bir araya gelinemeyeceğini, federal bir Kıbrıs'ın olamayacağına ilişkin yapılan politikalara, bu ülkenin ‘müslümanlaştırılması’ politikaları da eklendi. Mesela dualar eşliğinde gerçekleştirilir oldu temel atma törenleri. İzlerken durup düşündüm, acaba açılışta görüntü veren kaç tane Kıbrıslı siyasetçi dua etmeyi biliyor diye. Üstünüze oturmuyor size biçilen ve kabullendiğiniz roller. Adeta tek adam rejiminin dalkavukluğundan öteye gidemiyorsunuz.
***
İrademiz ve kurumlarımız TC'nin iradesine devrediliyor. Yani aslında cumhurbaşkanımız bir vali gibi davranıyor. Hani bağımsız olacaktık, hani iki ayrı devletli çözüm çerçevesinde uluslararası tanınmaya varacaktık? Sağlık sistemimizdeki çıkmaz ortadayken, insanlar ilaç bulamazken, ekonomik manada bataklığa saplanıp kalmışken, bizi bizden iyi bildiğini sanan AKP iktidarı, askeri hastane ve külliye (namı diğer saray) yapımı için temeller atıyor. Bizim efendiler de buna çanak tutuyorlar. Hâlbuki biliyor yerel yöneticiler esas ihtiyacımızın ne olduğunu ama susuyorlar. Kendileri adına yazılan senaryoda dublör olabilmek için susuyorlar. Bu ne büyük bir utançtır, bu ne acizliktir.