Ödül Aşık Ülker
Psikiyatrist Dr. Mehmet Yağlı, son dönemde yaşanan ekonomik sorunların neticesinde toplumda anksiyetenin yani huzursuzluğun arttığını söyledi.
Dr. Yağlı, sosyal, kültürel ve ekonomik değişimlerin insanların ruh sağlığını olumsuz
etkilediğini vurgulayarak, “Bu gibi durumlarda kişiler kaygılı olur, olumsuz düşünür ve genelleme yapar, ‘herşey kötüye gidecek, düzelmeyecek, yapılacak hiç birşey yoktur’ gibi, bu durum bir çaba göstermesini de engeller, ‘birşey yapamam, herşey boş, anlamsız’ gibi düşüncelere kapılır” diye konuştu.
“Şimdi anksiyete çağındayız” diyen Dr. Mehmet Yağlı, adli olaylardaki artışın da ruh sağlığını olumsuz etkilediğinin altını çizdi.
“Küçücük bir ülkede yaşıyoruz, bir ada toplumuyuz. Ada toplumunun en önemli özelliği huzur içinde yaşamasıdır. Hayatın daha durağan, daha yavaş akması gerekir.”
Yağlı, şunları söyledi:
“Küçücük bir ülkede yaşıyoruz, bir ada toplumuyuz. Ada toplumunun en önemli özelliği huzur içinde yaşamasıdır. Hayatın daha durağan, daha yavaş aktığı bir yer olması gerekir. İlaçlar denetleniyor mu diye sordunuz. Ben de, keşke ilaçlardaki denetim bu ülkeye gelenlerde olsa diyorum. Asıl denetimsizlik oradadır. Ülkemize girenlerin çıkıp çıkmadığı denetleniyor mu? Girenler ne yapıyor, nerededir? Bunu yapacak ne teknolojik donanıma sahibiz, ne de yeterli sayıda personel var. Sadace sıradan vatandaşın etkilenmesi değil, artık bu suçlarla uğraşan insanların, polislerin bile psikolojileri bozulmaya başladı... Barış Hastanesi’nde çalışan doktorların psikolojileri bozulmaya başladı çünkü artık yetemiyoruz. Bu ülkeye o kadar sorunlu insan geliyor ki, bizim bu konuda yetişmiş elemanlarımız bunlarla uğraşacak, başedecek ve sağlıklı hizmet verecek durumda değildir. Ülkeye giren ve bu tür adli olayların işlenmesine neden olan antisosyal kişilik yapısındaki kişileri denetlemiyoruz.”
“Keşke ilaçlardaki denetim bu ülkeye gelenlerde olsa diyorum. Asıl denetimsizlik orada. Ülkemize girenlerin çıkıp çıkmadığı denetleniyor mu? Girenler ne yapıyor, nerededir?”
“Dövizdeki artış insanları mecburen tüketimde büyük bir kısıtlamaya götürecektir. Bundan büyük bir üzüntü duymasınlar” diyen Dr. Yağlı, “Bu tüketmenin bizi mutlu ettiğini zannediyoruz. Hayır, bu biraz rahat ettirebilir, anlık bir haz alabiliriz. Ama mutlu olmak için fazla tüketmeye gerek yoktur. Gerçekten bizi mutlu edecek, belki de unutmuş olduğumuz değerlere önem vermemizi öneriyorum. İnsanlara sevgiyle yaklaşalım, evimizde yaptığımız bir tas çorbadan bir tas da komşumuza verelim. Paylaşılan şey çoğalır. Birine sevgi gösterirsek, o sevgi bize dönecektir... Mutlu olmak gerekir” diye konuştu.
- Soru: Sosyal, kültürel ve ekonomik değişimler ruh sağlığımızı nasıl etkiler?
- Dr. Yağlı: Elbette olumsuz etkileyecektir. Bir insanın sağlıklı yaşayabilmesi için gerekli faktörlerden biri de uyumdur. Yani insanın yaşadığı bir çevreyle, iklimle, insanlarla, kültürel çevreyle adaptasyon sürecini tamamlaması lazım. Bir gün fırtınalar, bir gün güneş, bir gün yağmur yağıyor, ne yapacağınızı, ne giyeceğinizi, nasıl davranacağınızı bilmeyemeceksiniz. Vücut adapte olamayacak, hasta olacak. Ruhumuz da öyledir.
“Anksiyete dediğimiz huzursuzluk bütün toplumda artmıştır. “Her şey kötüye gidecek, düzelmeyecek” ya da “bir şey yapamam, her şey anlamsız’ gibi düşünceler yaygındır.
“Anksiyete dediğimiz huzursuzluk bütün toplumda arttı”
- Soru: TL’nin değer kaybı neticesinde son dönemde ortaya çıkan ekonomik sorunlar, insanlarda Kıbrıs konusundan kaynaklanan gelecek kaygısına tuz biber ekti. Yaşanan ek kaygı durumunun topluma yansımaları ne olur? Ekonomik krizden sonra ruhsal sorunlarda artış var mı veya bunun yansımasını kısa sürede görebilir miyiz?
- Dr. Yağlı: Maalesef görüyoruz, görmeye başladık. Borçlanmış, bir ev veya araba almış çok kişi var, hemen hemen herkesin bir borcu var ve bu genelde dövizdir. Bir anda dövizin artması neticesinde bütün maaşını verse bile borç taksidini ödeyemeyecek durumda olanlar var. Başlangıçta maaşının bir bölümüyle borçlarını ödeyebilirken şimdi ödeyemeyecek duruma gelen çok sayıda kişi var. İnsanlar sahip olduğu şeylerden mahrum olma durumuna geldi.
Aynı zamanda gerçek anlamda bir tehlike olmamasına rağmen, “evime polisler gelecek, evden atılacağız, çocuklarımı okutamayacağım” gibi düşüncelere kapılanlar var. Kısacası anksiyete dediğimiz huzursuzluk bütün toplumda artmıştır. Bu gibi durumlarda kişiler kaygılı olur, olumsuz düşünür ve genelleme yapar, “herşey kötüye gidecek, düzelmeyecek, yapılacak hiç birşey yoktur” gibi, bu durum bir çaba göstermesini de engeller, “birşey yapamam, herşey boş, anlamsız” gibi düşüncelere kapılır. Bir yandan kaygıyla birlikte sinirlilik, öfkelilik, tahammülsüzlük davranışlara yansırken, diğer yandan da somatik şikayetler dediğimiz “karnım ağrır, başım ağrır, kalbim çarpar, ateş basar” gibi belirtilerle doktorlara başvurular artacak. Sonrasında da depresyon dediğimiz, artık hiç zevk almamak, kendini izole etmek gibi durumlar yaşanacak. Bunlar genel anlamda sağlığı etkiler, ilişkileri bozar, evilikleri etkiler, zincirleme gider.
“Göz ardı ettiğimiz büyük bir nüfus var”
- Soru: Zaman zaman antidepresanların, yeşil reçete ile satılan ilaçların satışlarında artış olduğu basına yansır. Bu konuda yeterli denetim var mı?
- Dr. Yağlı: Ben bu konunun biraz abartıldığını düşünüyorum. Artış vardır ama nüfusumuzun kaç olduğunu bilmiyoruz. Nüfusta müthiş bir artış vardır. Dünyada bu tür ilaçların kullanımı artmıştır, bizde de artmıştır ama abartıldığı kadar değildir. Örneğin ben bana gelen insanları ilaç kullanmaya zor ikna ediyorum, bağımlılık yapmasından endişe ediyorlar. Ancak hastalarımızda bağımlı olan yok. Ama diğer yandan bir takım kişiler kulaktan dolma, birinden duyarak “bu ilaç iyi gelirmiş, kullanayım” diyerek ilaç kullanır. Kendisini tedavi etmez ama o ilacı alır. Bu ilaçları çok kötüye kullanan, avuç avuç bu hapları içenleri ben bilmiyorum. Biz Türkiye’deyken bu tür ilaçlar karaborsada satılırdı, günde 30-40 tane kullananlar vardır. 30 yıllık mesleğimde bu şekilde bir kişi gördüm, onu da tedavi ettik, kurtuldu.
Gerekli denetimler yapılıyor ama göz ardı ettiğimiz büyük bir nüfus var. Yeşil reçete ile satılan, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğunda kullanılan bazı ilaçlar vardır. Türkiye’de bu ilaçlar dışarıdan alınamaz ama psikiyatristler bu ilaçları çok yazıyor. Her “dikkatimi toplayamıyorum, ders çalışamıyorum” diyen öğrenciye bu ilacı yazıyorlar. Ülkemizde 150 bin civarında öğrenci var. Bu ilaçlar sürekli kullanılan ilaçlar. Bu ilaçları almak zorunda olan bazı öğrencilere İlaç Eczacılık Dairesi ilaç yetiştiremiyor. Neredeyse her 3 öğrenciden biri bu hapları kullanıyor. Biz de onları ikna edip başka ilaçlara geçmeye çalışıyoruz.
“2020’li yıllarda dünyada bir numaralı hastalıkların psikiyatrik hastalıklar olacağı hep söylenirdi. Şimdi anksiyete çağındayız. Özellikle teknolojik gelişmeler, internet, cep telefonları ile yalnızlaşma var.”
“Anksiyete çağındayız”
2020’li yıllarda dünyada bir numaralı hastalıkların psikiyatrik hastalıklar olacağı hep söylenirdi. Şimdi anksiyete çağındayız. Özellikle teknolojik gelişmeler, internet, cep telefonları kişileri bir başka boyuta taşıyor, başka bir dünyanın kapılarını açıyor. Yalnızlaşan, facebookta şununla selamlaştı, bununla konuştu, onu reddetti, paylaşımı beğenilmedi diye bunalıma giren insanlar var. Normal hayatta ilişki kuramayıp sadece internet üzerinden bağlantı kuranlar var. Yeni yoksunluklar, örneğin internet olmayan bir yerde rahat edememe durumu da ortaya çıkıyor.
“Sosyal medyada gördüğümüz şeyler ruhumuzu olumsuz etkiliyor”
- Soru: Toplumun sosyal medya ile bağını nasıl görüyorsunuz?
- Dr. Yağlı: Maalesef çok fazla. Bu toplumsal olarak hepimizi saran bir durumdur, kimse kendini bunun dışında tutmasın. Bana ayrılma noktasında gelenler var “ben bu adamdan ayrılacağım, telefonu elinden düşürmüyor, yüzüme bakmıyor, iki kelime etmiyoruz, ben bu evlilikten birşey anlamıyorum” veya “eşim telefonu elinden hiç bırakmıyor, tuvalete bile telefonla giriyor, acaba biriyle ilişkisi mi var, telefonu incelememem için mi telefonu bırakmıyor” diyorlar. Ailece paylaşılacak şeyler erteleniyor ve vaktimizin çoğunu sosyal medyaya ayırabiliyoruz. Ayırdığımız zaman bizi sosyal yaşantımızdan, sorumluluklarımızdan alıkoyuyor. Hareket etmiyoruz, sağlıksız oluyoruz. Bir de sosyal medyada gördüğümüz şeyler ruhumuzu olumsuz etkiliyor. Sosyal medyaya ne zaman baksanız, “şurada yiyoruz, hayat ne güzel” gibi paylaşımlar görürüz, herşey güzel, gezen insanlar. Bu defa çocuklar anne babalarına “siz nasıl anne, babasınız? Biz hiç bir yere gitmedik, hiç eğlenmiyoruz” diyebiliyor veya eşler birbirlerine bunları söyleyebilir. Hatta kişi kendine “ben mutlu değilim, ben bunları yapamıyorum, hayatım iyi değil” diyerek ruhsal olarak olumsuz etkileniyor.
“Ülkemize girenlerin çıkıp çıkmadığı denetleniyor mu?”
- Soru: Adli olaylardaki artış da ruh sağlığımızı olumsuz etkiliyor. Yaşanan soygun, taciz olayları kendimizi güvende hissetmememize de neden oluyor...
- Dr. Yağlı: Bu tür olaylar da demoralize eder. Küçücük bir ülkede yaşıyoruz, bir ada toplumuyuz. Ada toplumunun en önemli özelliği huzur içinde yaşamasıdır. Hayatın daha durağan, daha yavaş aktığı bir yer olması gerekir. Az önce ilaçlar denetleniyor mu diye sordunuz. Ben de, keşke ilaçlardaki denetim bu ülkeye gelenlerde olsa diyorum. Asıl denetimsizlik oradadır. Ülkemize girenlerin çıkıp çıkmadığı denetleniyor mu? Girenler ne yapıyor, nerededir? Bunu yapacak ne teknolojik donanıma sahibiz, ne de yeterli sayıda personel var. Sadace sıradan vatandaşın etkilenmesi değil, artık bu suçlarla uğraşan insanların, polislerin bile psikolojileri bozulmaya başladı. Barış Hastanesi’nde çalışan doktorların psikolojileri bozulmaya başladı çünkü artık yetemiyoruz. Bu ülkeye o kadar sorunlu insan geliyor ki, bizim bu konuda yetişmiş elemanlarımız bunlarla uğraşacak, başedecek ve sağlıklı hizmet verecek durumda değildir. Ülkeye giren ve bu tür adli olayların işlenmesine neden olan antisosyal kişilik yapısındaki kişileri denetlemiyoruz. Bunlar sadece Kıbrıs vatandaşlarını değil, örneğin Türkiye’den gelerek burada yaşayan ve Kıbrıs’ta yaşama sebebi Kıbrıs’ı güzellikleri, adanın sakinliği, insanların sevecenliği olan insanlar bile şikayet etmeye başladı. “O zaman gider İstanbul’da yaşarım, ne farkı var” diye düşünürler. Bu tür olaylar insanları olumsuz etkiliyor.
“Risk grupları tespit edilip, onlara yardımcı olunması lazım”
- Soru: Devlet toplumun ruh sağlığını iyi yönde besleme anlamında ne kadar adım atıyor?
- Dr. Yağlı: Devletin bu konuyla profesyonel anlamda bir çaba içinde olduğunu düşünmüyorum. Toplumda ruhsal hastalıklar belli bir orandadır. Ülkemize çok sayıda da dışarıdan gelenler var, öğrenciler var? İlaç yazdığım üniversite öğrencisi, “bu ilacı yemekten sonra mı alacağım” diye soruyor, “evet” dediğimde, “ama ben açım ve yemek alacak param yok, bana yemek alır mısınız” diyor. İlacı alacak parası yok, yemek alacak parası yok. Bir bakıyorum, gelmiş okula kaydolmuş ama bir daha okula gitmemiş. Bunlar denetlenmeli. Buraya yerleşen insanlara psikolojik destek vermek, onların adaptasyonunun yapılması, belli risk grupları tespit edilip, onlara yardımcı olunması lazım.
Hastanede çalışan arkadaşlar ağır anlamda psikiyatrik rahatsızlık geçiren insanlara büyük bir özveriyle çalışarak hizmet veriyorlar. 2-3 doktor hangi birine bakacak, ailelere bilgi verecek? Hangi zamanda, nasıl yapacak?
“Paylaşılan şey çoğalır”
- Soru: Bu sıkıntılı dönemden geçerken siz topluma ne mesaj vermek istersiniz?
- Dr. Yağlı: Dövizdeki artış insanları mecburen tüketimde büyük bir kısıtlamaya götürecektir. Bundan büyük bir üzüntü duymasınlar. Şunun farkına varmalıyız ki, biz zaten gereğinden fazla tüketiyoruz. Bu tüketmenin bizi mutlu ettiğini zannediyoruz. Hayır, bu biraz rahat ettirebilir, anlık bir haz alabiliriz. Ama mutlu olmak için fazla tüketmeye gerek yoktur. Gerçekten bizi mutlu edecek, belki de unutmuş olduğumuz değerlere önem vermemizi öneriyorum. İnsanlara sevgiyle yaklaşalım, evimizde yaptığımız bir tas çorbadan bir tas da komşumuza verelim. Paylaşılan şey çoğalır. Birine sevgi gösterirsek, o sevgi bize dönecektir. Trafikte birine iyi davranırsak, o iyi davranış dalga şeklinde gidecek ve bize iyi dönecektir çünkü bunlara ihtiyacımız vardır. Mutlu olmak gerekir.