Yıllarca gettolarda yaşamış bir toplum yapısı içinde geliştik.
Şüphesiz ki, toplum bilimciler çok daha sağlıklı önermelerde bulunabilir, bulunmalı da ancak içinde yıprandığımız sorunların, sadece siyasetin bunalımı değil, toplumun da bunalımı olduğunu tespit etmek gerekiyor.
Yani sadece siyaset dibe vurmuş değil, toplum da kendi içinde ayrı bir dejenerasyon yaşıyor.
Nasıl şu anda iktidarıyla muhalefetiyle siyasetin yaşanan sorunlar karşısında bir formülü yoksa, toplum olarak, teker teker bireyler olarak bizlerin de yok.
Sadece toplumsal zeminde değil, bireysel çareler üretmek yaşam kalitesinin bilincine varmak konusunda da içinde bulunduğumuz derin uyku engel yaratıyor.
İçinde yaşadığımız ortama birlikte bakalım;
Siyaset ahbap çavuş ilişkisi üzerinden yürüyor. Ve biz kendi çıkarlarımız üzerinden oy kullanmaya devam ediyoruz. Muhtemelen ilk seçimde de ne gayrı yasal işler ne de türlü skandallar belirleyecek oy kullanma kararlarımızı.
Kararlarımızı, siyasetçi ve siyasi parti etrafındaki çıkarlarımız belirleyecek.
Filanca Bakan nasıl olmasa bizden rüşvet istemedi ya, aklımıza gelmeyecek ne iddialar ne de skandallar.
Oysa yaşam kalitemizin yükselişinin sadece araba markalarının fiyatı değil, temel yaşam haklarının kolay ulaşılır olmasıyla geldiğini, solunan havanın, tüketilen gıdanın, eğitimin ve yaşam alanının kalitesi olduğunun da hatırlanması gerekiyor.
Demokrasi bir kültür…
Toplumsal zeminin en geniş tabanında içselleştirilmesi gereken bir yaşam biçimi…
Ancak gelişmemiş demokratik ortamda kişisel menfaatler ve çıkarlar da daha rahat bir zemin bulduğundan, bu siyasetçinin de toplumun da belli hallerde işine geliyor.
Barikatlar arasında yaşayan toplum, kendi çözümlerini göreceli olarak geliştirirken, devletten öte bir devlet yaratıyor.
Son dönemlerde yoğun bir şekilde tartışılan ekonomik ve siyasi yapının sürdürülemez olduğu tezleri, bu noktada toplumsal yapı için de geçerli.
Toplumsal modernizasyon ve gelişim açısından da ciddi bir harekete ihtiyaç duyduğumuzu tespit edip, yakın geçmişimizi hatırlamamız gerekiyor.
Çözüm süreci için Annan Planı döneminde yaşananlar bizi sadece çözüm isteyen ve konuşan bir toplum dinamiği ile yüz yüze bırakmamış, aynı zamanda kültürel ve sosyal duyarlılık ve hassasiyetlerin de yükseldiği bir süreç yaratmıştı. Ancak toplumsal liderlik yapısının sürdürülemezliği ya da yeterince güçlü olmayışı bunun devamını engelledi.
Biz zehirli gıda tüketip, zehirli hava soluyup içine kendimizi koymadan günü geçiriyoruz. Oysa içinde yaşıyoruz. Rüşvet, popülizm, partizanlık içinde yer aldığımız sürece etkilemiyor bizi. Oysa içinde zarar görüyoruz. Türlü tarihsel yıkım ve hırsızlıklar yaşanırken, kılımız kıpırdamıyor.
Toplumsal süreçler dinamiktirler.
Değişirler ve gelişirler. Siyasetler de bu göz önünde bulundurularak üretilirler.
Süreç içinde sadece ekonomik çözümler üretmek değil, toplumsal çareler geliştirebilmek de kurtaracaktır bizi.
Toplumu ve siyasetin kendisini…