Toplumsal varlığımızı bir tek cenazelerde görüyoruz!

Serhat İncirli

AKEL Avrupa Parlamentosu Milletvekili Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek ile dün sabah Lefkoşa’da kahvaltılı bir “sohbet” gerçekleştirdik...

Kızılyürek’ten, özellikle Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili olarak onayladığı ilerleme raporunun değerlendirmesini dinledik...

-*-*-

Kızılyürek’e göre, ilerleme raporunda Türkiye’ye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ve Avrupa Birliği’nin yürütme organı olan Komisyon’a üç ayrı mesaj verildi...

-*-*-

Nedir bu mesajlar?

Birincisi, Türkiye’ye dendi ki; “... Kıbrıs Türk toplumunun içişlerine müdahale etme...”

İkincisi, Komisyon’a denildi ki; “... Kıbrıslı Türklere daha hızlı, daha etkili ve daha iyi davran...”

Ve üçüncüsü, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne denildi ki; “... Kıbrıslı Türklerin AB ile yakınlaşmasının bizzat sorumlususun, daha çok şey yap...”

-*-*-

Kızılyürek’e göre Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilgili son ilerleme raporu, bir çok ilke imza atıyor...

Örneğin ilk kez Kıbrıs Cumhuriyeti’ne “sorumlusun” diyor, Kıbrıslı Türklerin AB ile yakınlaşması adına bir sorumluluk yüklüyor...

-*-*-

Yine Kızılyürek’e göre, ilk kez bir ilerleme raporunda, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği net ifadelerle “kesilip atılıyor” ve bu ülkeye “daha gelişmiş gümrük birliği” gibi bir takım “iyi ilişki önerileri” getiriliyor...

-*-*-

Kızılyürek, son ilerleme raporunda, Türkiye’nin AB üyelik sürecini sonlandırmayı öneren açık madde var... Ve bu durumu onaylamıyor...

Zaten bundan dolayı da ilerleme raporuna “olumlu” oy vermedi, “çekimser” kaldı...

-*-*-

Çünkü, Türkiye AB’den uzaklaştırılırsa, Kıbrıs sorununun çözümü de bir o kadar zorlaştırılır...

-*-*-

Kızılyürek’e göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, KKTC’nin mevcut pozisyonunun yükseltilmesi ya da KKTC’nin tanınması ile alakalı bir “fobi” gelişti...

Bundan dolayı da Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı Türkler için yapması gerekenin çok azını yapıyor...

-*-*-

Kıbrıs Cumhuriyeti, örneğin, üzerine düşenleri yapmış olsaydı Yeşil Hat Tüzüğü daha iyi çalışırdı, ortak enerji merkezleri, ortak hastaneler olurdu ve Türkçe de AB’nin resmi dillerinden biri haline gelirdi...

-*-*-

Kızılyürek’e göre, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki “KKTC tanınacak fobisi” nedeniyle oluşan zihniyet, her türlü yakınlaşmanın ya da AB ile Kıbrıs Türk toplumunun her türlü ilişkisinin önünde bir engel...

-*-*-

Peki bu sıkıntı aşılamaz mı?

Niyazi Kızılyürek diyor ki, “... Covid döneminde, AB vatandaşı Kıbrıslı Türk öğrencilerin yurt dışına gidişlerini sağlamak için konuştuk, başarılı olduk, Türkçe olarak da Covid belgesi alma durumunu yarattık... Aynı şekilde zeytinyağının geçişini de konuştuk, çözdük...”

-*-*-

Peki kim konuşacak?

Çok basit; sivil toplum örgütleri ve AB vatandaşı herkes...

Nasıl mı?

Seneye Avrupa Parlamentosu seçimleri var, katılımın çok yüksek olması şart...

Ve şikayet ederek değil, kapı çalarak, konuşarak, istişare ederek...

-*-*-

Bir tarafta “KKTC tanınacak fobisi” var, öte yanda da Kıbrıs Türk toplumunun küskünlüğü ile AB’den talepkar olmama hali, AB’den bir şey istememem durumu...

Oysa daha çok temasla, daha çok isteyerek, diplomasiyle bu iş olabilir...

-*-*-

Kahvaltılı toplantıda, gazeteciler de görüşlerini dile getirdi elbette...

Ortak endişeler var...

Mutlaka bir şeyler yapılması gerekiyor...

Çünkü Kıbrıs Türk toplumu “ortadan kayboluyor”...

Her açıdan kayboluyor...

-*-*-

Kızılyürek’in söyledikleri, raporun “KKTC tanınamaz, tanıtılamaz, yasadışı ayrılıkçı bir varlıktır, Türkiye tanıtma çabasından vazgeçmeli, tek çözüm modeli federaysondur” gibi maddeleri bir yana; gerçekten “Kıbrıs Türk toplumu”, toplumsal anlamda bir varlık olmaktan çok uzaklaşmıştır...

En ciddi toplumsal varlığımızı, son zamanlarda cenazelerde sergiliyoruz...

O kadar!

Ayağa kalkmazsak, bir şeyler yapmazsak, zaten çok geç kalmışız ama her şey bittiğinde “ah” bile çekemeyeceğiz!


Güle güle Sümer abi

Sabah uyandım...

Mesajlarıma, sanal medyaya baktım...

“Sümer Kan yaşamını yitirdi...”

-*-*-

Yeşilırmaklı bir ağabeyim...

Çocukluğumun en sessiz, en beyefendi isimlerinden biri...

-*-*-

Benden 10 – 11 yaş büyüktü Sümer abi ve yaz aylarında, özellikle akşam üzerleri mutlaka zıpkınla balık avlamaya giderdi...

Bir de Necmi Maraşuna vardı aynı şekilde...

O da çok genç, çok zamansız ayrıldı aramızdan...

-*-*-

İkisinden çok şey öğrendim zıpkınla balık avlama konusunda ama onlar artık yok...

Necmi abi çok hızlıydı, yetişemezdim...

Sümer abi yavaştı, O’nunla birlikte balık avlamak keyifliydi...

-*-*-

Bugün 56 oldum...

Artık ne dalabiliyorum, ne de zıpkınla balık avlayabilecek denizimiz kaldı zaten...

-*-*-

Bir yanda, geçmişimizin değerleri tek tek gidiyor; bir yanda denizlerimiz parsel parsel satılıyor ya da kirletiliyor...

-*-*-

Ve kanser...

Yeşilırmak’ta bir yeğenim, “annem, teyzem, şimdi Sümer abi bak bunlar hep kanser... Şu mezar, bu mezar kanser...” diye dert yandı...

-*-*-

Ablamla konuştum...

Sümer abinin öldüğü haberini ilettim...

Şu da kanser, bu da kanser, o da kanser diye sıraladı bir çırpıda...

-*-*-

Aklıma nedense “Devlet” geldi!

Ve “Hükümet!”...

Denizleri satma, arsaları kapma, ucuza kapatma, yabancıya satarken komisyondan faydalanma işlerinde süper bir devletimiz ve yöneticilerimiz var da kanserle ilgili bir çalışmadan haberi olan var mı?

İnsanlarımızın takır takır ölümlerinin sebeplerini araştıran var mı?

Kıbrıslı Türk toplumunun bircik bircik tükenişini umursayan var mı?

Yoktur!


Uzun yıllar kansere direndi... 67 yaşında yenildi... Sümer Kan’ı dün Yeşilırmak’ta sonsuzluğa uğurladık... Eşi ve çocuklarına, tüm köylülerimize, tabii ki özellikle de sevgili kardeşim Uğur’a başsağlığı dilerim...