Toplumsal varlığımızın tükenmesi, Rumların geleceğini tehlikeye sokar

Serhat İncirli

KKTC’nin kuruluşunun 39’uncu yılını tamamladık…

Yarından itibaren 40’ıncı yıla girmiş olacağız…

40 yılda geldiğimiz nokta, yarım arpa boyu değil…

“Gözlemci”lik yalanını abartarak anlatmanın bir anlamı yok…

Avrupa Komisyonu çizgiyi gayet iyi belirlemiştir, Özbekistan’ın tavrı da nettir…

-*-*-

Kıbrıs Adası üzerinde “egemen eşit ve bağımsız” bir devlet, mümkün değildir…

Bundan daha da kötüsü, pratikte Türkiye'nin bu devleti tanımadığı, tanıyamayacağı açıktır…

-*-*-

Çok basit bir örnek vereyim mi?

“Kürdistan” konusunu geçelim…

İran, bağımsız KKTC’yi tanıyabilir mi?

Veya İran, “Kıbrıs Cumhuriyeti” üzerinde, etnik temele dayalı “ayrı” bir devlet kurulmasına çok sıcak mı bakar?

Bakabilir mi?

Asla bakamaz!

Neden mi?

-*-*-

Canlarım benim, bir dostum hatırlattı; İran’da en az 20 milyon Azeri yaşar!

Peki bu Azeriler, “ben de isterem” derse ne olur?

-*-*-

Sizin açıklamanız hazır; “o başka bu başka”…

Ama değil işte!

-*-*-

Peki Türkiye’nin şu andaki “KKTC tanınmalı, tanınacak” şeklindeki açıklamaları veya abartılarının sebebi nedir?

Daha önce de yazdık, hem de defalarda, Türkiye’nin şu anda sürdürdüğü “kendisinin bile kabul etmeyeceği” siyasetinin bir tek sebep vardır; “çözümsüzlüğün” veya “statükonun” devamı!

Haaaa bu durum, Güney yönetiminin de işine geliyor mu?

Evet geliyor, geldiği apaçıktır!

-*-*-

Ancak, bu gidişat, Kıbrıslı Türkler için “iyi bir gidişat” olmadığı ve çok yüksek tükenme riski taşıdığı gibi, Kıbrıslı Rumlar için de “güvenlikli” bir durum değildir…

-*-*-

Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın geçtiğimiz haftaki ziyaretinde “Külliye” ile ilgili tavrı, bizim için olduğu kadar, Rum toplumu için de açık tehdit içermektedir.

Oktay, Külliye'ye karşı çıkanların Türkiye'yi karşılarında bulacağı uyarısında bulundu.

Bu, diplomatik anlamda “kabul edilebilir” olmadığı gibi, gayet açıktır ki, “bizim gibi düşünmeyen bizden değildir” tehdidi içermesi açısından da gayet net faşist bir tavırdı!

Oktay’a göre, Külliye, Kıbrıslı Türkler için "varlığın, egemenliğin ve bağımsızlığın sembolü"dür.

Oysa Külliye, Kıbrıs Türk toplumu adına “empoze içeren bitişin sembolü”dür!

Ve Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs coğrafyasındaki “egemenlik” gösterisinin acı bir parçasıdır.

Ve ne acıdır; “egemen eşit ve bağımsız bir KKTC olduğunu varsayarsak”; o devlet için de utançtır!

-*-*-

Türkiye, Ada’da bir çözüm istemiyor…

Kabul edilemez taleplerle öne çıkıp, Anamur’dan 70 kilometre kadar uzakta bir çeşit “İslam mevzisi” organize ediyor…

Bunu organize ederken de, bir grup maddi çıkarcı zavallıyı da “maşa” olarak rahatlıkla kullanabiliyor…

Kullanamadıklarını da ya hain ilan ediyor, ya da rahat bir şekilde “karşınızda ben varım” diye korkutmaya çalışıyor…

-*-*-

Acı olan şudur; ne yazık ki Kuzey’deki seçmen nüfusun yarıdan fazlası, mevcut durumdan gayet memnundur…

-*-*-

Peki Gelelim Rum toplumuna…

Sizce Rumların gelecek endişesi yok mu?

AB mi?

Amerika mı?

Onlara mı güveniyorlar?

Sanmam!

-*-*-

Ama son derece bencil ve son derece umursuz durdukları apaçık ortadadır.

Rumlar, sanırım artık Kıbrıs sorununa “sorun” gözüyle bile bakmıyor…

Son yapılan anketler bunu gösteriyor…

Güney’de, “Kuzey Kıbrıs Türkiye’nin bir eyaleti oluyor, bir kasabası oluyor” gibi bir endişe de yok…

-*-*-

Ancak unutulmamalıdır ki, bizim toplumsal varlığımızın bitmesi demek; gelecekte Rum tarafının da güvenliğini tehlikeye sokmaktadır…

Ve tıpkı bizim toplumsal yok oluşumuzu durdurma konusunda olduğu gibi, bu tehlikeyi önlemenin de tek yolu, Kıbrıs sorununu çözümüdür…

Kıbrıs’ta çözüm, her iki toplumun çıkarınadır…

Kıbrıslı Rumlar, merkezi devleti ya bizimle paylaşmayı öğrenir, kabullenir, ya da Allah onları da korusun!


Terörle dava kazanılmaz!

Terörle bir “dava” kazanılır mı?

Asla kazanılmaz!

Terör sadece insanların ölümüne yol açar, ölümleri artırır ve sonucu kesinlikle “huzur ve barış” olmaz!

-*-*-

Ancak, bazı durumlarda “silaha sarılmak”; “seçeneksiz bırakılanlar için” kaçınılmaz olabilir ki bunu da hiç göz ardı etmemek lazım!

-*-*-

Şu gerçek da asla akıldan çıkarılmamalıdır: “Kimden gelirse gelsin; terör de, devlet şiddetiyle durdurulamaz, bitirilemez!”

-*-*-

İstanbul’da kim yaptıydı, neden yaptıydı, nasıl olduydu tartışması daha bir süre iddialarla devam edecek!

-*-*-

Öyle veya böyle, terörü, çatışmayı, huzursuzluğu ortadan kaldırmanın en önemli yolu, Dünya’daki örnekleriyle sabittir ki; yatırım, iş olanağı ve düşmanlıktan uzaklaştırılmış eğitimdir…

-*-*-

Bu, Türkiye için de geçerlidir, Amerika için de, Rusya için de, ne bileyim Kıbrıs için de!

Eğitim, yatırım, iş; terörün en etkili ve en sağlıklı ilacıdır…

Bitirmek isteyene…

Bitmesini isteyene tabii ki!


Külliye’ye atacağınız parayla, bu ülkeyi Amsterdam gibi tramvayla dolaşılabilir, mümkün olduğunca da bisikletle en azından işe gidip gelinebilir yapabilirsiniz? Yoksa sizin amacınız sadece “büyüklüğünüzü göstermek” midir? Tabii ki “her açıdan” külliyenize hayır! Ve ayrıca, git, kendi kültürünü, kendi ülkende yay!