2004 iradesine göre Kıbrıslı Türkler her alanda AB standartlarını rehber edinmiştir.
İstikrarlı, kurumsallaşmış bir DEMOKRASİ, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı bu standartların başında gelmektedir. EKONOMİDE ise hedef günün gerektirdiği yapılanmayı ve büyüme perspektifini temel almak ve dünyada rekabet edebilme kapasitesi oluşturmaktır.
Siyaset kurumumuzun bu iki temel konudaki başarı düzeyi toplumumuzdaki değişim taleplerinin dozajını belirlemektedir.
Gelinen aşamada AB ile ilişkilerdeki durağanlıktan ötürü solda ve sağda bu iki temel konuda rasyonaliteden uzaklaşmalar gündeme gelmiş olması bir yana, AB yerine Türkiye ile münasebetlerimizin toplumsal ilerlememizde düzenleyici ve belirleyici bir hal almış olması söz konusudur.
AB’nin bölgedeki rolünü bizim koşullarımızda Türkiye üstlenmiştir. Bu durum, bilhassa 2009 sonrasında sağda halk olma bilincimizin silikleşmesini, solda ise ekonomik ilerlemenin önemsizleştirilmesini beraberinde getirmiştir.
Son dört yılda gerek sivil alandan yükselen değişim talepleri gerekse siyasetin kendi içindeki devinimleri sonucunda 2004’te somutlaşan demokratik ve ekonomik ilerleme perspektifi iki temel eksene oturmuş bulunmaktadır:
1) Reform kararlarımızı BİZ üreteceğiz. Bunun için yeterli insan kaynağımız, donanımımız, aklımız ve siyasi irademizi şekillendirme becerimiz vardır!
2) Güçlü bir ekonomi için kolları sıvayacak ve küresel rekabete hazırlanacağız.
28 Temmuz’a giderken siyasi partiler bu iki temel eksen çerçevesinde öneriler sunabildikleri oranda halkın teveccühüne mazhar olabileceklerdir.
CTP’nin ortak toplumsal vizyon önerisinin odağında “yerelde özne küresel düzeyde etkin bir topluma dönüşmek” vardır. CTP, hep birlikte çalışarak demokratik açıdan kendi kendini yönetebilen bir toplum olmayı ve ekonominin önünü açacak reformları hayata geçirmeyi vaat etmektedir.
Bu vizyonla birlikte Türkiye ile ilişkilerin önemi bir o kadar daha artmaktadır!
Kendi kapasitemizle kendi reformlarımızı hazırlayıp toplumsal sahiplenme duygusunu geliştirme ihtiyacımıza saygı esastır. Burada biz talep eden, Türkiye ise uygulayan konumunda olacaktır.
Diğer taraftan Türkiye’nin cari bütçemize ve altyapı yatırımlarımıza yaptığı katkıların devamlılığı gözetilmeli, bizim ise bu katkıları etkin ve verimli kullanıp 28 Temmuz’da halkın onayını alacak ortak toplumsal vizyonumuza bağlı olarak orta ve uzun vadede cari bütçemize katkı gerektirmeyecek koşulları oluşturmamız ve küresel rekabete hazırlanmamız gündeme gelebilmelidir.
UBP bir siyasi parti olarak toplumsal vizyon önermeksizin Türkiye ile imzalanan protokolü kampanyasının ana unsuruna dönüştürmüştür.
1) Reformlarımıza ilişkin irade geliştirme ve karar üretme mekanizmamızın Türkiye ile paylaşılması olağanlaştırılmakta yani demokrasimiz kadükleştirilmektedir.
2) Ekonomik ilerleme Türkiye ile özdeşleştirilerek iç dinamiklerimiz hiçe sayılmaktadır.
Ne Türkiye ile imzalanan protokol üzerinden propaganda yapan UBP ne de hiçbir köklü reform önerisi geliştirmeksizin bu protokolü ısrarla siyasetin merkezine koymayı deneyen diğer sol ve sağ çevreler 2004 irademize hizmet etmektedir! Türkiye ile iyi ilişkiler kimsenin tekelinde değildir ve özne olma ihtiyacımızın reform karşıtlığına alet edilmemesi esastır.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyükelçisi Akça’nın, “Türkiye olarak Kıbrıs Türkü’nün daha mutlu, refah içinde ve güçlü konuma gelebilmesi için her türlü desteğe hazır olduğumuzu ortaya koyuyoruz. Ama bunu yapacak olan Kıbrıs Türkü’dür. Sizlersiniz” demiş olması önemlidir.
Türkiye ile imzalanan protokol, Kıbrıs Türk halkının 2004 sonrası deneyimleri ışığında şekillendirdiği iki temel eksenle siyaseten çelişmediği oranda değerlidir, kendi toplumsal vizyonumuz için çalışırken bize katkısı oranında önemsenecek ve uygulanacaktır.
Bu kampanya döneminde halkımız oyuna gelmemelidir!
Yeni dönemde toplumsal vizyon içermeyen devletlerarası bir protokolü mü yoksa partilerimizin vizyon önerilerini ve bu vizyonlara ulaşmak adına partilerimizin kendi siyasi kapasiteleriyle geliştirdikleri bütünlüklü programları mı temel alacağız?