Neriman Cahit
Bizde Otobiyografi (özyaşamöyküsü), pek yok. Özyaşamöyküsü derken, bu türü sadece ‘Anlatı Metinleri’ olarak düşünmüyorum… Ör. Günlükler, mektuplar, anılar da olabilir; hatta olmalı ve böylece zengin bir ‘toplumsal veri tabanı’ oluşur…
Ama galiba ve gerçekten güç bir olay bu… Kişinin kendine tam ve tarafsız yaklaşarak, toplumda “aşırı” sayılabilecek yanlarını da hiç ‘oto sansür’ uygulamadan yazması… Yazabilmesi… (Türkiye’de dahi, bu konuda hâlâ yazılanlar çok az)
Kişinin kendisini, bir boy aynasından, hiç bir şeyi eğip bükmeden yazması… Her şeyini… Sadece olumluları da değil… Çelişkilerini, hatalarını, korkularını, açmazları vb. katıksız yazması… Çok zor kuşkusuz ama bence gerekli…
Bir tür hayatla kendisi arasındaki bağlamları sorgulamalı…
Elbette düz / yapay bir ifşaat, bir iç döküş de değil…
Zor falan ama buna çok ihtiyacımız var… Çünkü, gerek toplum, gerekse: “Bireyin iç aydınlığı, ancak, içindeki koyu karanlığa gözlerini alıştıracak ölçüde bakmasıyla yaşanabilir. Yansıtılabilir…”
Bizde hep, “hayatımı yazsam roman olur” söylemi var; ama, galiba önemli olan o korkuyu yenip yazmak… Yazabilmektir…
TOPLUMUN HALİ…
*Toplumun haline bakıyorum da içim sıkılıyor…
*Bir toplum kendi acılarını neden dindiremez…
*Neden Susar politikacılar, aydınlar, yazarlar…
*Kendi kaderine terk edilen insanlar niçin örgütlenmezler, haklarını aramazlar?
*insanlar, neden hep başkalarının kendilerini kurtarmasını beklerler?..
Niye içlerindeki en ağır çığlığı yutarlar da ‘Gök Kubbeye’ salmazlar…
*Korkular, niye hep bastırıyor umutları…
*Tek tek kırılırken, azalırken, toplumun kayıtsızlığına ve sorumsuzluğuna niye kimse kibrit çakmıyor…
*Oysa, sessizlik Akdenizlilere hiç yakışmıyor…
***
Hatıralar…
Hatıralar, insanı bir gün bir yerde mutlaka yakalar ve bütün hayatının içine sızmaya, onu kemirmeye ve ele geçirmeye başlar… Hele, savaşın, yoksulluğun, ölümün içinde çocukluklarını geçirenler yetişkinlik zamanlarında da, yaşlılıklarında da bu hatıraların izlerini hep ‘lanet gibi’ üzerlerinde taşırlar…
Çünkü savaş, genelde yaşamı, özelde çocukluğun o güzelim yanlarını kirletir; katlanılmaz hale getirir… İsmini şimdi anımsayamadığım bir yazarın dediği gibi: ‘Her şeyini kaybedeceksin ama unutma ki hatıralarını kaybedemezsin…
Onlar, canına okuyacak…
“Bıraktığın yerde duruyor o hatıra/ Ölüme benzeyen o derin sızı / Eski bir Gün batımında / Hâlâ…”
Düşünüyorum da, ‘bir hela heşa gibi süren’, Panayırdan – Festivale! dönüşen ama içeriği pek de değişmeyen kutlamalar neye yarıyor ki!
Konuklar, konuk sanatçılar, yabancı ülkelerden gelenler – Ama, bizim asla o ülkelere davet edilmediğimiz ekipler…
Harcanan onca para, onca ihtiyacımızdan birine sarf edilse ya…
Kapanması – Yamanması gereken o kadar söküğümüz var ki!
***
En basiti, ör: Başkentimiz… Gariban Şeherimiz – Lefkoşamız… Onun ihtiyaçlarına harcanamaz mı onca para… Ör. En büyük eksikliklerimizden biri olan bir “MÜZE” yapımına… Ör. Bir “Modern Sanat Müzesi, bir Edebiyat, Basın, Karikatür, bir Bellek Müzesi vb…”
Biz önemsemesek de, “Modernliğin Kuruluşunda” Müzelerin rolü yaşamsaldır. Evrensellik ve bireysellik müzede canlandırılır; ulusal, devlete ve kamuya ait düşünceler müzede cisimleşir… Yurttaş, müzede eğitilir; Akıl ve Tarih, Sanat ve Sanat Tarihi Müzede yaşam bulur…
Nasıl bir Müze Olgusu?... Konunun ilgilileri ve eleştirel toplantılarla tespit edilebilir; ama, “Çağdaş Müzecilik”, o denli gelişmiştir ki, bunların örneklerini incelemek yeterlidir. Modern, toplumsal ve siyasal hayatın: “Yerel ve Evrensel Kültürün” ve Kentleşme Hareketlerinin rahatlıkla izlenebileceği, Batının Müzecilik Hareketleri ve Müzeleriyle ilgili örnekler’ rahatlıkla bulunup, incelenebilir…
***
Her okur , yazarıyla hesaplaşır… Hesaplaşmalıdır… Çünkü, yazarıyla hesaplaşırken, kendi kendisiyle de hesaplaşmış olur…
Her okur mu dedim… Aslında, her okur değil!: Okuduğunu, yeniden yazabilecek denli içselleştiren, hatta, ona yeni renkler de katabilen okur…
Bunun için de, metni yüreğinde duymalıdır insan… Metni yüreğimizde duyamazsak, onu yeniden anlamlandıramıyorsak… Her okuyuşta, başka anlamlar, başka tatlar alamıyorsak…
Bu nice okumaktır!..