Savaş bittiği zaman Türk tarafı ada topraklarının %36.3’ünü ele geçirmişti am Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti devletini tek başlarına yönetmeye devam ediyorlardı. Türk tarafı savaştan hemen sonra Kıbrıs Rum toplumu ile “eşit statüye kavuşmak” için harekete geçti. 20 Kasım 1975 tarihinde Kissinger ile bir görüşme yapan Denktaş şöyle diyordu: “Bu dönemde Makarios’un yarattığı durumu ortadan kaldırmaya çalışıyorum. 12 yıl önce Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararda Rumlarla eşit konuma konulmadık. (…) O karar alındı (4 Mart 1964 kararı kast ediliyor, NK) ve Makarios Kıbrıs’ın tek hükümeti oldu. (...) Bu yüzden şimdi tam eşitlik istiyoruz. (…) Geçenlerde Klerides’e de söyledim. 12 yıl önce ben onun yerindeydim, o da benim. Ve onu bekleyen her zaman ben olurdum. Ancak şimdi durum değişti. Klerides’e, Makarios’a masayı terk etmesi halinde bizi onu beklerken bulmayacağını bildirmesini söyledim. 12 yıl boyunca devletsiz bir toplumduk, bu konumu artık kabul edemeyiz.”
Kissinger, Denktaş’ın “tam eşitlik” talebine dikkatli bir dil kullanarak karşılık veriyordu: “Bugün elde edilebilmesi mümkün olan, iki yıl önce düşünebileceğin her hangi bir şeyden katbekat fazladır. İki-bölgeli bir sistem ve sınırlı yetkilere sahip bir merkezi hükümet elde edebilirsin. Katılım konusunda istediğin %50’yi elde edebileceğin kesin değil. Fakat merkezi zayıf bir hükümet olacaksa, bunun zaten bir önemi yok. Burada önemli olan Türk tarafının toprak verip vermeyeceğidir.”
Kissinger’in söylediklerinden anlaşılacağı üzere, artık Kıbrıs’ta çözüm arayışları “siyasi eşitlik ve güç paylaşımı karşılığında toprak” formülüne dayanacaktı. Gelgelelim Türk tarafı toprak konusunda esnek davranmıyordu. Denktaş lafı dolaştırıyor, “Makarios’a bir şey verirsen daha fazlasını ister” diyordu. Bunun üzerine Kissinger öfkelenmeye başladı. Denktaş’a “sen nereye varmak istiyorsun” diyerek toprak konusunun önemini vurguluyordu. Makarios’un toprakta %28 oranına razı olacağını, bir anlaşmayla Kıbrıslı Rumlara Mağusa’nın Rum bölgesini, yolun alt tarafında kalan bölgeyi ve Omorfo bölgesinden toprak verilebileceğini söylüyordu.
Ne var ki, Türk tarafı hem Kıbrıslı Rumlarla “eşit statüye” kavuşmayı istiyordu hem de toprak konusunda gerekli esnekliği göstermiyordu. Oysa Kıbrıs Rum tarafı evlerini kaybedenlerin büyük çoğunluğunun yerlerine dönebilmesini çözümün en önemli koşulu sayıyor, bu da hatırı sayılır oranda toprağı geri almayı gerekli kılıyordu. Makarios, bunun gerçekleşmesi durumunda resmi Türk tezi olan coğrafi federasyonu kabul edebileceğini söylüyordu. Önceleri çok-kantonlu bir federasyona sıcak bakan Kıbrıs Rum tarafı, iki-bölgeli federasyona da evet diyebileceğini belirtiyor ve toprak konusunun önemini vurguluyordu. Nitekim 29 Eylül
1974 tarihinde Makarios ile bir görüşme yapan Kissinger, mantıklı bir çözüm için neler düşündüğünü sorduğunda, Makarios’tan şu yanıtı almıştı: “İki-bölgeli olabilir. Türk bölgesi %25’in altında olmalı. Merkezi hükümetin yetkilerinin ne olacağı çok önemli değil ama Türkler yönetime 50-50 temelinde katılamazlar.”
Kissinger, Türk bölgesinin %25’in altında olmasını gerçekçi bulmadığını söylüyor ve Maraş, Mağusa-Lefkoşa yolu ve Omorfo’dan toprak verilebileceğini belirtiyordu.
Görüleceği gibi, Kıbrıs Rum tarafı savaştan sonra, resmi Türk tezi olan siyasi eşitlik temelinde coğrafi federasyonu kabul etmek zorunda kalmıştı. 1950’li yıllarda federasyonun lafına bile itiraz eden ve 1960 Anayasasını değiştirmeye soyunan Kıbrıs Rum tarafı, artık Kıbrıslı Türklerin eşitliği temelinde siyasi bir yapının (federal devletin) kurulmasına itiraz edebilecek durumda değildi. Fakat toprak konusunda tatmin edilmeyi bekliyordu. Türk tarafı ise toprak konusunda esneklik göstermekten kaçınıyordu. Özellikle Demirel’in başbakanlığında kurulan Milli Cephe hükümeti bu konuda hiçbir açılım yapmıyordu. Hükümet ortaklarından Necmettin Erbakan (Kissinger Erbakan için “psikiyatrik vaka” diyordu) bütün adanın işgal edilmesi gerektiğine inanırken, Alparslan Türkeş işgal edilen topraklardan bir karış bile verilemeyeceğini söylüyordu. Başbakan Demirel ise Ecevit karşısında kendisini psikolojik baskı altında hissediyordu. Ecevit’in aldığı toprakları veren kişi olarak görülmek istemiyordu.
ABD, diplomasi cambazı Kissinger’i devreye sokarak, Türkiye’yi toprak verip erken zamanda Kıbrıs Sorununu çözmeye ikna etmeye çalışıyordu. 22 Mayıs 1975 tarihinde CENTO toplantısı için Türkiye’ye giden Kissinger, dışişleri bakanı Çağlayangil ile başbakan Demirel’e, Türkiye’nin Kıbrıs’ta %95 oranında çıkarlarını garanti altına aldığını söylüyor ve Türkiye’nin kazanımlarını şöyle sıralıyordu:“1) Türk nüfusun özerkliği; 2) Türk nüfusun ayrı bir bölgede yaşaması; 3) Merkezi hükümetin bir daha Türklerin aleyhine dönemeyeceği veya Türkiye aleyhine bir dış politika izleyemeyeceği bir anayasa.”
Kissinger, Türkiye’nin bütün hedeflerine ulaştığını, geriye bunları meşrulaştırmak kaldığını söylüyor ve bunun için bir miktar toprak verilmesinin yeterli olacağını iddia ediyordu. Fakat Türk tarafı buna yanaşmıyordu. Bunun üzerine, Kissinger Türk muhataplarına şu manidar uyarıda bulunacaktı: “Türklerin sorunu, zaferlerini nasıl değerlendireceklerini bilmemeleridir. Yunanlılar iki-bölgeli federasyonu kabul etmeye hazırdırlar. Yakın geçmişte Karamanlis bunu doğruladı. İngilizlerden iki toplum arasında dönüşümlü başkanlık sistemini ileriye götürmelerini istedim. Bununla siz Türkler özünde bütün amaçlarınıza ulaşmış olacaksınız. Sadece bir miktar –oranını tam olarak bilmiyoruz- toprak vermeniz gerekecek.”
Kissinger’in sözleri Türk tarafını ikna etmeye yetmedi. Kıbrıs Sorunu savaştan hemen sonra milliyetçi saplantıların ve iç politika hesaplarının malzemesi haline getirildi ve çözüm fırsatı heba edildi. Bu arada, 1974 Savaşına kadar Türkiye’nin çizdiği çizgiden ayrılmayan Rauf Denktaş, yavaş yavaş “görece özerklik” elde ediyor ve Türkiye’nin Kıbrıs politikasını yönlendirmeye başlıyordu. Özellikle Kıbrıs Türk Federe Devleti başkanı seçildikten (1975) sonra tavrını daha da sertleştiriyor ve statükoyu kalıcılaştırmanın yollarını arıyordu. 1976 yılında Türklerin toprak vermeye niyetleri olmadığını açıklıyor ve Maraş bölgesinin iskana açılmasından söz ediyordu. Lefke’de yaptığı bir konuşmada “bizim için toprak ayarlaması sınırlarımızın belirlenmesi anlamına geliyor, eğer Kıbrıslı Rumlar Maraş’ı geri alacaklarını zannediyorlarsa yanılıyorlar. Onlara verecek böyle bir hediyemiz yoktur.”
Denktaş’ın giderek keskinleşen tavrı Türkiye’ye uygulanan silah ambargosunu kaldırmaya çalışan Amerikan Yönetimini rahatsız ediyordu. ABD büyükelçisi William B. Macomber’e bir mesaj gönderen Kissinger, Türkiye’nin Denktaş’ı daha dikkatli davranmaya davet etmesini istiyordu. Macomber, dışişleri müsteşarı Şükrü Elekdağ ve Kıbrıs Masası Şefi Ecmel Barutçu ile bir araya gelerek Kissinger’in mesajını iletince, Elekdağ, Denktaş’ın Türkiye’nin “organı” olmadığını, böyle konuşması için Türk hükümetinin kendisini teşvik etmediğini ve “iç tüketime” dönük konuştuğunu söyledi. Ecmel Barutçu ise çok daha çarpıcı bir değerlendirme yaptı: “Denktaş, KTFD başkanı seçildikten sonra başka bir insan oldu. İkinci bir Makarios oldu...”
Not: Yukarıdaki bilgiler “Bir Hınç ve Şiddet Tarihi: Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma” adlı kitabımdan derlendi.