Çok zalim güler bu yaşadığımız. Ruhumuzu yaralayan, adalet duygumuzu derinden inciten bir sözel şiddet ortamındayız. Sadece Kıbrıs’taki derin düş kırıklığı, Türkiye’deki gidişata dair kaygı değil sözünü ettiğim; dünya en aydınlık olduğunu sandığımız bir dönemde dehşet verici bir karanlığa doğru sürükleniyor.
Güncel politikanın detayları, Kıbrıs’ta kesilen müzakere süreci, Türkiye’deki gerilimli senaryodan söz etmek değil yalnızca niyetim. Daha çok da insana, onun içinde neler olup bittiğine bakmak istiyorum.
Görüştüklerimiz genellikle bize benzeyen insanlar oluyor. Bize benzemeyenleri yakın çevremize sokmaktan imtina ediyoruz çoğu zaman. Onlarla da bir araya gelmemizi gerektirecek durumlar oluyor kuşkusuz. Bize benzemeyenlerle, hatta bizi sinirlendirip dengemizi altüst edenlerle ne kadar az bir arada olursak o kadar iyi olur diye düşünüp asgariye indiriyor çoğumuz bu buluşmaları.
Dünya zaten yeterince yorucu. Gündelik hayatı organize etmek bir cambazlık becerisi talep ediyor. Bizi yoranlardan, enerjimizi tüketenlerden uzaklaşmaktan başka çare kalmıyor.
Topluluklar ortak kavramlarda birleşir gibi görünürken feci şekilde de ayrışıyor bir yandan da. Farklı paradigmaların birbirleri ile diyaloğu git gide imkânsız hale geliyor.
Bu dönemin en etkili dili mizah ve sanat bana kalırsa. Gündelik dilin kelimeleriyle iletişimin böylesine zorlandığı bir ortamda daha sembolik, imgesel iletişim yolları denemek etkili olur gibi geliyor bana. Genç kuşak bunun farkında ve kendine alan açmaya uğraşıyor. Bütün mesele bu zekâ dolu, güzel seslerin sistemli biçimde susturulmaya çalışılması ve bunun bir oranda başarılmasında.
Bir diğer sorun değişimin hızında. Bir gündemden bir başka gündeme doğru hızla savruluşumuzda. Bir mesele üzerine yeterince tartışma imkânı bulmadan başka bir gündeme uyanıyoruz. En kötüsü bu yeni gündemini dilimizi bağlayan bir şiddetle gelmesi.
Bunca yılların yöntemiyle yıpranmış, yorgun düşmüş barışseverlerin yerini alacak bir genç kuşak önemli olan. Böyle bir kuşak var kuşkusuz ama önce geçmişin hayaletleri, kadük hale gelmiş yöntemleriyle boğuşmak zorundalar.
Sistemin zehirlediği bu gençler öncelikle üstelerindeki toksinden kurtulmaya, kendilerini yeniden yaratmaya çalışıyorlar. Bir yandan da dinozorlarla boğuşmak zorundalar. Dinozorlardan öğrenilecek çok şey vardır kuşkusuz ama bu hantallık günümüz panoramasına iyi gelmiyor.
Açık olan şu… Geçmişin yöntemleri ile bir barış ve özgürlük mücadelesi verilemiyor.
Kıbrıs’ta görüşme masası adındaki heyula kendi anakronik ağırlığını kaldıramayıp çökerken bu toz duman içinde ne yapacağımızı bilemiyoruz şimdi.
Masaya tekrar otursunlar talebinin bu kadar cılız çıkmasının bir nedeni de bu masanın, uygulanan yöntemin sonuç getirmediğinin topluca idrak edilmesi bana kalırsa. Çıkış yolu sanki çok daha radikal bir yöntemi işaret ediyor.
Zamanın baskısı en acı olan… Kıbrıslı Türkler daha büyük bir zulme doğru yürüyen bir Türkiye’nin kollarına düşmüş durumda. Yoluna giremeyen, acı veren aşk hikayesi eski eşe geri gitmekle sonuçlanıyor.
Çıkış yolunu tartışmaktan başka çare yok şimdi. Bu kolektif depresyon halinden çıkarak adanın iki tarafındaki çözüm yanlıları olarak bir araya gelip yol haritamızı çizmek zorundayız.
Kıbrıs için tek umut bu zeki ve barışa kalpten bağlı insan potansiyelinde.
Bütün hantallığına, yanlışlarına rağmen çözüm olacaksa bunun lokomotifi sol olacaktır yine. Önemli olan özeleştiri yapabilmek, eski yöntemleri bir kenara bırakabilmektir diye düşünüyorum.
Kişisel kavgalar, grup çıkarları yakın geleceği düşünenlerin geleceği mahvetmesini getirecektir yalnızca. Bu kadar vahim bir durum varken birlik olunamıyorsa bunun sonucu hep birlikte yok olmak değil midir? Adanın her iki tarafını kapsayacak geniş bir barış cephesinin kurulmasından başka bir yol göremiyorum ben.