Geçmişte neler olduğunu daha iyi anlamamıza yardımcı olmaya hazır olan bir Kıbrıslırum okurumuz bize çeşitli öyküler anlattı Trikomo ve Karpaz’dan “kayıplar”la ilgili olarak... Bu öyküleri, okurlarımla paylaşmak istiyorum. Kıbrıslırum okurumuzun anlattıkları şöyle:
“Fenalık yapanların ettiklerini bulmadıklarını sakın düşünmeyesiniz... Her zaman ettiklerini bulurlar... Ben size bunlar hakkında birkaç şey anlatmak istiyorum...
Ben çocukken, hatırlarım da rahmetlik babacığım bazı Kıbrıslıtürkler’le çok iyi arkadaştı... Bu arkadaşları daha çok bize yakın bir köy olan Topçuköy’den idi. Topçuköy’ün bir diğer adı Ayios Andronikudis’tir.
Topçuköylü yakın arkadaşları bize gelirler, bizim evde yerler içerlerdi babamla ve tarlalarda da birlikte çalışırlardı... Ölmüş olanların acısını paylaşırlar, düğünler ve doğumların sevincini birlikte kutlarlardı... Tüm bunlar, İngilizler adamızın toplumlarını bölmeden önce olmaktaydı, EOKA ve TMT’nin insanlarımızın birbirine yakın olmaması için emirler vermelerinden önce, insanları birbirine “düşman” etmelerinden önce oluyordu... Öteki toplumdan arkadaşlarını unutmaya onları zorlamalarından önce oluyordu bunlar... Bilirim ki öteki toplumdan arkadaşı olan pek çok kişi dövüldü... Bazıları öteki toplumdan insanlarla alış veriş ettikleri ya da ortak iş yaptıkları için dövüldüler, tacizlere, tehditlere maruz kaldılar... O günlerde “taksim” esas olan şeydi ve buna uymaları için de dayak, cinayet ve kaba güç kullandılar... Ancak tüm bunları dikte eden, fikir veren ustaları İngilizler idi... Bu kadar sene sonra size bunu söyleyebilirim. Taksim isteyen onlardı, bunu planladılar ve planlarını uygulamaya koydular.
Her neyse, size anlatmak istediğim hikaye, Topçuköy’den üç “kayıp” Kıbrıslıtürk ile ilgilidir.
Bunlardan bir tanesi, Trikomo’da benzin istasyonuna gitmiş ve bir bidon benzin satın almıştı. Köye dönmüş ve “Bize benzin verdiler ya! Hiç sorunla karşılaşmadım” demiş, bunun üzerine birkaç kişi daha benzin almak üzere kamyonla bu benzin istasyonuna gitmeye karar vermişti. Böylece Topçuköylü üç Kıbrıslıtürk kamyona binerek o benzin istasyonuna gitmişti. 2 Ocak 1964 idi tarih zannederim ve o gün Lefkoşa’da fasariyalar çıkmıştı... Lefkoşa’dan geri dönmekte olan üç Kıbrıslırum da ne acı tesadüftür ki, o benzin istasyonunda durmuşlardı benzin almak için. Tam da Topçuköyülü bu üç Kıbrıslıtürk’ün benzin aldığı saatte oluyordu bunlar...
Bu üç Kıbrıslırum, Trikomoluydu, derhal bu üç Kıbrıslıtürk’ü tutuklayarak onları Trikomo’daki polis karakoluna götürmüşlerdi.
Orada görevde olan polis, “Bunları neden tutukladınız? Bir şey yapmadılar ki! Hemen onları serbest bırakın!” demişti.
Fakat sözkonusu Trikomolu üç Kıbrıslırum kararlıydı ve ısrarcıydı – Topçuköylüleri alıp Trikomo’daki askeri kampa götürdüler. Orada Yunanistan’dan gelen yetkili subay vardı – o da, polisin bunlara söylediği aynı şeyi söylemişti kendilerine: “Bunları neden tutukladınız? Bir suç işlemediler ki! Bırakınız gitsinler...” demişti...
Ancak bu üç Kıbrıslırum, hiçbirini dinlemedi. Üç Kıbrıslıtürk’ü alıp bir noktaya götürdüler, onları öldürdüler ve kendilerini içinde su bulunmayan bir kör kuyuya attılar.
Fakat çok kısa süre sonra, “kayıp” edilen bu üç Kıbrıslıtürk için aramalar başlamıştı – böylece bu üç Kıbrıslırum, o kör kuyuya attıkları üç Kıbrıslıtürk’ün naaşlarını çıkardılar ve onları başka bir yere götürüp gömdüler. Nereye gömdüklerini bilmiyoruz. Gömü yerini değiştirdikleri için, Topçuköylü “kayıplar”ın nereye gömülmüş olduğunu bulmak çok zor oldu ve hala bu ikinci gömü yeri ve onlardan geride kalanlar bulunamadı...
Bu üç Kıbrıslıtürk’ün ailelerini tanırdım ben, ne çok acı çektiklerini biliyorum...
Fakat bu üç Kıbrıslıtürk’ü Ocak 1964’te öldürmüş olan o üç Kıbrıslırum’un başına neler geldi bilir misiniz? Aradan yıllar geçse de hakettiklerini bulduklarını göreceksiniz... Bunlardan birinin her iki oğlu da öldü... Bu kendisinin ölmesinden beterdi... İki oğlunu da kaybettiği için çok acı çekti.
Bir diğeri tek başına öldü ve ölüsünü buluncaya kadar aradan günler geçti... Ölü bedeni olduğu yerde eridi çürüdü...
Üçüncüsü ise şekeri olduğu için her iki bacağını da kestilerdi...
Bu üç kişi, hiçbir zaman ortadan kaybettikleri bu üç Kıbrıslıtürk’ün bulunması için hiç yardım etmediler, kendilerinin bu işe karıştığını inkar ettiler, bilgi sahibi olduklarını inkar ettiler. Ancak Trikomo ve civar köyden olan köylülerimiz onların ne yaptığını biliyordu...
Onların ne haltlar çevirdiğini bilenler, bu üçünün başına gelenleri öğrendikleri zaman “Bu karmadır” dediler...
Trikomolu bu üç Kıbrıslırum şimdi hayatta değildirler.
Hayatınızda iyi şeyler istiyorsanız, iyilik yapacaksınız. Kötülük yaparsanız, sizin de başınıza kötü şeyler gelecektir...
Size anlatmak istediğim diğer öykü, Karpaz bölgesinden bir başka köyden, Ardana köyündendir... Bu köyde yaşlıca bir Kıbrıslırum kadın vardı, torunuyla birlikteydi... Bir Kıbrıslıtürk gidip bu kadına tecavüz etti... Yaşlı kadın torununu sakladıydı... Torunu yalnızca 7 yaşlarında bir kız çocuğuydu... Torunu ninesinin başına gelenleri görünce çığlık çığlığa ağlamaya, bağırmaya başlamıştı... Ninesine tecavüz eden o Kıbrıslıtürk, bu kız çocuğunun boğazını keserek kızcığı öldürdü... Nine hayatta kaldı... Çocuk hayatta kalamadı...
Peki ya o Kıbrıslıtürk’e ne oldu dersiniz?
Bir gün motosikletiyle bir yere gidiyordu, bir kamyonun arkasındaydı...
Kamyonu geçmeye çalışırken, kamyonun arkasındaki bölüm aniden açılmış ve bu adamın kafası kopmuştu! Böylece öldü, tıpkı o küçük kız çocuğunu nasıl öldürdüyse, kendisi de aynı şekilde öldü bu adam...”
Bu Kıbrıslırum okurumuza anlattıkları için teşekkür ediyoruz... Bu konudaki araştırmalarımızı sürdürmekteyiz...
Benzer pek çok öykü dinledim, Dohni’nin katilleri, Palekitre’nin katilleri, başka bölgelerin katilleri ve akibetleri hakkında...
Bizler bu adanın insanları olarak “korkularımızı” ve “küçük çıkarlarmızı” aşarak doğru düzgün bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kurarak tüm bu yakıcı insancıl konuları çözmeye çalışmayı başaramadığımız için, bu “karma” öyküleri sık sık karşımıza çıkmaktadır.
Maalesef bu adanın insanları olarak “korkularımızı” aşarak böylesi katilleri mahkemelere çıkarıp onları cezalandırmayı başaramadığımız için böylesi “karma” öykülerinde “teselli” bulmaya çalışıyoruz bazan...
Adalet, insaniyet ve barış için çalışmaksızın bir geleceğe sahip olamayız... Yalnızca kendi toplumumuz için değil, bu adanın bütün toplumları için bunu yapmak zorundayız...
Kıbrıslırum okuruma, benimle bildiklerini paylaştığı için çok teşekkür ediyorum...
Trikomo’dan “kayıp” edilmiş olan üç Topçuköylü Kıbrıslıtürk, Fuat Gülali, İsmail Mustafa Balcı ve Ahmet Ali Osman’ın gömü yerini hala aramaktayız... Onların öykülerini yıllar önce bu sayfalarda yayımlamıştık...
Bu konuda bilgi sahibi olan okurlarımı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı cep telefonumdan beni aramaya davet ediyorum.... CYTA numaram 00 357 99 966518’dir. İsteyen okurlarımız 181 ihbar hattından Kayıplar Komitesi yetkilileriyle de temasa geçebilirler...
İnsaniyet adına bildiklerimizi paylaşırsak eğer, bir nebzecik de olsa ilerleme kaydedebilir, “kayıp” yakınlarının acılarına birazcık merhem olabiliriz...
HAVVA HANIM’IN ANLATTIKLARI...
Ocak 2010’da yani bundan 12 sene önce, Topçuköylü üç “kayıp”tan biri olan İsmail Mustafa Balcı ya da İsmail Balcıoğlu’nun sevgili kızı Havva Yılsev hanımla röportajımız bu sayfalarda yayımlanmıştı... O günlerde yazdıklarımızın bir bölümü şöyleydi:
“...Havva Hanım, sevgili babacığı İsmail Balcıoğlu’dan olağanüstü bir sevecenlikle, gözleri dolarak bahsediyor. Şu anda hayatta en çok istediği şey, babasından geride kalanların bulunması...
“Nerede olduğunu bilen Kıbrıslırumlar varsa ve söylerlerse, inan dünyaları bize vermiş gibi olacaklar! Onlara çok müteşekkir olacağız” diyor...
Havva Hanım’ın sevgili babacığı İsmail Balcıoğlu, 31 Ağustos 1924 tarihinde doğmuş. İngiliz sömürge döneminde “auxillary” yani yardımcı polis olarak görev yapıyormuş. Bölgede “Balcı İsmail” olarak biliniyormuş. Fatma Hanım’la evliymiş ve sekiz çocukları varmış. Okumayı çok seviyormuş. O kadar ki “kayıp” olduğunda, geride bavullar dolusu kitap bırakmış... İngiliz üslerindeki işine gidip gelmek zor olduğu için Mağusa’da ev kiralıyormuş ve ancak haftasonları köye, evlatçıklarının yanına dönüyormuş... Şimdi kimi zaman Havva Hanım, babasının Mağusa’da o günlerde kiraladığı evi gördüğünde fenalaşıyor... Haftasonları köyüne her dönüşünde sekiz çocuğunun her biri için, onların sevdikleri şeyleri getirirmiş. Her biri ne seviyorsa onu...
O gün yani 2 Ocak 1964’te bir kez Trikomo’ya (Yeni İskele) gitmiş... Oradaki bir Kıbrıslırum arkadaşı ona, köye gelip dizel alabileceklerini söylemiş. Bu arkadaşı demircilik yapıyormuş ve adı da Yorgos imiş... Havva Hanım’ın annesinden duyduklarına göre, o gün veya bir önceki gün bazı Kıbrıslıtürkler üç papazı öldürmüşler, bu yüzden İsmail Balcı’nın Kıbrıslırum arkadaşı, ortalık daha fazla karışmadan ihtiyaçları olan petrolü benzinciden almalarını önermiş.
Böylece İsmail Balcıoğlu, köylüsü Ahmet Ali Osman’ın TBU64 plakalı kamyonuyla Trikomo’ya aynı gün tekrar gitmiş. Fuat Gülali de onlara katılmış çünkü tarlada kullandığı tarımsal bir alet bozulmuş, ona parça almak istiyormuş. Köylülerin ihtiyacı olan yiyecekleri almışlar ve en son benzinciye gitmişler. Petrolina Benzin İstasyonu’nun sahibi Kıbrıslırum, aynı zamanda sütçülük de yapıyormuş ve benzincinin arkasında bir de mandra varmış... İsmail Balcıoğlu, Ahmet Ali Osman ve Fuat Gülali, işte en son bu benzincide görülmüşler ve ondan sonra “kayıp” edilmişler. Aralarından birinin mandradan kaçmaya çalışırken öldürüldüğü de anlatılıyor... Hem kamyon, hem de bu üç Kıbrıslıtürk, “kayıp” edilmiş...
İsmail Balcı “kayıp” edildiğinde sekiz çocuğundan en büyüğü Meryem 13 yaşındaymış, zühre 12 yaşında, Mustafa 11 yaşında, Engin 18 yaşında, Feridun 7 yaşında, Emel 5 yaşında, Metin 3 yaşında imiş. Fatma Hanım on gün kadar önce doğum yapmışmış ve 10 günlük bebeciği Ahmet de öksüz kalmış...
Ahmet Ali Osman “kayıp” edildiğinde 35 yaşındaymış ve Şefika Hanım’la evli olup beş çocuğu varmış: Abbas 11 yaşındaymış, Kamil 9 yaşındaymış, Naile 6, Jale 3 yaşındaymış ve Ali ise ikibuçuk aylık imiş. Kamil Ahmet yıllar sonra 22 Temmuz 1974’te savaşta öldürümüş...
Fuat Gülali ise “kayıp” edildiğinde 24 yaşında ve bekarmış...”
(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler – Sevgül Uludağ – 21.1.2010)