Tübingen Üniversitesi master öğrencilerine “Kayıplar”ı anlattık…

Sevgül Uludağ

Almanya’nın Tübingen Üniversitesi’nde “barış ve çatışma çalışmaları” alanında master yapmakta olan bir grup master öğrencisine “Kayıplar”ı anlattık.

Lefkoşa’da Yeşil Hat üzerindeki Dayanışma Evi’nde master öğrencilerine Yenidüzen ve Politis gazetelerinde “kayıplar” konusundaki yazılarımızı, “kayıp” yakınlarının duygularını, okurlarımızın gerek “kayıplar”ın nerelerde gömülü olabileceği konusunda, gerekse Kıbrıs’ın “anlatılmamış hikayelerini” anlatmakta oynadıkları önemli rolü aktardık.

Bir power point sunuşuyla birlikte okurlarımıza Muratağa-Atlılar-Sandallar, Palekitre, Aşşa ve benzeri katliamlarda yaşanmış olanları, iki toplumdan “kayıp” yakınlarının oluşturduğu “Birlikte Başarabiliriz” örgütünün faaliyetleri ve Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıplar”ın öykülerini aktardık.

Almanya’dan çeşitli kurumların her dönem adada barışı savunanları desteklediğini anlattığımız öğrencilere, FES ve Heinrich Böll Vakıfları ile Goethe Enstitüsü’nü ve Alman-Kıbrıs Forumu’nu örnek gösterdik.

Avrupa ülkeleri arasında iki toplumlu çabaları senelerdir en sağlam biçimde destekleyen sivil örgütlenmelerin Almanya’dan olduğunu, “garantör” rolü olmasına karşın İngiltere’nin dahi Almanya kadar iki toplumlu barış hareketine destek vermediğini anlattık.

Bir anma merkezine dönüştürülen ve federal eğitimin parçası olarak faaliyet gösteren Osthofen Toplama Kampı’nda “kayıplar”la ilgili düzenlediğimiz sergi ve verdiğimiz seminer, Heinrich Böll Vakfı’nın Berlin’deki merkezinde düzenlemiş olduğumuz sergi ve panelden örnekler verdiğimiz master öğrencilerine “Gerçeğin Rengi” başlıklı sergimizin de Goethe Enstitüsü tarafından desteklenmiş olduğunu anlattık, sergiden resimler gösterdik.

Tübingen Üniversitesi master öğrencileri sunuşumuz ardından sorular sordular ve bunları da yanıtladık…

Öğrenciler özellikle Almanya ile Kıbrıs’ta yaşananlardan karşılıklı olarak neler öğrenilebileceği üzerinde durdular – “Almanya, Kıbrıs’tan neler öğrenebilir? Kıbrıs, Almanya’dan neler öğrenebilir?” sorusuna karşılık, Almanya’nın geçmişle yüzleşme konusunda çok yol katetmiş olduğunu oysa Kıbrıs’ta henüz işin başında olduğumuzu aktardık, bu konuda Alman sivil toplum hareketiyle yapmış olduğumuz ortak çalışmalardan örnekler verdik.

Bir anı merkezine dönüştürülmüş olan Osthofen Toplama Kampı’nın olduğu gibi korunarak öğrencilere burada eğitim verildiğini, bu merkezin direktörü Uwe Bader’in FES’in desteğiyle adamıza gelerek iki toplumdan “kayıp” yakınlarının oluşturduğu “Birlikte Başarabiliriz” örgütünün düzenlediği seminere katıldığını ve deneyimlerini aktardığını belirttik.

Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın Almanya’da geçmişle yüzleşme konusunda yıllardır yapılmakta olan çalışmalardan çok şey öğrenebileceğini anlattığımız öğrenciler, savaş suçu işlemiş olan Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın durumunu da öğrenmek istediler.

Bu konuda Kıbrıs’ta herhangi bir süreç bulunmadığını, Kıbrıs’ta yalnızca ateşkes koşulları bulunduğunu aktardığımız öğrencilere, “İki toplum oturup savaş suçu işlemiş olanlar hakkında neler yapılabileceğine birlikte karar vermelidir. Henüz o noktada değiliz çünkü ortada bir anlaşma yok, yalnızca ateşkes koşulları var” dedik.


SOSYAL MEDYADAN GÜNCEL…

 

1974’te babasını kaybeden Harper Orhon’un yazdıkları, sosyal medyada geniş yankı yarattı…

 

“Zor olan barıştır… Ben barışı seçiyorum…”

 

1974’te savaşta babasını kaybeden Harper Orhon’un yazdıkları, sosyal medyada geniş yankı yarattı. Rumca ve Türkçe olarak Aziz Ener tarafından sosyal medyada paylaşılan ve daha sonra yaygın biçimde paylaşılmaya başlanan Harper Orhon’un “Zor olan barıştır” başlıklı yazısı şöyle:

“1964’te doğdum. 6 yaşına kadar her odasında bir ailenin kaldığı bir evdi… Su yoktu, dışarıdaki çeşmeden tenekelerle eve taşınıyordu sular.

1974’e kadar annem elimizden tutar, Kaymaklı’daki yıkık evimize götürürdü bizi. Rum barikatından geçerek.

Babamın bir Limnidi’ye tatile gittiğimizde, bir de sünnetimde hatırlarım askeri elbise giymediğini. Gözlerimi kapatıp babamı düşündüğümde hep askeri elbiseleri ile gelir aklıma. Sesini hatırlamıyorum bile, ne de kokusunu…

Dedem işini 1963 olaylarında kaybetti sonra da ver elini İngiltere, ekmek için… 1972’de geldi felçli olarak Kıbrıs’a ve burada bir ay yaşadı.

1974’te babam savaşın ilk şehidi oldu. Mücahit komutanıydı. Öğretmendi, ehliyet müfettişi idi, tarihçiydi.

Taşındık, mahallemizde bizler gibi eşlerini babalarını kaybetmiş onlarca insan vardı.

Ben savaşın en acısını gördüm. Göç de ettim, kan da verdim, can da.

Şimdi bana Rum tarafında araçlara zarar veriliyormuş diye barış istemeyenler var. Veya bunu bahane ediyorlar.

Kimse bana barışın çok kolay olduğunu söylemesin. Kolay olan küsmektir, kavga etmektir, masayı devirmektir. Zor olan BARIŞ’tır. BARIŞ’ı yaşatmaktır. YAŞAMAKTIR BARIŞ, ÖLÜM İSE SAVAŞTIR.

BEN BARIŞ’I SEÇİYORUM, ZOR OLDUĞUNU BİLİYORUM…”

NİLGÜN ECVET ORHON’UN YAZDIKLARI…

Harper Orhon’un kız kardeşi Nilgün Ecvet Orhon ise daha önce sosyal medya paylaşımlarında şöyle yazmıştı:

“Bu fotoğrafa iyi bakın...

Bu bizim dördümüzün tek fotoğrafı...

O yüzden çok kıymetli...

Biz başka fotoğraf çektiremedik dördümüz bir arada, vaktimiz olmadı... Hep üç ve eksik kaldık....

Şimdi fotoğrafları eksik kalmayıp, ganimetten da nemalanıp, şehitlerin omuzlarına da basarak bir yerlere gelenler elbette tuzu kuru olanlardır... Bu mandıra düzeninden fayda görenlerdir....

Ben 12 yaşımda idrak ettim savaşın ne b..k bir şey olduğunu... Çok acı idrak ettim hem de.... Kimseden nefret etmeden, savaşta babasız kalan Türk ve de Rum, bütün çocukların acısını yüreğimde hissederek, daha o yıllarda savaş karşıtı oldum...

İşte bu nedenle ne kendi ülkemde ne de dünyanın herhangi bir yerinde savaş olmasın, insanlar ölmesin, çocuklar babasız kalmasın... Hep fotoğraflar eksiksiz olsun isterim....

Bunun için beni kınayanlar olabilir... Herkes dilediğini düşünmekte serbesttir....

Ben ülkemde garantör istemiyorum... Ben ülkemin bütününde, barış koşullarında yaşamak istiyorum...

Ben ülkemi kendim yönetmek istiyorum...

Savaş olmamasının tek yolu barıştır...

Bunu istediğim için beni kınayacaksanız kınayın... Ben de barış istemeyenleri kınıyorum…

Annem bizi büyüttü... İyi de büyüttü, okuttu... Babamızın yokluğunun hüznünü yaşamamamız için elinden geleni yaptı... Kolay çocuklar değildik ama başardı...

Sonuçta bu güne ulaşabildik sayesinde... Hala da eli üzerimizde her sıkıntımızda...”