Seçim bitti, partilerin aldıkları oy oranları, kazanan milletvekilleri belirlendi. Sonuçlar koalisyonu zorunlu kılıyor, ancak gerek ortaya çıkan aritmetik gerekse partilerin duruşları tarafların rahat sindirebilecekleri bir koalisyon seçeneği sunmuyor, olabilecek modellere ise fazla ömür biçilmiyor; bu bağlamda Pandora’nın kutusundan ne çıkacağı henüz belli değil. ‘Erken seçim’ çokca dillendiriliyor , ‘başkanlık sistemi’ ise bundan sonrasının tartışma konularından birisi olacak gibi. Şimdilerde sonuçlar değerlendiriliyor, kazananlar, kaybedenler, nedenler üzerine yorumlar yapılıyor. Topun ağzındaki parti ise CTP ve doğal olarak lideri Tufan Erhürman. Bir önceki seçimlere göre ciddi oy kaybına uğrayan, beklentilerin gerisinde kalan CTP kritik bir dönemeçte. Soru bu kritik dönemecin nasıl aşılacağı, kırılıp dökülmeden, nasıl toparlanılabileceği. Bu yazı bu soruya dışardan bakan bir gözün gördüklerine ve izlenimlerine dair notlar.
Gelenek dışından bir lider: Tufan Erhürman
Tufan Erhürman CTP’ye ‘Birleşik Güçler’ yapılanmasıyla kontenjan adayı olarak girdiği ve milletvekili seçildiği güne kadar akademisyen-yazar ve entelektüel kimliğiyle öne çıkıyordu; yaşamla ve siyasetle olan ilişkisi buradan şekilleniyor, belagati ve üretkenliği toplum indinde ona ayrı bir saygınlık kazandıyordu. Sol duruşu, solun sorunları üzerine kafa yorması, yazılarında ve çeşitli platformlarda konuyla ilgili ortaya koyduğu görüşleri ise onu doğal olarak sol siyasetle yakın kılıyordu. Buradan bakıldığında Erhürman’nın CTP saflarına katılımı, partinin genel karakteriyle olduğu kadar, genişleme ve yenilenme perspektifinin arayış ve talepleriyle de örtüşüyordu. Nitekim bu katılım hem partide kabul gördü hem de toplumda olumlu karşılık buldu. Erhürman isminin 2013 seçimlerinde elde edilen başarıya katkı yaptığı, geniş bir kesimin ortak görüşü olarak dillendirildi. Tufan Erhürman sadece milletvekili seçilmekle kalmadı, gösterdiği performansla da dikkat çekti. O kadar ki CTP geleneği dışından gelmiş olmasına rağmen kısa sayılacak bir süre içinde önce parti genel sekreteri oldu ve sonrasında ismi lider adayı olarak gündeme geldi. Bu durum geleneklerine bağlı siyasi bir parti olarak CTP tarihinde bir ilkti ve bu ilk, Kasım 2016’daki 26.Olağan Kurultay’da tek aday olarak girdiği seçimde parti genel başkanı seçilmesiyle gerçekleşti. Ne var ki bu sürecin süt liman bir ortamda yaşandığını söylemek de mümkün değildi..
Bir garabet: ‘Bıyıklılar-Bıyıksızlar’ Tartışması..
CTP-BG’nin 2013 seçimlerinden %38.38 oy oranıyla birinci parti çıkması ve 21 milletvekili kazanması, ilk etapta genişleme-yenilenme mayasının tuttuğunun işaretiydi. Keza yine bu seçimde genç kadrolardan yeni isimlerin seçilmesi ve daha etkin konumlara gelmeleri, parti içinde yeni bir dinamizmin de göstergesiydi. En azından dışardan görünen buydu. Ancak bu cicim ayları çok sürmedi. CTP’nin büyük ortak olarak yer aldığı koalisyonlardaki iktidar serüveni sıkıntılı oldu, bu süre zarfında siyasi performans hanesine başarılardan çok başarısızlıklar yazıldı. Buna siyasetin makro sorunu olan ‘çözüm süreci’ ile ilgili olumsuzluklar da eklenince sıkıntı daha da büyüdü. Bu yolda ciddi bir seçenek olarak görülen umudun partisi CTP, gelinen aşamada toplumun geniş kesimlerini kuşatan umutsuzluğun sebebi haline dönüşmeye başladı. Arkasındaki toplumsal destek giderek erezyona uğrarken, aynı anda kendi içinde varlığı hanidir hissedilen sıkıntılar, yıpratıcı bir tartışmaya -daha çok çatışmaya- dönüşerek aşikâr hale geldi. Asıl ilginç -daha çok hazin- olan ise bu tartışmaların/çatışmaların mahiyetiydi. Partinin sol çizgisinin sorgulanıyor görüntüsünün altından, fikri temeli ve düzlemi olmayan, hamaset ve ‘bıyıklılar-bıyıksızlar’ metaforik ayrışmasından ibaret bir kakafoninin çıkması, yaşanan garabeti yeterince açıklıyordu. Bu süreçte bir başka büyük travma ise, üç büyük belediyenin kaybedilmesine yol açacak kerteye varan ve artık gizlenmesi mümkün olmayan -kamuya mal olan- iç kavgalar, kirli oyunlar, kırgınlıkların yaşanmasıydı. İşte Tufan Erhürman böylesi bir dönemde parti başkanı oldu. Zor bir görev üstlendiğinin farkındaydı, bunun iç huzursuzluğunu da yaşıyordu, ancak hem parti içinde toparlayıcı olmak ve hem de ‘yeni bir başlangıç’ yapmak adına, bir bakıma ateşten gömleği sırtına geçirdi. Parti başkanlığına adaylığı kesinleştikten sonra ilk röportajını verdiği Yenidüzen Gazetesi’nde Cenk Mutluyakalı’nın sorularını yanıtlarken ‘yeni bir başlangıç’a, parti içi sorunların giderilmesinin gerekliliğine ısrarla vurgu yapıyor, CTP’nin kamusal politikalarını ise ‘haysiyet’-‘adalet’-‘üretim ve hizmet’ olmak üzere üç başlık altında somutlaştırıyordu. Özetle Tufan Erhürman, genel başkan seçildiği günden 7 Ocak seçimlerine gidilirken, iktidar ortağı olduğu dönemlerden muhalefette bulunduğu dönemlere kadar geçen süre boyunca, gerek iç siyasette ve gerekse ‘çözüm süreci’nde, siyasi performansı ile beklentilerin altında kalan CTP’nin ve de partideki iç hesaplaşmaların ağır yükünü de omuzlamış oluyordu. Hal böyle olunca, ‘yeni bir başlangıç’, parti içi sorunların aşılması, küskünlüklerin giderilmesi ve toplum nezdinde yitirilen güvenin yeniden kazanılması konusundaki çabalar ve açılımlar yetersiz kaldı. Bütün bunların karşılığı ise 7 Ocak’ta ortaya çıkan ve hayal kırıklığı yaratan seçim sonuçları oldu.
Bundan sonra ne olacak?
Bir önceki seçimde aldığı %38.38 oy oranından %20.97’ye gerileyen CTP’nin başarısız olduğu aşikârdı. Böylesi bir durumda eleştiri oklarının öncelikle lidere ve parti siyasetine yönelmesi de doğaldı. Beklendiği üzere gerek içerden ve gerekse dışardan bu eleştiriler yapılıyor, yapılacak. Bütün bunlar CTP’nin bundan sonraki siyasi, ideolojik ve yapısal hüviyetine ne biçimde yansır, lider değişimi olur ya da yeni bir üst yönetim oluşturulur mu veya kimilerince dillendirilen ‘aslına dönmek’ talebi öne çıkar mı, önümüzdeki dönem gösterecek. Ancak şu da var ki, CTP şimdiden itibaren hem kendi içinde hem de kendi dışındaki eleştirileri ve talepleri karşılayacak, toparlanıp yeniden ayağa kaldıracak yanıtlar üretmek zorunda.
Seçimde beklenen başarının yakalanamamasında eleştiri oklarının öncelikle lidere yönelmesi doğal olmakla beraber, şu da var ki, yukarıda özetlenen siyasi serüveni göz önüne alındığında, CTP’nin irtifa kaybının çok daha fazla olabileceği gerçeğine rağmen, gerilemenin %20.97 oranında durdurulmasında Tufan Erhürman ismi öne çıkarmaktadır. Eğer bu doğruysa özellikle parti içinde yaşanan kırgınlıkların huzursuzlukların aşılmasında , uzlaşmanın sağlanmasında, ortak aklın inşasında, bu hesaplaşmaların dışında duran, toparlayıcı Tufan Erhürman liderliğine hâlâ ihtiyaç vardır. Ancak bu Erhürman’ın yalnız başına kaldırabileceği bir yük değildir; buna eski başkanlardan başlayarak partiyle özdeşleşmiş isimlerin hiçbir gizli hesap yapmadan, alınganlık krizine düşmeden sorumluluk üstlenerek omuz vermeleri de gerekmektedir. Aynı sorumluluk gençler tarafından da paylaşılmalı, eleştiri ve görüşler, içi boş ‘bıyıklı-bıyıksız’ metaforu üzerinden değil yaratıcı ve dinamik fikri bir zeminde üretilerek gündeme getirilmeli, katkılar buradan yapılmalıdır. Bu süreçte kucaklayıcı olmak, hoşgörü ve özveri göstermek, yapıcı tavır sergilemek bütün kesimlerin ortak kaygıları olmalı, bu konuda azami gayret sarfedilmelidir.
Bu noktada bir başka önemli husus, kimilerince yeni siyasi rota olarak önerilen ‘aslına dönmek’le, daha genel bir ifadeyle CTP’nin sol kimliği üzerinden sürdürülen tartışmaların mahiyeti ile ilgilidir. Aslında bu yeni bir durum değil, bu türden tartışmalar -kimi zaman partiden kopmalara varacak kadar- az ya da çok uzun süredir gündemde. Bütün bunların haklı gerekçelerinin olduğu da söylenebilir. Dünyada sosyalist bloğun yıkılmasından sonra solun evrensel ölçekte yaşadığı krizin ise burada ayrıca etkisi var. Yeni dönemde değişimi dayatan dinamik sürecin dünya solunu krize soktuğu aşikâr. Başka bir ifadeyle eski dönemin ideolojik hatları keskin, kendi mutlak hakikatine mahkûm, dünyayı buradan okuyan içine kapalı geleneksel, reaksiyoner sol siyasal/ideolojik anlayışıyla; yeni dönemin ucu açık ideolojisi, hakikatin çoklu yapısına müdahil karakteri ve kendi dışına genişleme perspektifi taşıyan , dünyayı buradan anlamaya ve buradan siyaset üretmeye çalışan aksiyoner yeni sol siyasal/ideolojik anlayışı arasındaki gerilimli ilişki, dünya solunun da meselesi. CTP’nin sınırları belirgin ‘kendi aslı/özü’ ile (eski CTP ile), kendi sınırları dışına doğru genişleyerek kitleselleşen ‘kendi aslından taşan’ (yeni CTP) üzerinden sol adına yapılan tartışmalar da solun evrensel sorunun bir biçimde yansıması olarak görülebilir. Şimdilerde yeniden alevlenen bu tartışmalardan hareketle herhalde CTP’nin yapması gereken kurum, anlayış ve siyaseten kendini yeniden ayağa kaldırmak adına yolunu belirleyecek olan soruyu sorması ve bunun yanıtlarını vermesidir.
CTP’nin sorusu: ‘Ne yapmalı mı?’, ‘Neler yapılabilir mi?’
Bu soruların her biri sol olarak da CTP’nin koordinatlarını belirleyecek mahiyettedir. Şundan: Kendi başına ‘ne yapmalı?’ sorusu, emir kipi taşıyan, yapılması gerekenleri dayatırken aynı anda yapılmaması gerekenleri de işaret eden, bir başka ifadeyle kendini yasaklarla sınırlayan bir sorudur. Buradan bakınca bu soru yapılması gerekenlerle yapılmaması gerekenleri baştan belirleyen, reçetesi hazır bir sorudur; sınırları keskindir, mutlakçı bir yanı vardır, kendisiyle sınırlıdır. Bu kapsamda yapılması gereken şeylerin idealize edilmesi ya da ateşli söylemlerin şehveti, kendinden başkasına geçit vermediği sürece, hayatın kendinde içkin dinamik akışkanlığını, sunduğu imkânlar ve ihtimaller çokluğunu karşılamaktan uzak kalır. Haliyle hayata müdahil olma, onu değiştirme gücü sınırlıdır. Özcü siyasal/ideolojik/düşünsel yaklaşımlar tam da böyledir, kendileriyle sınırlıdır, kendileri kadardır, tek boyutludur.
‘Neler yapılabilir?’ sorusu ise yasaklayan değil, hayatın dinamik değişkenliğinin sunduğu imkân ve ihtimalleri karşılayan, ona müdahale imkânı veren, doğurgan sorudur. Kendi sınırlarını aşan, genişleyen, farklılıkları bir arada barındıran, diyaloga açık alanlar yaratan sorudur. Siyasal/ideolojik/düşünsel düzlemde özcü olmayan, hayata ve dünyaya değişim ve dönüşümü esas alan ‘oluş perspektifi’nden bakan anlayışın sorusudur bu. Bu bağlamda evrensel ölçekte yeni solun sorusudur ve onu kendi sınırlarından öteye taşıyan, hayata müdahil kılan, söylem şehvetinden uzak, yaratıcı ve yapıcı, sürekli bir ‘oluş süreci’ içinde çok boyutlu karakter kazandıran işte bu sorudur.
CTP’nin bundan sonra izliyeceği yol kendine soracağı bu soruların tercihiyle doğrudan ilişkilidir ve herhalde bu tercih, tek başına onu kendi içine kapatacak, yasaklayıcı ‘ne yapmalı?’ sorusuna saplanıp kalmak değil, ona alan açacak ve kendi dışına doğru genişlemesini sağlayacak ‘neler yapılabilir?’ sorusu olmak gerekmektedir. Geçmiş deneyimler de göz önüne alındığında bunun zorlu bir süreç olacağı aşikârdır. Öyledir çünkü buradan teslimiyete doğru evrilmek, karşıtlarıyla benzeşmek de mümkündür. Bu nedenledir ki, ayar tutmayan bir ilkesizlik içine düşmemek, aksine cesareti ve dirayeti, yaratıcı zihinsel çabayı teşvik eden, hareket alanı açan tutarlı bir ilkelilik halini gözetmek esas olmalıdır. Buradan bakınca Tufan Erhürman’dan başlayarak , en tepeden en alta CTP’nin tüm etkin unsurları kişisel ihtirasları, küskünlük ve kırgınlıkları ve de ‘söylem şehvetinden’ ibaret güya ‘sol’ tepişmeleri zerre kaldıramayacak ağır bir sorumluluk altındadır. Başta ‘çözüm süreci’ olmak üzere hayatın her alanını kuşatan sorunlar ve bugün itibarıyla gelinen aşamada varoluşsal ölçekte tehdit yaratan siyasal/toplumsal tablo bu sorumluluğun ağırlığını daha da artırmaktadır.
Unutmamak gerekir, neredeyse yarım asırlık mazisi olan ve ülke siyasi hayatında belirleyici rolü olan CTP sadece kendisinden ibaret değildir, kendisinden fazlasıdır, fazlası olmalıdır..