Neriman Cahit
Tufan Erhürman, çok saygı duyduğum, çalıştığı dallarda çok başarılı bir ‘anlatım geleneği’ oluşturmuş bir yazarımız... Daha da ileriye giderek:
“Sanatsal ve toplumsal nitelikte çalışmalar yapan bir değerimiz…” demek gerek…
Son dönemde iki yeni kitap çıkarmış…
Böylece de (16.) kitabına da imza atmış oluyor. Eserlerinin tümü de ‘Işık Kitabevi’nce çıkarılmış… Yeni kitapları sırasıyla:
• “100 Soruda 2014 Anayasa Referandumu…
(Geçici, 10’uncu Madde Tartışmaları ile Birlikte…) Ve,
• Kıbrıslı Türklerin Halleri… (İki…)
YAŞAM ve TARİHİN YANSIMASI…
Tufan Erhürman, günceli, kendine özgü metotlarla açıklamaya yönelik çağrışımlarının zenginliği, belli olayların yinelenmesinin bellek tazelemesiyle… Okur için daha kolay kavranılır bir duruma getiriyor…
Sadece dünyada değil, ülkemizde de, neredeyse – her gün – durmadan değişen “olaylar ve gerçekler” insanımızı şaşkına çevirirken… Tufan gibi yazarların, bunları toparlayıp, okuruna sunması, inanın ki, bir toplumsal artımızdır…
Bu kitapları her Kıbrıslının… Hatta, burada yaşayan her insanın okuması, yorumlaması ve kendi yaşamının uygun anlamlarına yerleştirerek yorumlaması… Çevresine de örnek olması gerekiyor…
Geçen gün, gazeteye gelen bir ziyaretçiyle konuşurken, acı acı şikâyetleri Tufan’ın kitabını getirdi aklıma ve ona:
Çocukluğunu cebine koy ve ötesini hemen unut… Şikayeti sayfalarından çıkar…
Çünkü…
Sahip olduğun tek şey çocukluğundur…
Dedim…
***
Bize gelince:
Her kesimin, kendi yaşamını, önyargılarını ve hayallerini ‘gerçeklik’ sandığı: Kendini tanımaktan kaçan bir toplum durumuna geldiği bir dönemde: Tufan Erhürman ve onun gibi donanımlı kişilerin kitapları okunmalı… Kişiler, kendilerini sorgulayarak, topluma çekidüzen verecek şekilde düzenlemeli hayatlarını…
Şartları ne olursa olsun…
Temelsiz ve sadece ‘kişilere özel, propagandalara dayalı kolaycılık’ bir kenara bırakılmalıdır…
***
Artık açıkça görülen gerçeğin altı halkımız tarafından kalın çizgilerle de çizilip, ona göre yürüdüğünüz yol yeniden çizilmeli:
Çoğumuzun izlediği ideolojik çizginin giderek bir yandan nasıl Popülist ve oportünist bir siyasete yol açtığı görülebilmeli…
“Anlama çabası” ancak demokrat bir zihniyete dayandığı sürece, bizi gerçeklere yaklaştırır… Çünkü, “ANLAMAK” bir etkileşim sürecine muhtaçtır… Ve…
Hem farklı kişi ve grupların farklılıklarını koruyarak, kendilerini diğerlerine açmalarını… Hem de bu farklı unsurların birlikte var olma iradelerini gerektirir…
***
Alın, okuyun göreceksiniz…
Bu konularda: Tufan Erhürman’ın:
• “100 soruda 2014 Anayasa Referandumu – Geçici 10’uncu Madde İle Birlikte…”
• “Kıbrıslı Türklerin Halleri – iki –
• Öz Eleştiri Denemeleri”nin size çok yararlı katkıları olacaktır…
***
Sevgiyle…
----------------------------------------------------------------------
Bir Ülkede…
GERÇEK SANAT…
Hani, kırk yıllık arkadaşımdı… Ara sıra görüşsek de seviyorduk birbirimizi. Yanında ‘genç bir sanatçı!’ da vardı… Arkadaşımın uzaktan akrabasıymış. “Bir gün Hocanıma gidelim” diye sürekli istediği için gelmişler… Gencecik bir kız… Üniversiteye gidiyormuş…
Genç kız hayli dertli: O, sanatı, özellikle de şiiri ve müziği çok sevdiği halde, ailesi sürekli karşı duruyor:
“Şimdi, sanatın sırası mı?” diye de onu azarlıyorlarmış… Hele ülke bir düzlüğe çıksın, işler biraz düzelsin de sanata sonra sıra gelirmiş… Doğal olanı da buymuş!
- Yani ailen – birçoğu gibi – sanatın bir ülkeyi düzlüğe çıkarmanın en etkili yol olduğunu düşünmüyorlar…” dedim.
Neredeyse ağlayacak bir durumda yanıtladı: Sanatı hep feda edilecek ilk kurum olarak görüyorlar… Başka yere, rahatça para harcarken, iş sanata geldiğinde hep aynı soruyu soruyorlar:
- Şimdi sanatın sırası mı?... Hele, bir ortalık düzelsin… Memleket düzlüğe çıksın!..
AMA…
Bu ülkenin – yarım da olsa – her düzlüğe çıkışının, kısa ömürlü olmasında sanata, bir türlü yeterince sıra gelmemesinin payının da bulunabileceğini hiç düşünmediler… Düşünmüyorlar…
Bir yerde okumuştum: 1945’de daha İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği yıl… Avrupa’da ister yensin isterse yenilsin: Yıkılan Kamu yapılarının onarımında hangisine öncelik verilsin sorusuna:
Kendilerinin çoğunun yıkık evlerde yaşayan ‘HALKIN’ neredeyse tamamının “Opera, Tiyatro vb” yanıtlar vermesi… Bizde: “Şimdi sanatın sırası mı?” diyenlere ne kadar da yabancı kalıyor…
***
Aynı yıl Almanya’ya gelen bir ‘ABD Heyetinin’ : “Bu yıkımın altından yıllarca kalkamazsınız” raporuna karşın…
O zamanın Alman Başbakanı’nın yanıtı şu olmuştur:
“Çabuk kalkarız… Çünkü, bizim: GOETHE’miz ve BEETHOVEN’imiz var” olmuştur…
***
Çünkü onlar, biliyorlardı ki: bir bunalıma karşın, ayakta kalmanın, o bunalıma yenik düşmenin de… O bunalımdan sonrasını da çok daha iyi görebilen, düşünebilen bir kafayla adım atabilmenin de en sağlam yollarından biri: SANATTAN geçer…
SANAT ANCAK…
Sanat ancak, yaratıcılıkla var olabilmesi nedeniyle her türlü ‘kısır döngünün’ can düşmanıdır… Bir tiyatrodan çıkan izleyici… Salonda, görüp duyduklarının etkisiyle, o gece boyunca, tüm yaşamını ve o yaşamın dayandığı toplumsal temelleri sorgulama gereksinimini duyabiliyorsa eğer… Bunun anlamı, o insanın, bundan böyle artık, eskimiş hiçbir masala kanmayacağıdır…
Böyle bir düzlüğe çıkışı… ‘düşündüren bir sanattan’ başka ne sağlayabilir?
***
Unutulmuş tek ama çok önemli bir nokta var:
“Bu ülkede gerçek sanat her zaman ONU yok sayanlara” karşın yapılmıştır…