Geçtiğimiz hafta bir okulumuza görevli olarak gönderilen türbanlı bir öğretmene sendika tarafından gelen tepki çok konuşuldu. Konuşulması da gerekir, olumlu veya olumsuz… Hoşgörü açısından, inanç özgürlüğü açısından, gelişebilecek tehlikeler ve “acaba bu olay olması istenen şeyin bir parçası mı!” endişesi açısından konuşulmalı…
Örneğin “Türbanlıyı yasakladığımızda onun çocuklarını nasıl kontrol edeceğiz?” şeklinde bir yaklaşım var. Yani ‘laik’ yönetimin dışındaki ve alışık olmadığımız bazı görüntülere olumsuz yaklaşıldığında şimdi Türkiye’de yaşanan islami gelişimin aynı şekilde burada da yaşanacağı söylenmek isteniyor.
***
Bir de karşı açıdan baktığımızda da şunlar söylenebilir; Modern, çağdaş, düşünce ve ekonomik olarak bağımsız bir ülkede yaşamıyoruz. Kuzeyimizdeki, bize göre dev ülke her şeyiyle olduğu gibi orada kurmaya çalıştığı ve büyük oranda da başardığı İslam modeliyle bizim toprağımızı da kontrol etmeye çalışırken “inanç özgürlüğü” deyip bu gibi gelişmeleri hoş görmek ne kadar doğru olur?
Bir zamanlar ‘Fethullah Gülen Efendi’ denen, 15 Temmuz akşamı adı birden FETÖ olan İslami örgütün, uzun zamandır Türkiye’de sağlanan imkânlarla geliştirdiği İslam düzeni henüz daha tamamıyla yok olmamışken ve aynı düzen şimdilerde çeşitli ve çok fazla tarikatlarla yaşatılmaya çalışılırken “bizden uzak” rahatlığına yatmak da hiç doğru olmaz. Çünkü gerçekten uzak değil, iç içeyiz, hatta FETÖ uzantıları burada aranıyor...
Avrupa’daki mülteci akınlarına bakıp “bizde de dışarıdan gelenler var, saygı duymak lazım, hoşgörü kültürü içinde eritiriz” rahatlığına yatmakla da iş çözülmez. Tam nüfusumuzu da bilmiyoruz ama Kıbrıslı Türkler olarak 100 bin isek ve dışarıdan da 500 bin kişi gelmişse olumsuz gelişmeleri içimizde eritiriz hatasına düşmek bizi yok etme noktasına getirir. Çünkü herhangi bir Avrupa veya dünya ülkesinde kendi nüfusunun 5-6 katı üstünde nüfus gelmemiştir.
İnanç özgürlüğü adı altında toplumdaki olumsuz aşırı gelişmeler bir gün gelir bizim de türbanlı, cübbeli hale gelmemize neden olabilecekken, Kıbrıs’ın kuzeyini dünyanın gelişmiş ülkeleriyle, Avrupa ülkeleriyle aynı kefeye koyup oraların penceresinden buradaki gelişmeleri değerlendirmek doğru olmaz.
Bu yok olma sözcüklerinin kullanılmasına da çok sıcak bakmayan olabilir ama dediğim gibi azınlık hale gelmek ve zaman içinde başka kültürlere asimile olmak, başka da bir anlama gelmiyor ne yazık ki! Bu yazıyı yazarken bütün itirazlara rağmen gümbür gümdür, aşırı yükseklikte bir sesle okunmaya devam eden ezanı dinlerken de bu düşünce güçlendirilmiş oluyor.
Belki bir okuldaki türbanlı öğretmen üzerinden yürüyüp türbana yasaklama getirmek, o kişiyi deşifre etmek, o cenaptan tepkilerin büyümesine neden olabilir ama mutlaka buna kabul edilebilir bir çözüm bulunabilir.
***
TC’nin başı Erdoğan; “İlahiyat mezunları öğretmenlik için görev almakta niye tereddüt ediyor? İlahiyat mezunları nedense öğretmen olmak için gayret etmiyor. Birçok İmam Hatip'te Kuran dersleri boş geçiyor. Din Kültürü ve Ahlak Dersi'ne hoca bulunmuyor dersem yalan söylemiş olmam. Karşımda bu mevcut durumu alt üst edecek bir nesil görüyorum. Bunu halledin. Ülkemin dört bir yanında sizi görev bekliyor” derken her şeyiyle bağlandığımızı inkâr edemediğimiz bir yerin tepesinden gelen bu isteklerin bir emir telakki edildiğini de sanıyorum hepimiz biliyoruzdur.
Çıkarma Plajı kiralanmadı mı!
Çıkarma Plajı 30 yıllığına bir şirkete kiralanacakken bu karar iptal edilmiş. Önce iptal edildiği denen karardan önce Mart 2018’de bölgenin SİT alanı kabul edildiğini Eski Eserler eski Müdürü Fuat Azimli Yenidüzen’e açıkladı. Yani SİT alanı olan bir yerde zaten inşaat yapılması mümkün değildi. Ondan önce de Meclis eski Başkanı Sibel Siber görev süresi içinde kararın iptali ve bölgenin SİT alanı olması Meclis’te oybirliğiyle tavsiye kararı üretildiğini açıkladı. Bu alınan iptal kararının da olumlu ama geç alınmış bir karar olduğunu belirterek SİT alanı kararı üretilmesini de istedi. Ancak sözünü ettiğimiz gibi Azimli bu kararın da Mart 2018’de alındığını vurguladı. Yani Kudret Özersay, kararın iptalinin Bakanlar Kurulu tarafından kararlaştırıldığını söylerken Mart 2018’de bu iptal kararının otomatik olarak alındığının farkında değildi demek ki! Şimdi başka bir açıdan baktığımızda; Tamam, oraya inşaat yapılmayacak, 30 yıllığına birilerine kiralanmayacak da orası zaten uzun yıllardır belki kalıcı inşaat yapılmadı ama zaten birilerine verilmiş durumda… Yani ona değil de buna kiralanmış yıllardır… Tarihi önemi olan yer, başka birine gitmeyecek ama orayı zaten oranın sahibiymiş gibi yıllardır kullanan başkaları var. Hani parayı vermeden denizine (bizim olan denize) giremediğiniz, hani görevlilerin askeri bölgeye giriyormuş gibi kontrol ettikleri bir idare var zaten orada… Şu anda olan durumu da iptal edebilir misiniz acaba diye Özersay’a sormak isterim.