Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Almanya’ya resmi bir ziyaret düzenledi. Bu, Erdoğan’ın son yıllarda önemli bir AB üyesine yaptığı ilk resmi ziyaret oldu. Yakın geçmişte İngiltere ve Fransa’ya gitmişse de, bu ziyaretler çalışma ziyareti idi, devlet ziyareti değil. Berlin sokaklarının Türk ve Alman bayraklarıyla süslendiği bu ziyaret, kuşkusuz, iki ülke ilişkileri açısından son derece önemlidir, çünkü yeni bir başlangıca işaret ediyor.
Bir süreden beri iki ülkenin ilişkilerinin limoni olduğu biliniyor. Türkiye’de 2017’de yapılan anayasa referandumu döneminde AKP’nin Almanya’da Türklere yönelik toplantı yapmasını yasaklayan Almanya, Erdoğan’ın sert eleştirilerine maruz kalmıştı. “Bunlar Nazi uygulamasıdır” diyen Erdoğan’a da Almanya’dan sert uyarılar gelmişti.
Şimdi, iki ülke yeni bir işbirliği dönemi başlatmak istiyor.
Ziyaretin zamanlamasına baktığımız zaman, Türk-Amerikan ilişkilerinin derin bir krize girdiği bir döneme denk gelmesi dikkatleri çekicidir. Trump yönetiminin Türkiye’ye karşı başlattığı muhalefet, Türk ekonomisine de olumsuz olarak yansıdı ve Türk lirası dolar karşısında büyük değer kaybına uğradı. Türkiye’nin zor duruma düştüğü bir dönemde, Almanya’nın Türkiye’ye yardım elini uzatması, tesadüf olmasa gerektir. İki ülkenin önemli bir ortak sorunu vardır: “Trump Sorunu...” Trump’ın ekonomik milliyetçiliği sadece Türkiye’yi değil, Almanya’yı ve diğer AB üyelerini de hedef alıyor. NATO’ya da olumsuz yansıyan Trump’ın Türkiye’ye karşıtı tutumu, Almanya ve Fransa’yı endişelendiriyor, çünkü Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasını istemiyorlar. Bunun hem ekonomik, hem politik hem de jeo-politik nedenleri vardır. Türkiye Almanya’nın önemli ekonomik partnerlerinden birdir. Ayrıca, Almanya’da üç Milyon Türk yaşamaktadır. Türkiye’nin bir başka önemi, Orta-Doğu’dan Avrupa’ya akan mültecileri Avrupa’nın giriş kapısında tutmasıdır ki, özellikle Merkel bunu çok önemsemektedir. Macron ile birlikte Fransa’nın başlattığı AB’nin savunma sistemini güçlendirme açısından da Türkiye önemsenmektedir. Fransa, Türkiye’nin jeo-politik konumundan hareketle, bölgesel sorunlar açısından Türkiye’nin AB ile işbirliği içinde olmasını istiyor.
Türkiye ise içine yuvarlandığı ekonomik krizden çıkabilmek için başta Almanya olmak üzere, AB ülkelerinden katkı beklemektedir. Örneğin, bu ülkelerden Türkiye’ye yatırım yapılması, yabancı sermayenin yurt dışına kaçtığı bir dönemde Türkiye için hayat öpücüğü olacaktır. Ayrıca, Türkiye ile AB arasında gümrük birliği anlaşmasının gözden geçirilip genişletilmesi, Türkiye’ye AB’ye daha çok mal satma imkanı tanıyacaktır.
Gelgelelim, Angela Merkel Türkiye ile yeni bir başlangıç için düğmeye basarken, Türkiye’nin insan hakları karnesinin düzeltilmesini ve demokratik uygulamalara yönelmesini istediğini sadece kapalı kapılar arkasında değil, basının önünde de söyledi. Benzer biçimde, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onuruna verdiği resmi yemekte eleştirel sözlerini esirgemedi ve Türkiye’de “sivil topluma yapılan yoğun baskılardan” ve “muhaliflerin tutuklanmasından” rahatsız olduğunu açıkça ifade etti. Nitekim, Erdoğan Almanya ziyaretinden dönerken uçakta yaptığı açıklamalarda Steinmeir’in sözlerinde alındığını söyledi. “Şık olmamıştır, misafire böyle yapılmaz” dedi ama yine de çok temkinli konuştu.
Alman yetkililerin, Alman kamuoyunda imajı olumsuz olan Erdoğan’ı başka türlü ağırlamaları zaten mümkün değildi. Alman basını ziyaret öncesinde Türkiye’de insan hakları ihlallerine sürekli olarak vurgu yaptı. Tutuklu bulunan Almanların serbest bırakılmasını ısrarla talep etti.
Sonuç olarak, bu ziyaret sadece her iki ülkenin de çıkarlarına hizmet eden bir ziyaret olmadı. Türkiye’nin yeniden AB’ye yönelmesi hem Türkiye’de demokrasi hem de Kıbrıs’ta çözüm açısından da olumlu bir gelişmedir.