Son günlerde gerek dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, gerekse dışişleri sözcüsünün yaptığı açıklamalara anlam vermek gerçekten zordur.
Kıbrıs müzakerelerinin yeniden gündeme gelmeye başladığı bir dönemde dışişleri sözcüsü Aksoy’un “Kıbrıs meselesinde federasyonla ilgili konuşacak hiçbir şey kalmamıştır” veya “egemen eşitlik temelinde bir çözümün konuşulmasının zamanı geldiğine inanıyoruz” türünden açıklamaları, Kıbrısla ilgilenen uluslararası kamuoyunda şaşkınlık yaratıyor.
Benzer açıklamaları bizzat Çavuşoğlu da yapmaya başladı. “Bizim tabii ki burada önceliğimiz federasyon dışındaki seçeneklerdir. İki devlet, konfederasyon veya buna benzer başka fikir gelirse, bunları değerlendirebiliriz” diyor.
Oysa Türk dışişleri bakanı daha çok kısa bir süre önce Avrupa Parlamentosu’nun dışilişkiler komitesine hitaben yaptığı konuşmada, Nikos Anastasiadis’i Crans Montana’da federal çözüm modelinden uzaklaşmak ve konfederasyondan söz etmekle eleştirmiş, kendisinin esnek davrandığını söylemişti. Bu eleştiriler ilgiyle dinlenmiş, bunlara kimse itiraz etmemşti.
Şimdi maalesef bizzat kendisi bu türden görüşleri dile getirmektedir.
Dışişleri bakanlığının Anastasiadis’i zor duruma düşmekten kurtarmak için böylesi açıklamalar yapacağına ihtimal vermediğim için, müzakereler arifesinde hangi amaca hizmet etmek için bu görüşleri dile getirdiğini anlamakta zorlanıyorum.
Türk-Yunan gerginliğinin yerini diyaloga bırakması için yapılan yoğun diplomasi trafiğinin bir boyutunun Kıbrıs Sorununun çözümü için yeniden masaya oturmak olduğunu dışişleri bakanı herkesten daha iyi biliyor. AB yüksek komiseri Josph Borrell’in BM genel sekreteri Antonio Gutteres’e bu yönde çağrı yaptığı herkesin bildiği bir gerçektir. Gutters’in kendisi de Kıbrıs Türk toplumunda yapılacak seçimden sonra tarafları toplantıya çağıracağını açıklamış bulunuyor. Genel Sekreter, bu yeni girişiminin başarılı olabilmesi için şimdiden AB’nin yanısıra, ABD’nin ve Birleşik Krallığın desteğini talep etmektedir.
Ve Gutteres müzakereleri elbette Crans Montana’da kaldığı yerden, yani o tarihe kadar varılan görüş birlikteliklerini dikkate alarak ve taraflara 30 Haziran 2017 tarihinde sunduğu altı maddelik çarçeve temelinde başlatmak isteyecektir. Nitekim iki toplum lideri ile 25 Kasım 2019 tarihinde Berlin’de yaptığı toplantıda bu konuda mutabık kalınmıştır ve bunu Güvenlik Konseyi’ne sunduğu 13 Temmuz 2020 tarihli son raporunda not emiştir.
Şimdi bütün bunları yok sayarak, BM parametreleri dışında olan konfederasyon veya iki devletli çözüm gibi önerilerle müzakere masasına oturmayı istemek, olmayacak duaya “amin” demektir.
Dünya kamuoyunun, özellikle de AB’nin, Kıbrıs’ta iki devlet formülünü kabul edeceğini düşünmek hayaldir. Katalonya gibi zengin bir bölgenin bile İspanya’dan ayrılarak ayrı devlet kurmaya yönelmesine karşı AB’nin nasıl tepki gösterdiğini bizzat Katalonyalı yetkililerden dinledim.
Bu yaklaşım gerçeklikten uzak olduğu kadar, siyasal eşitlik temelinde federal devlete sıcak bakmayan Nikos Anastasiadis’in de işini kolaylaştırır. Önümüzdeki müzakere sürecinde ciddi baskılarla karşı karşıya kalması beklenen Kıbrıslı Rum lider, sorumluluğu BM parametreleri dışında seyreden Türk tarafına yükleyerek masadan kalkmaya çok sevinecektir.
Türk hariciyesinin böyle bir gelişmeyi istemeyeceğini düşünüyorum.
O halde, federal devlet karşıtı bu açıklamalar neden?
Yoksa, 11 Ekim seçimlerinde federalizm karşıtı siyasetçilerin elini güçlendirilmek için mi?
Bu, vahim bir hata olur!
Unutulmamalıdır ki, federal devlet formülünü yok sayarak görüşme masasına oturulduğu an, Türk tarafı “maç” başlamadan “hükmen mağlup” ilan edilir...