Leymosun’da, Mağusa’da, Pile’de öğretmenlik yapmış, kütüphanede yıllarca kütüphanecilik yaparak özellikle ödev verilen öğrencilere canla başla yardım etmiş, kitap okumayı sevdirmeye çalışmış rahmetlik anneciğim Türkan Uludağ’ın hatıralarının devamı şöyle:
ÇOCUKLARIN TAHTAKALA MAHALLESİNDE OYNADIĞI OYUNLAR…
Çocukların Tahtakala mahallesinde oynadığı oyunlardan da bahsetmek isterim.
Gugo oyunu: Gugo oynamak için evvela mermer parçaları toplar, bir de yuvarlak yassı taş bulurduk. Yere bir yuvarlak ve bir iki metre gerisine de bir çizgi çizerdik. Birinci oynamak isteyen çizginin gerisine geçer ve eline aldığı yassı taşla, üst üste dizili olan mermerleri devirmek için taşı atardı. Eğer mermerleri devirdiyse bir daha oynardı. Deviremezse, oyunu diğer çocuk oynardı. Mermer parçaları 8-10 tane olurdu. Bu oyun iki veya daha fazla çocukla oynanırdı. Çok hoşumuza giderdi.
Lingiri oyunu… Lingiri oyununu ekseriya erkek çocuklar oynardı ama bazan da kız erkek karışık oynardık. Bu oyun için de bir kısa (15-20 santim), bir de uzun (60-70 santim) değnek gerekiordu. Evvela oyunun yeri seçilir, iki taş üzerine küçük değnek yerleştirilir. Oynayacak çocuk büyük değneği alır, küçük değneğin altına kokarak vurur, küçük değnek havalanır, yere düşmeden tekrar vurulur ve yere düşünce, oyun yerinden değneğin düştüğü yere kadar kaç ayak olduğu sayılır ve sayarken de matsas, gotsas, andrigitsas denirdi. Sonra tekrar küçük değneğin kenarına vurulur ve yukarı çıkarsa büyük değnekle tekrar vurulur ve kaç adım olduğu sayılırdı. Bu lingiri oyunu da çok hoşumuza gider, saatlerce oynardık. Bunlardan başka birayak oyunları vardı.
Birayak oyunu: Birayak oynamak için herkes kendine bir taş bulurdu. Yere dikdörtgen bir şekil çizilir ve bu şekil sekize ayrılarak içine sırayla rakamlar yazılırdı. Oynayacak olan taşı alır, bir numaraya atardı, sonra ister sağ, ister sol ayağını kullanarak bir numaralı karenin içine atlar, bir ayak üstünde sekerek taşa vurur ve 2 numaralı kareye geçer, taşa tekrar vurur, sonra 3’e ve 4’e geçerdi. Dört numarada dinlenir, iki ayağını da yere basardı. Sonra yine bir ayakla 5-6-7-8’e gelir ve taşı dışarıya çıkarırdı. Eğer bu oyunu oynarken ya ayağı veya taşı çizgilerden herhangi birine değerse, yanardı. Bazan taşın çizgiye değip değmediği tartışır. Biri değdi derdi, diğeri hayır değmedi, su içer derdi ve başka bir çocuğa sorulur, o da ne derse o olurdu. Su içer derse, oyun devam eder, yandı derse diğer çocuk oynardı. Taşı yanmadan 1’den 8’e kadar getirip dışarı çıkaran çocuk, tekrar oyuna başlarken, bu defa taşı doğrudan 2 numaraya atar, sonra 3,4 devam ederdi. Taşı istediği numaraya atamazsa yanardı ve oyundan çıkar, diğer çocuğun yanmasını beklerdi ve kaldığı yerden devam ederdi. Başka birayak oyunları da vardı. Çeşit çeşit çizilir, oynanırdı.
Alda oyunu: Alda oyunu, daha kalabalık olduğumuzda oynadığımız oyunlardandı. Bir kişi ebe olur, diğer çocuklara dokunmaya çalışırdı. Dokununca da “Alda” derdi. Dokunduğu çocuk ebe olurdu. Ebe olan diğer çocuklara dokunmaya çalışırdı ve koşarken de “Kırlangıç Uç! Kanadın kaç? Üç! Alda Alda buraya, Uç” diyerek koşardık. Hep bir ağızdan söylerdik ve çok eğlenceli olurdu bu Alda oyunu da.
Köşe Kapmaca: Bu oyunu bazan odada oynardık, her birimiz bir köşeye dururduk ve ortada bir ebe olurdu. Köşedekiler birbirimizle yerlerimizi değiştirir, diğer köşeye geçerdik. Bu sırada ebe de bizim yerlerimizi kapmaya çalışırdı. Eğer birinin yerini kaparsa, açıkta kalan ebe olurdu ve oyun devam ederdi. Bu oyunu açık havada da bir dörtgen çizer, her birimiz bir köşesine dizilerek de oynardık.
Andrez Oyunu: Andrez oyunu bir kare ve karenin içerisine köşeden köşeye iki çizgi ve dikey ve yatay iki çizgi çizilirdi. Onun üzerinde oynanırdı. Ekseriya iki kişi olduğumuzda oynardık bu oyunu. Üçer taş alır, istediğimiz üç yere koyardık. Göbek dediğimiz beş numaralı yer, en mühim yerdi. Çünkü oradan taşı rahatça her tarafa sürebilirdiniz. Bu oyunda maksat, diğer çocuğun üç taşını hareket edemeyecek şekilde hapsetmek, kıpırdayamaz hale getirmekti. Taşları hapsedilen, oyunu kaybederdi. Diğeri kazanırdı oyunu. Bütün oyun, o üç taşı düşünerek ve hesaplayarak oynatmaktı. Çok dikkat ve düşünce isteyen bir zeka oyunuydu. Ama bu oyunu da çok güzel öğrenmiştik.
Dama Oyunu: Dama oyunu oynamak için evvela ya hazır Dama Kutusu alınır veya bizim gibi fakir çocukları Dama takımımızı kendimiz yapardık. Bir kalınca mukavva veya bir tahta üzerine 64 kare çizer ve 32 adet düğme veya taş parçası hazırlardık. Bu oyun iki kişiyle oynanırdı. Babam öğretmişti bu oyunu bize. Yani evvela ağabeyime öğretmiş ve o da bize öğretmişti. Dama oyunu da andrez gibi düşünme ve hesaplama isterdi.
Taşlar taksim edilir ve mümkün olduğu kadar değişik olmalarına dikkat edilirdi. Sonra 16’şar taş yan yana iki sıra halinde dizilir ve oyun bşalardı. Taşlar ileriye doğru, sağa sola hareket ettirilerek, diğerinin taşlarını almaya çalışılırdı. Taşları ala ala, karşı tarafın taşları arkasına çıkan taş Dama olurdu ve önüne gelen taşları ta uzaktan gelip alırdı. Yani Dama çok mühim bir taştı. Taşları biten, oyunu kaybederdi. Karşısındakinin Dama yapmaması için diğerinin çok dikkatli olması lazımdı.
Taş Saklama Oyunu: Bu oyun da kalabalık olduğumuz zaman oynadığımız bir oyundu. Bir halka şeklinde oturur veya çömelirdik. Bir taş parçası veya bir düğmeyi toplanıp konuşarak birinin cebine koyar, sonra otururduk. Bir kişi taşı alır, elini her çocuğun cebine sokar çıkarır ve taşı birinin cebine koyardı. Bir kişi de ebe olurdu. Taşı o bulacaktı. Eline bir mendil alır, halkının dışında sıçrayarak dolaşır ve mendille çocuklara vururdu. Aynı zamanda “Yağ satarım, bal satarım, ustam öldü ben satarım, ustamdan ala satarım” diye şarkı söylerdi. Sonra ya çocuğun sık sık cebini yoklamasından veya bir arkadaşının kaş göz işaretinden taşı saklayan çocuğun yanında durur, ona mendiller vurur, “Taş burada” derdi. O zaman çocuk oyundan çıkar veya Ebe olurdu. Ama taşın bulunduğu an çocuklar çığlıklar atar, “Yaşa yaşa!” diye bağırırlardı. Oyun tekrar oynanırdı. Bazan yanlış çocuğa işaret ederdi ve tekrar oyuna devam etmek zorunda kalırdı ebe. Bu da çok eğlenceli bir oyundu. Hala daha oynanır zannederim.
Komşu Komşu Oyunu: Komşu Komşu oyunu, her sayıda çocukla oynanırdı. Bezden “Buppa” dediğimiz bebekler yapar, ikiye ayrılır ve birbirimize buppalarımızla komşuluğa giderdik. Orada “Hoşgeldiniz efendim, nasılsınız? Çocuklar nasıl? Ne içmek istersiniz?” ve bulabildiğimiz eski, sapı kırık veya çatlak fincanlarda birbirimize hayali olarak kahve çay ağırlardık. “Ne pişirelim acaba bugün? Siz ne pişiriyorsunuz bakalım?” derdik. Karşımızdaki de aklına gelen veya canının çektiği bir yemeği pişirdiğini söyler, “Kal komuşu hanım, beraber yiyelim” derdi. Bir mukavva kutu veya bir sini üzerine bulabildiğimiz kapları dizer, hayali yemeklerimizi beraber yerdik. Bu arada buppalarımızı da yedirmeyi ihmal etmezdik. Bu oyunlara o kadar dalardık ki, saati, vakti unuturduk. Beraber çok mutlu olurduk. Bu oyunu ekseriya Lütfiye hanımın kızı Pervin’le oynardık. Pervin’in annesinin dört direkli karyolasının altına girer, buppalarımızı özel köşelere yerleştirir, bazan gelin eder, komşu komşu oynardık. Bir gün ablam yeni bir Buppa yaptı ve alınlarımızdan birer tutam saç kesip Buppası’na koydu. Bu Pervin’le oynamamızın sonu oldu. Pervin’in annesi çok kızdı Pervin’in saçını kestiği için ablam. Benim hiç suçum yoktu ama artık Pervin’le oynamamıza izin vermedi annesi Pervin’in. Artık evimizde, birbirimizle oynamaya devam ettik.
Körebe Oyunu: Körebe oyunu da kalabalık olduğumuz zaman oynadığımız bir oyundu. Birimiz ebe olur, gözlerini bağlar, diğer çocuklar etrafta koşuşurlar, bazıları körebenin arkasına, koluna vurur kaçar. Körebe de iki kolunu açıp sağa sola koşar. Birimizi yakalarsa, o yakalanan ebe olurdu. Böylece oyun devam ederdi…
(Devam edecek)