“Türkiye 1974’ten beri fiilen orada… Kuzey Kıbrıs kalkındı mı?”

“Türkiye 1974’ten beri fiilen Kuzey Kıbrıs’ta... Geçen zamanda defalarca kalkınma stratejisi değiştirdi. Kalkındı mı? Rivayet muhtelif. Kalkındığını dahi varsaysak, her bölgenin eşit oranda kalkındığını söyleyebilir miyiz?”

DEMOKRASİ, İRADE, MÜDAHALE

“Kıbrıs’a 1994 yılının sonbaharında atandım. İlk dış görevimdi ve zor bir dönemdi. Sabahtan akşama kadar kalkınma projesi hazırlıyorduk. Bunlar için elbette önce yerel makamların onayı alınır, sonra da Türkiye’den teşvik avına çıkılırdı.”
 

 “Türkiye’de benzer alanda faaliyet gösteren bir oda veya meslek örgütü bir şekilde konuyu öğrenip devreye girer, yöre milletvekiline ulaşır, o yörenin milletvekili de ilgili Bakan’a çıkar, yürütülecek projenin bilmem ne yöresindeki üreticilere sıkıntı yaratacağını, oyların diğer partiye kayacağını anlatır ve projeyi başlamadan öldürürdü.”

“Türkiye 1974’ten beri fiilen Kuzey Kıbrıs’ta... Geçen zamanda defalarca kalkınma stratejisi değiştirdi. Kalkındı mı? Rivayet muhtelif. Kalkındığını dahi varsaysak, her bölgenin eşit oranda kalkındığını söyleyebilir miyiz?”

İlk yurt dışı görevi olarak 1994 yılında Kıbrıs’a atanan emekli diplomat Engin Solakoğlu, Kuzey Kıbrıs’ın o yıllardaki elektrik sorunundan, yapısal sorunlarına çare olabilecek çeşitli formüller üzerinde çalışmalarına kadar çok şey anlatıyor. Birçok kalkınma projesi hazırlandığını ve bunların nasıl engellendiğini… Ben bu projelerden sadece bir tanesi olan “kesme çiçek projesi”yle ilgili daha önce başka bir platformda anlattıklarını hatırlatarak değerlendirmelerini istiyorum. Bakın neler diyor:

“KKTC’nin yapısal ekonomik sorunları olduğu bir gerçektir. Bunun bir kısmı Ada olmaktan kaynaklı. Bir kısmının sorumluluğunu da tutup Kıbrıs Türk halkının bazı davranış kalıplarına yükleyebilirsiniz ancak bunlar hikâyenin tümünü anlatmaz size. Türkiye 1974’ten beri fiilen Kuzey Kıbrıs’ta... Geçen zamanda defalarca kalkınma stratejisi değiştirdi. Kalkındı mı? Rivayet muhtelif. Kalkındığını dahi varsaysak, her bölgenin eşit oranda kalkındığını söyleyebilir miyiz? Zor…

Ben Kıbrıs’a 1994 yılının sonbaharında atandım. İlk dış görevimdi ve zor bir dönemdi. Elektrik üretiminde ciddi sorunlar vardı. Kesintilerin günde 16 saati bulduğu oluyordu. O sırada Büyükelçilik’te Türkiye’nin ekonomi alanında faaliyet gösteren çeşitli kurumlarından gelmiş son derece donanımlı müşavirler vardı. Sabahtan akşama kadar kalkınma projesi hazırlıyorduk. Kesme çiçek projesi, arıcılık projesi, büyükbaş hayvan projesi. Eşim gece uyurken bile bunları sayıkladığımı söylerdi. Bunlar için elbette önce yerel makamların onayı alınır, sonra da Türkiye’den teşvik avına çıkılırdı. İyi senaryoda, daha başlangıç aşamasında Türkiye’de benzer alanda faaliyet gösteren bir oda veya meslek örgütü bir şekilde konuyu öğrenip devreye girer, yöre milletvekiline ulaşır, o yörenin milletvekili de ilgili Bakan’a çıkar, yürütülecek projenin bilmem ne yöresindeki üreticilere sıkıntı yaratacağını, oyların diğer partiye kayacağını anlatır ve projeyi başlamadan öldürürdü. Kötü senaryoda ise başlangıç için yeterli teşvik bulunur, Kıbrıslı Türk üreticiler alana çıkarılır ilk adımlar atılırdı. Bir gariplik var değil mi? İyi ve kötünün yer değiştirmiş olması gerekir diye düşünüyorsunuz haklı olarak. Ne yazık ki hayatın olağan akışı böyle olmuyordu Kıbrıs’ta. Zira proje başlatılıyor, belirli bir yatırım yapılıyor, krediler veriliyordu. Tam üretim ve ihracat aşamasında yukarıda özetlediğim süreç devreye giriyor ve proje durdurulduğu gibi, projeye girmeye ikna ettiğimiz üreticilerin emeği ve kısıtlı kaynakları da boşa harcanmış oluyordu. Kesme-çiçek projesi bunun en tipik örneğidir. Eğer teknik imkanlarınız varsa, yanlış anımsamıyorsam, lütfen 1995 veya 1996 yılının Yeni Düzen arşivlerini araştırın. Ayrıntıları ve bu işin yankılarını göreceksiniz.


“% 200 gümrük uygularız”

Bir başka örnek çok daha yakın bir tarihten, yanılmıyorsam 2007 yılından. Bu kez büyükbaş hayvan üretimiyle ilgili bir proje. Ben de Kıbrıs Dairesi’nden Şube Müdürü veya Daire Başkanı’yım. Lefkoşa’da Büyükelçiliğin hazırladığı ve gönderdiği bir proje. Türkiye’nin et ihtiyacı malum. Ne üretilse satılır diye düşünüyoruz. Gelin görün ki, Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndaki ilk toplantıda karşımıza yüzde 200 gümrük uygularız diye bir söylem çıkıyor. Anlatmaya çalışıyoruz Kıbrıs’ta bir yılda yapılacak üretimin en iyi olasılıkla bile Türkiye’nin tek bir ilinin örneğin Mersin’in iki haftalık ihtiyacını karşılayabileceğini, iç piyasada yerli üreticiye zarar verebilecek bir fiyat düşüşüne yol açmasının ne iktisat ne de fizik kurallarına göre mümkün olduğunu ama nafile. Hop, kaldırıyoruz o projeyi de dosyaya. Bir anlamda, üretimle ilgili ne hazırlansa bir şekilde zülfiyare dokunuyor ve yarım kalıyor.

Turizmde de benzer bir durum var. Türkiye dev bir turizm ülkesi artık. Bütün dünyada sektörü felç eden salgın dönemini saymazsak, yılda 40 milyonu aşkın turist ağırlıyor. KKTC’de turizmi destekleyelim dendiğinde ise akla sadece kumarhane oteli açmak geliyor. Neden, çünkü o sektör Türkiye’de yasak. Başka bir deyişle Türkiye’ye rakip olmaması gerek KKTC turizminin. Oysa ne kapasite, ne ulaşım bakımından böyle bir şansı var Kuzey Kıbrıs’ın. Ne yaparsa yapsın Türkiye’ye rakip olması mümkün değil.


“Bir sömürge lafıdır gidiyor”

Ben bunları anlatıyorum ama gözlerinizde, aklınızda bir soru var. Birçok Kıbrıslıya göre yanıtı belli bir soru: “Bütün bunlar, Kıbrıs Türkü kalkınmasın, bağımlılık ilişkisi sürsün diye mi yapılıyor?” Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki 47 yıllık tam denetiminin böylesi bir tutarlı, istikrarlı, belirgin hedefi olduğunu düşünenler, notlarını yeniden gözden geçirsin bence. Bir kere T.C.’nin varlığını korumak bakımından en önemli konularda bile bu sıfatlarla tanımlanacak bir politikası olmadı. Türkiye’ye böyle bir suçlama yöneltmek bir açıdan hak etmediği bir övgü anlamına bile gelebilir. İkincisi, elbette siyasi bağımlılık ilişkisini sürdürmek bakımından ekonomik üretimi geliştirmemek düşünülebilir ama kapitalist aklın asıl yapması gereken tam tersine buradaki artı değer üretimini artırıp merkeze aktarmak değil midir? Ada’nın Türkiye’ye mesafesi 40 mil, on binlerce vatandaşınızı yerleştirmişsiniz, kırk bin askeriniz orada, siz tutup “bunların biti kanlanmasın” diye ekonomik kalkınmayı engelliyorsunuz.  Bir sömürge lafıdır gidiyor. Öyle ise bir sömürgenin daha çok üretip bizi yani Türkiye’yi daha çok zenginleştirmesi gerekmez mi?
 



“Kıbrıs’ta üretilen artı değer yükselince Kıbrıs Türkünün bağımsızlığı veya özerkliği mi güçlenecek? Hiç sanmıyorum.”


Müjde yolda değişti (!)
 

“Türkiye’deki kimi analizciler ‘müjde’nin deyim yerindeyse yolda değiştiğini, tanıma konusunda bir gelişme olacakken, uluslararası tepki sebebiyle inşaata dönüştüğünü yazıp çizdiler. Bir anlamda dikkati başka bir yöne çekmek için bu külliye meselesinin son dakikada ısıtılıp servis edildiğini söylediler. Mümkündür.”
 

AKP’nin son dönemini biraz daha farklı ele alabiliriz bence. Geçmişteki diğer partiler, “biraz para verelim, huzur bozulmasın” derken, AKP tam da yapısına uygun şekilde “neden harupun gölgesinden para kazanmayalım?” diye düşündü ve gerekli adımları atıyor. Kıbrıs’ta üretilen artı değer yükselince Kıbrıs Türkünün bağımsızlığı veya özerkliği mi güçlenecek? Hiç sanmıyorum.

Yan Yana Durmak Gerek ama AKP Düzenine Karşı Başarı Şansınız Sınırlı

Bütün bunları söyledikten sonra Kıbrıs Türk toplumunun, irade, demokrasi, kültür alanındaki temel hassasiyetlerinin dikkate alınması için Kıbrıs Türk siyaset üreticilerinin yapması gerekenler nelerdir? diye soruyorum bu kez Engin Solakoğlu’na.

“Ben kim oluyorum da 140 yılı aşkın süredir var olma mücadelesi veren bir toplumun seçilmiş siyasi temsilcilerine öğüt veriyorum? Gönlümden geçenleri söyleyebilirim ancak” diyor öncelikle, samimiyetle. Ancak verdiği mesaj çok net. Birlik…

“Çok zor biliyorum ama öncelikle yan yana durmak. Geçen yıl bir gösteri hatırlıyorum, seçimlere müdahaleyi kınama amaçlı. Bir gösteri değil, aynı anda üç gösteri yapılmıştı ne yazık ki. Bu hatalara düşmemek. Bir sonraki seçimde iktidar olma umuduyla eğilip bükülmemek. Kıbrıs Türk halkına güven ve gurur verebilecek bir direniş hattı inşa etmek. Şunu da eklemek zorundayım. AKP düzenine karşı başarı şansınız sınırlı. Utanarak yineliyorum ki, önce Türkiye bu zihniyetten kurtulacak, sonra Kıbrıs Türk halkının geleceğini Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Rum halklarının geleceğiyle birlikte konuşacağız.”

Uzun Yıllar Hatırlanacak Bir Ziyaret

Son olarak adada ve uluslararası kamuoyunda yankıları hala devam eden Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretiyle ve bu ziyaretin ana fikri haline gelen “müjdesi” ilgili düşüncelerini de soruyorum, eski diplomat Solakoğlu’na ve yapılan açıklamalarla genel havaya ilişkin değerlendirmelerini alıyorum. “Bir halkın parlamentosu fiilen işgal edildi” diyor ve “Kıbrıs Türk halkının ve Kıbrıs Türk halkına saygı duyanların uzun yıllar hatırlayacakları bir ziyaret” olarak niteliyor Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretini. Şöyle konuşuyor, Engin Solakoğlu;

“Benim bu konudaki (müjde) tahminim yanlış çıktı ilk bakışta. Doğrudan elektrik hattı diye düşünmüştüm. İçinde inşaat var, müteahhit var, piyasa var ve KIBTEK’e son darbenin vurulması var. Her bakımdan ideal “müjde” yani. Bir noktada yanılmadım yine, işin içinden bir inşaat çıktı. Türkiye’deki kimi analizciler ‘müjde’nin deyim yerindeyse yolda değiştiğini, tanıma konusunda bir gelişme olacakken, uluslararası tepki sebebiyle inşaata dönüştüğünü yazıp çizdiler. Bir anlamda dikkati başka bir yöne çekmek için bu külliye meselesinin son dakikada ısıtılıp servis edildiğini söylediler. Mümkündür.

Maraş’ta yüzde 3.5 açılım

Bu arada ertesi günü  Maraş’ta yüzde 3,5 oranındaki bir bölümün imara açılacağını öğrendik. TMK’daki dosyaların ayrıntısına hâkim değilim ama böyle bir adımın “yasal” mal sahipleriyle yapılacak bir pazarlıkla mümkün olabileceği açık. Bu pazarlığın tazminat, takas veya iade içermesi gerek. Hangi kaynakla? Meçhul. Kullanım kaybından doğan tazminat ayrı bir muamma. Bu işin bir de şu boyutu var: Hani Maraş Osmanlı Vakıf malıydı? AKP’yi haksız yere suçlamayalım. Biz bu garabetle on yıllardır vakit kaybediyoruz. Kapitalizm öncesi bir mülkiyet şeklini, kapitalist mülkiyeti korumak için kurulmuş başlıca organlardan birine, AİHM’e bile yutturmaya kalkıştık. Olmadı elbette.

Genel havaya ve ziyarete ilişkin vicdan sahibi herkesin ibretle izlediği manzaraların nesini yorumlayayım bilmiyorum. Heyetin oluşumunu mu, bir halkın parlamentosunun fiilen işgal edilmesini mi, Kıbrıs Türk halkının mücadelesinin salt bugününe değil geçmişine de yönelik hakaretamiz ifadeleri alkışlayanları mı? Herkesin akılda tutması gereken bir husus şu: Kimisinin uzun, kimisinin daha kısa ama toplumların bellekleri var. Bazı söz ve eylemler kalıcı izler bırakır. Bu da öyle bir ziyaretti bana kalırsa. Kıbrıs Türk halkının ve Kıbrıs Türk halkına saygı duyanların uzun yıllar hatırlayacakları bir ziyaret.

Röportaj Haberleri